Kur’an’ı anlamadan bilimi anlamak imkansız

Fizikçi Taşkın Tuna, bilim dünyasıyla ilgili son gelişmeleri RisaleHaber’e anlattı…

Röportaj: Dursun Sivri, Foto: M.Emin Benek

 

Giriş

Taşkın Tuna’yı pozitif bilime farklı, özgün yaklaşımı ile 1970’li yılların sonlarında “İlim Teknik Serisi” nde çıkan kitapları ile tanıyoruz. Bu seri halen devam ediyor. Yirmiyi aşkın eser olmuş. Televizyon programlarında farklı şeyler söylüyor. Konferanslar veriyor. Uzun yıllar kamunun değişik üst kademelerinde yöneticilik yapmış. Yurt dışında çalışmaları var. Pozitif ilimlerin üst başlığı olan fizik bilimi ile yaratıcıya giden Tevhid yolunu gösteriyor. İspat ediyor. Kur’an’dan ilme geçilmeli diyor. Fizik bilimi yardımıyla Esma tecellilerini, okumak vesilesi ile Marifetullah yolunu Allah’ı (c.c) tanımayı esas almadan bahsediyor. Sonra hiçbir şey yaratılmadan yaratılan Peygamberimiz Hz. Muhammed (asm) nurundan bahsediyor. Maddenin temelinde nur var diyor. O nur Muhammed (sav)’in nuru diyor.

Son eserleri de Muhammedi bilinç üzerine... Uzun bir söyleşi oldu. Ancak çok enteresan şeyler söyledi. Biraz sabrederseniz iyi ki okumuşum diyeceksiniz.

 

Hocam sizi kitaplarınızdan, televizyonlardan, size ait web sitenizde olduğu kadarıyla biliyoruz. Uzay fizikçisi olarak biliniyorsunuz. Fakat bilim dünyasında, bazı kariyer yapmış insanların sizin gibi bakmadıklarını da biliyoruz. Onlar fizik konularında sadece laboratuar ortamında değerlendirme yapıyorlar. Sizin de gerçekten bilimsel derinliğiniz, vukufiyetiniz biliniyor. Yeni terminolojiyi en ince ayrıntılarına kadar irdeleyerek işi tevhide bağlıyorsunuz. Sizi bu farklı yaklaşıma sevk eden nedir?

 

Bazı fizikçilerin gerçekten ilime karşı soğuk davrandıklarını biliyoruz. Ama bütün fizikçiler öyle değil. Özellikle batı dünyasında, evrenin yaratılışı, kâinatın yaratılışı, adına büyük patlama (bing bang) dediğimiz o olayı derinlemesine inceledikleri zaman hayret ve hayranlık vadisinde sıkışıp kalıyorlar. Onlar muhtemelen bir derece imana geliyorlar. Onların da kendilerine göre bir imanı var. Muhtemelen…

 

Türkiye dışındakiler için mi diyorsunuz?

 

Türkiye dışındakiler için konuşuyorum. Fakat doğdukları günden itibaren yaşadıkları olaylar ve Hıristiyan kültürü ve özellikle teslis akidesine sahip Hıristiyanların bu şekildeki imanlarını törpülüyor. Ama tam olarak ve gerçek manada da imana gelemiyorlar.

 

İman konusunda bir arayışı olmuyor mu?

 

Bir arayış olmuyor. Zaten Müslümanlık konusunda kendilerine öteden beri anlatılan önyargılar var. Dolayısıyla Kur’an’ı şöyle bir okusalar, Yüce Peygamberimizi son peygamber olarak kabul etseler bütün mesele ortaya çıkacak. Kendilerine göre de haklı tarafları var. Kabul ettikleri takdirde Hıristiyanlık alt üst olacak.

Fakat esas konumuz bu değil. Bizim esas konumuz, fizikçilerin bazılarının inanması veya bazılarının inanmaması da değildir. Önemli olan Kur’an eksenli bir bilimdir. Başka bir ifade ile Kur’an’daki bilim ayrı laboratuardaki bilim ayrı olmadığı gerçeğidir.

