Kur´an Müslümanlığı veya asıl ismiyle Peygambersiz Müslümanlık

Dr. Cemil ŞAHİNÖZ

´Kur´an müslümanlığı´ söylemi kulağa çok hoş geliyor. Öyle ya, Kur´ansız İslam olabilir mi? Olamaz. Kur´an İslam´ın ana kaynağıdır. Vahiydir, Kelamullahdır. Kur´an olmadığı vakit içi boş bir İslam ortaya çıkar.

Peki kelimenin tersine bakmakta fayda var. Kur´ansız müslümanlık var mı? Elbette yok. Yok ise bu kelime ile ne söylenmek isteniyor? ´Kur´an müslümanlığı´ tezini ortaya sürenlere sorsak güya uydurma hadisleri ve Kur´anla çelişen hadisleri ayıklamak için Kur´an´a sarıldıklarını iddia ediyorlar. Bu da kulağa ne kadar hoş geliyor değil mi? Fakat hakikat öyle mi?

Bu şirin ve iyi niyetli gözüken tez aslında bir kelime oyunundan başka bir şey değil. Yani bunu ortaya atanlar semantik cambazlığı yapıyorlar. Çünkü söylediklerine değil, yaptıklarına, yani teoriye değil pratiğe baktığımızda ortaya net bir tablo çıkıyor. O da ´peygambersiz müslümanlık´.

Hadisleri ayıklayalım derken, adeta Hz. Muhammed´in (sav) tüm fonksiyonu ortadan kaldırılıyor. Peygamber bir postacı haline getiriliyor ve bu fikre dayanmayan tüm akımlarının İslam öncesi Yahudi fikirlerini İslam´a kattıkları, yani yahudileştikleri, bundan dolayı da bir çok hadis (özellikle Kıyamet Alametleri ile ilgili hadisler) uydurduklarını, iddia ediyorlar. Ve kendilerini kurtarıcı olarak İslam´ı bu yanlış fikirlerden temizlediklerini düşünerek, belki minnet veya alkış bile bekliyorlar. Öncelikle kendilerine minnetlerimizi sunalım: “Cahil kimseler kendilerine laf attığı zaman (incitmeksizin) ´Selam´ derler (geçerler). “ (