Çünkü bilimi vaz eden, ilmi vaz eden de Yüce Allah’tır.

 

Kâinatın yaratıcısı olması dolayısıyla Kur’an da kâinatı okuyor…

 

Evet.

İkincisi; bilim, aslında var olanı ortaya çıkarır.

Mesela Kristof Kolomb Amerika’yı keşfetti ama Kristof Kolomb’tan önce Amerika yok muydu?

 

Newton, yer çekimini buldu, formülüze etti. Newton’dan önce yer çekimi yok muydu? Vardı. Faraday’dan önce, Edison’dan önce elektrik yok muydu? Vardı. Einstein’dan önce rölativite teorisi yok muydu? Vardı. Einstein’dan önce ışığın hızı bilinmiyor muydu? Biliniyordu. Daha doğrusu, bilinen bir şeyi ortaya çıkartmak bilimin görevidir. Dolayısıyle, Kur’an’daki bilimi ayrı bir yere, laboratuardaki bilimi ayrı bir yere koyamayız. Bunların ikisi de birdir.

Çünkü Kanun Koyucu, ikisini beraber ortaya koymuştur.

Daha açalım, Kur’an’daki bir ayette ‘Sünnetullah’ kelimesi, ifadesi geçer. Sünnetullah’ta değişiklik olamaz.

 

Şimdi buna doğa kanunları diyerek yüzlerini başka manaya çeviriyorlar…

 

Sünnetullah’ı doğa kanunları olarak kabul edelim. Doğa kanunlarında değişiklik olamaz.

Niye olamaz?

Misal olarak söylüyorum. Kur’an’a baktığımız zaman diyor ki: “Gökyüzünde Allah’ın emrine boyun eğerek uçan kuşları görmüyorlar mı?”(Nahl/79). Görüyorum.

Bana ne ifade ediyor gökyüzünde uçan kuşlar?

“Kanatlarını çırpa çırpa uçan kuşları görmüyor musun?”

Bu nedir, biliyor musunuz?

Havadaki kaldırma kuvvetinin ifadesidir. Havanın bir kaldırma kuvveti vardır. Suyun da bir kaldırma kuvveti vardır. Bu, havadaki kaldırma kuvvetine ait bir misaldir. “Denizde yüzen gemileri siz mi yüzdürüyorsunuz yoksa biz mi yüzdürüyoruz? diyor.

 

Bu, ilk nazarda bize; Allah Allah denizde yüzen sandalları, yelkenleri, gemileri gayet tabii ki kaptan yüzdürür, diye bir cevap verdirmiş olur.

Hayır, burada dikkatimizi çeken nokta şudur: burada Sünnetullah vardır. Yani suyun kaldırma kuvveti burada tecelli etmiştir. Ve bu tecelli ile o gemiler ancak suyun kaldırma kuvveti ile yüzerler. O halde burada isterseniz siz denizaltıyı da yaparsınız. İsterseniz okyanus ötesine geçen transatlantikleri yaparsınız.

İsterseniz füzeleri, uçakları, helikopterleri, aya giderken kullanılan uzay araçlarını yaparsınız, bu ayetten istifade ederek.

Şimdi, sorunuzun başlangıcına dönersek benim yaklaşımım;

 

Bilimden Kur’an’a gitmek değil, Kur’an’dan bilime gitmektir.

 

Bu, asla Müslümanların gözden kaçırmayacağı bir husustur.

 

Fizikçi olmadan önce Müslüman olmak diyebilir miyiz?

 

Hayır. Fizikçiler aslında Kur’an’ı baz alıp, buradan dünyaya dönüp;

Acaba, Kur’an’da yazılı olan ayetler, fiziki dünyada nasıl tecelli etmiştir, ona bakmak lazım. Ama Kur’an’ı bir tarafa bırakarak fiziki dünyadaki bu olayları incelediğimiz zaman, bir hayranlık ve hayret vadisine düşebilirsiniz. Ama orada sıkışıp kalırsınız. Daha öteye gidemezsiniz.

 

Teferruatta boğulma olabilir.

 

Evet. Teferruatta boğulursunuz. Bakınız Hz. Ali’nin meşhur bir sözü aklıma geldi. “İlim bir noktadır, onu çoğaltan cahillerdir” demiş.

 

Buradaki ‘nokta’ dediği Tevhid anlayışıdır. Tevhidi her yerde görmemiz lazım. Çünkü bu âlem, kesret âlemi yani çokluk âlemidir. Bu çokluk âleminde her şey birbirleri ile ilgilidir, ilintilidir, ilişkilidir, etkilidir, tepkilidir ve dengelidir. Bunu ben söylüyorum.

Bir daha söylüyorum. Her şey, her şeyle ilgilidir, ilintilidir, ilişkilidir, etkilidir, tepkilidir ve dengelidir.

 

Mesela, küçücük bir mikrokozmoz âlemine baktığımız zaman çekirdek ile elektron arasında mükemmel bir denge, mükemmel bir iletişim, harikalar harikası bir ilinti, bir ilişki vardır. Daha büyüttüğümüz zaman güneş ile dünya arasında bir ilişki vardır. Ben bir kitabımda yazmıştım. Demiştim ki,

Güneş, suyu sever, buharlaştırmak için.

Buhar, bulutu sever, yağış olmak için.

Bulutlar, rüzgârı sever, kurumuş topraklar üzerine sevk edilmek için.

Rüzgârlar, yamaçları sever, iyice yükselsinler ve gittikleri yerlerde kuru topraklara rahmet yağdırsınlar diye.

Dolayısıyla yine bulutlar, toprağı sever. Yağmur olarak o toprakta nevş ü nema buldukları için.

 

Rahmet tecellisi.

 

Rahmet tecelli edecektir. Bu açıdan bakıldığında her şeyin her şeyle ilintili, ilişkili, etkili, tepkili ve dengeli olmasının yanında aynı zamanda, her şey bir şeyle ilgilidir ve bir şey de her şeyle ilgilidir.

 

Tecelliyi görmek, Marifetullah yolunda  mertebe almak, diyebilir miyiz? Yani, Kur’an’dan fiziğe bakarak?

 

Anladım. Şimdi, nereye bakarsanız bakın Allah’ın vechi orasıdır, diye bir ayet var, biliyor musunuz?

Nereye bakarsanız bakın, sağa-sola, yukarı-aşağı, kuzeye-güneye, arkana-öne, nereye bakarsan bak, Allah’ın vechi orasıdır. Vech demek, yüz demektir.

Yani burada Allah’ın vechi, Allah’ın yüzü anlamında, Allah’ın esma ve sıfatlarını anlayacağız.

 

Bir maydanoz yaprağında bile bu Hikmetullah’ı görebilirsiniz. Onu incelediğiniz mikroskop altına aldığınız zaman orada milyonlarca ve milyarlarca hücre görürsünüz. Her bir hücre canlıdır. Her bir hücre, bir fabrika gibi çalışır, hayatiyeti vardır. Bu hayatiyet aslında kimin içindir derseniz, bunun cevabını kolaylıkla verebiliriz;

İnsan içindir. Her şey insan içindir. Yani, boş yere bir şey yaratılmamıştır,

 

Einstein, Newton gibi fizikçilerden bugüne kadar yeni keşifler oldu mu?

Bilim dünyasında, gerek sadece bilimsel açıdan bakarsak, gerekse sadece tevhidi açıdan bakarsak, Kuantum Fiziği yeni keşif sayılabilir mi?

 

Var. Günü gününe olmasa bile, sık sık bilimsel periyodikleri takip ederim. Dergilere bakarım, yeni çıkan kitaplara bakarım. Türkiye’ye daha gelmedi. En son Stephen Hawking’in kitabı çıktı, The Grand Desing. ‘Büyük Düzenleme’ diyor.

 

Hawking konusunda siz Müslüman olsa ne olmasa ne fark eder deyince, muallâkta kaldık biz o konuda. Bizim okuyucu da halen merak ediyor, nerede duruyor? Yani o Büyük Dizayn kitabını nazara vermişsiniz.

 

‘Stephan Hawking ile Zamanda ve Uzayda Gezinti’ diye, birisi bir kitap yazmış. Türkçeye de tercüme etmişler. Pınar Baldıran isminde bir zat tercüme etmiş, Aklın Kitapçılık yayınlarından. Bakalım ne yazmış. “Zamanın kısa tarihinde Tanrı kavramının, O’ndan pek de uzak olmadığı açıktır.” Yani Hawking’ten fazla uzak olmadığı açıktır, zamanın kısa tarihi. “Tanrı kavramını göz ardı ederek, evrenin başlangıcından söz etmek zordur.” (Syf72)

 

Ki ateist olarak tanıtınca insanlar böyle bir bilim adamının…

 

Biraz bekle. Yazıyor, sayfa 73-75. “Hawking, ateist değildir. Fakat Tanrıdan sadece fizik kurallarının içinde bahsetmeyi tercih eder.” Yani ne demek istiyor? Vaaz vermek istemem ben, diyor. Yani ‘Benim imanım çok kuvvetli, ben Allah’a inanıyorum. Ey ahali sen de inan’ değil. Vaaz yeri gibi değil. Fizik kuralları içerisinde Tanrıyı aramak.

 

Kural koyucuyu aramak…

 

Hah, bravo. Kural koyucuyu aramak. Hanımı Jane Hawking. Diyor ki; ‘Bu konuda biraz yumuşamıştır. Yıllar geçtikçe daha geniş bir pencereden bakmayı öğreniriz. Felçli bir dahi olarak, diğer insanlardan farklı olabileceğini kabul ediyorum. Kimse O’nun Tanrı görüşünü ve Tanrı ile arasındaki ilişkiyi bilemez.’ Yani bunu ifşa etmez, bunu tebliğ etmez, bunu telkin etmez.

 

Ama kendi dünyasında…

 

Kendi dünyasında, iç dünyasında. Daha önce de belirttiğim gibi O’nun ‘The Great Desing’ (Büyük Düzenleme) diye bir kitabı var. Son çıktı kitabı. Ekim ayında çıktı. Özel olarak İngiltere’den getirttim.

 

Ekim 2010’da…

 

2010. Ne diyor? Büyük Düzenleme.

 

Büyük Düzenlemeyi ancak gücü yeten yapar.

 

Birisi yapacak. Ki düzenlemeyi kim yapar? Ayrıca burada, daha önce de söylemiştik, ‘what is reality?’ diyor. Burada her sayfasında Tanrının bu evreni nasıl düzenlediğini anlatıyor ama özneyi vermiyor. Tanrı demiyor ona.

 

Fiili anlatıyor, sanatı anlatıyor.

 

Bravo. Fiili anlatıyor sadece ama okuyucuya bırakıyor. Sen istersen buna Tanrı dersin istersen daha başka bir şey de, beni ilgilendirmez, diyor.

 

Ama muazzam bir sistem, dizayn var..

 

Evet. Bunu anlatmak için sayfalar dolusu yazı yazmak lazım.

Bu kişiyi (Stephan Hawking) okudum. Baştan sona kadar hepsini İngilizce orijinalinden okudum. Çok enteresan buldum. Kitabında diyor ki; What is the reality? Hakikat nedir? Kafasını yumruklaya yumruklaya cevap arıyor.

Bir söz var, der ki; “Hakikati buldum diyen haksızdır, hakikati arıyorum diyen haklıdır.” diyor.

 

Ne anlamalıyız bu aramak ile bulmaktan?

 

Hakikati buldum, diyene; Laf ola beri gele derler. Bir dakika, bir destur derler.

Ama hakikati arayan, haklıdır. Neden?

Çünkü; Hak yolunda gidiyordur. Seyr u süluk dediğimiz o yolundadır.

Sırat-ı müstakimi seçmiştir. O yolda devam edecektir. Ve o haklıdır. Ama “ne zaman ki “ben hakikati buldum” der. O zaman nihayet ile sonsuzu buldum, demektir.

 

Amacını aşmış oluyor.

 

Buna insan zihni ve insanın bilinci yetmez

 

Kuantum Fiziğini soracaktım. Nedir yeni literatüre giren Kuantum fiziği?

 

Şu anda Kuantum Fiziğinin veya ileri fizik veya yeni fizik de diyorlar.

Newton fiziği, klasiktir, eski fiziktir. Çünkü yeni fizik ortaya çıktı. Yeni fizik, maddeyi anlamaya çalışıyor. What is the reality? Dediği, hakikat dediği o. “Maddenin aslı esası nedir?”, diyor Stephen.

Hazreti Peygamber (asm) diyor ki:

“Ya Rabbi! Bana eşyanın hakikatini göster.” Hazreti Peygamber eşyanın hakikatini bilmiyor muydu?

Biliyordu.

Bize bir mesaj bıraktı orada. “Ya Rabbi! Bana eşyanın hakikatini göster.”

Bu çok büyük bir söz. Muazzam bir söz. Ve bunu istedikten ve eşyanın hakikatini gördükten sonra, “Ya Rabbi! Benim hayretimi arttır” diyor.

 

İstihsan diyebilir miyiz?

 

Evet. Şimdi böyle bir durumda bilim nüfuz ediyor maddenin içine. Biliyorsunuz ki artık bütün gördüğünüz bu kesret âlemi, bütün bu çokluk âlemi, bütün bu izafi âlem, aslında sayıları 100–110 tane olan elementlerden meydana gelmiştir. Bunlarında aslı ve esası hidrojen atomu dediğimiz içinde bir tek çekirdeğinde proton bulunan bir madde. Hepsi protondan meydana gelmiş. Bir proton olursa buna hidrojen diyoruz. İki proton olursa buna helyum diyoruz. Altı tane proton olursa buna karbon diyoruz. Doksan iki tane proton olursa buna uranyum diyoruz. On altı tane olursa oksijen diyoruz. Bunun gibi.

Ama hepsi aynı. Peki bu protonların içinde ne var?

Protonların çapı, ebadı diyelim, yaklaşık olarak yüz milyarda bir santimetre. Onun içerisinde kuark denilen parçacıklar var. Protonun ve nötronun elektriksel değerini ortaya atan bir parçacık. Biz fizik okurken bunu bilmiyorduk.

 

Elektron, negatif elektrikle yüklü, proton pozitif elektrikle yüklü biliniyordu.

 

Evet, onu biliyorduk sadece. O zaman protonun içerisinde kuark varsa kuarkın içerisinde ne var? Sorusu akla geliyor. O zaman da ground denilen parçacıklar var.

O da bir santimetrenin yüz trilyonda biri kadar oluyor. Eee onun içinde ne var? Derken öyle bir noktaya ulaşıyoruz ki, bu nokta artık ikiye bölünemiyor. Yani orta yerde artık ne madde kalıyor, ne gaz kalıyor, ne sıvı kalıyor, ne proton kalıyor, ne nötron kalıyor, ne kuark kalıyor. Ne kalıyor? Bir dehlize, bir labirentin içine giriyorsun giriyorsun giriyorsun… Öyle küçük bir mekânla karşılaşıyorsun ki, o mekân daha ikiye dahi bölünemiyor.

 

Peki, bu mekânda ne var? Bu mekânın değeri 10ˉ³³ cm dir. Yani 0,00…1 cm (virgülden sonra 32 tane sıfır). Çok müthiş bir küçüklük. Ne var bu mekânda?

Bir şey mutlaka olması lazım. İşte bu mekânda nur var. وَالْاَرْضِ السَّمٰوَاتِ اَللّٰهُ نُورُ ayetinin tecellisidir.

 

Maddenin dayandığı noktada nur oluyor.

 

Kesin. Nur suresinin 35. ayetine bakın. Fanustan bahseder, değil mi? Işığı ne garpta ne şarkta bulunan bir yerden almıştır, der. Ne şarkta ararsan bulursun. Ne garpta ararsan bulursun. Bu özel bir şey. Bunu nasıl tarif ederiz? Edemeyiz.

Daha doğrusu o nur içerisine hangi kavramı sıkıştırabilirsen sıkıştır o içine alır onu. Her şeyi içine alır.

 

*(Nur Suresi 35) Allah göklerin ve yerin nurudur. Onun nurunun temsili şudur: Duvarda bir hücre; içinde bir kandil, kandil de bir cam fânûs içinde. Fânûs sanki inci gibi parlayan bir yıldız. Mübarek bir ağaçtan, ne doğuya, ne de batıya ait olan zeytin ağacından tutuşturulur. Bu ağacın yağı, ateş dokunmasa bile, neredeyse aydınlatacak (kadar berrak) tır. Nur üstüne nur. Allah dilediği kimseyi nuruna iletir. Allah insanlar için misaller verir. Allah her şeyi hakkıyla bilendir

 

Kâinat da Peygamberimizin nuru ile alakalı. İlk defa O’nun nuru yaratıldığını biliyoruz. Sonra kâinat yaratılıyor. Peygamberimizin de böyle bir hadisini hatırlıyorum. ‘Önce benim nurum yaratıldı, daha sonra kâinat…’

 

Burada bu söz beni çok duygulandırır ve hüzünlendirir aynı zamanda. Çünkü kürsü sahibi büyük profesörler bunu inkâr ediyorlar. Bu, bence affedilmez bir cehalettir. “Allah önce benim nurumu yaratmıştır” Sözü bütün kapıları açan bir anahtardır. Sihirli bir anahtar. Bu anahtarla kapıyı açmadıktan sonra ne bilim yaparsınız, ne fıkıh yaparsınız, ne hadis yaparsınız, ne tefsir yaparsınız. Hepsi havada kalır. İddia ediyorum, kesin konuşuyorum.

 

Risale-i Nur’da da eğer kâinattan risalet-i Muhammediyenin (a.s.m.) nuru çıksa, gitse, kâinat vefat edecek. Eğer Kur’ân gitse, kâinat divane olacak ve küre-i arz kafasını, aklını kaybedecek, belki şuursuz kalmış olan başını bir seyyareye çarpacak, bir kıyameti koparacak” ifadesi yer alıyor.

 

Tabii. Mademki Nur-u Muhammedi (a.s.m) bu evrene yansımıştır. Bu nuru çıkartırsak evren mahvolur gider.

 

Kuantum Fiziği bu hakikatte, bu yolda mesafe almış, tevhide yaklaşmış diyebilir miyiz?

 

Diyebiliriz. Pratik hayata da günlük hayata da baktığımız zaman her yerde tevhidi görürüz. Mesela şimdi kurabiye yiyoruz değil mi? Bu kurabiye, kurabiye olmadan önce ne idi?

 

Buğdaydı.

 

Hamurdu diyelim. O olmadan önce undu. Un olmadan önce buğdaydı.

Demek ki buğday. Yani bütün baklavalar, pastalar, börekler, çörekler vs. yiyebildiğimiz ekmek nevinden her şey buğdaydır. Ama biz onlara isim takmışız şeker ilave etmişiz, sonra yufka olmuş, sonra pasta olmuş, sonra çörek olmuş, börek olmuş, simit olmuş vs.. Yani aslı esası buğday. Bakın bir buğdaydan neler çıktı. Peki, buğdayın esası ne? Onun da esası, onun yapılmış olduğu maddenin temeline inersek, protona varırız. İşte yine tekliğe geldik.

 

Her şeyden bir şeye geldik.

 

Evet. Aynı zamanda bir şeyde her şey çıktı.

 

(Devam edecek)

 

www.RisaleHaber.com

Röportaj Haberleri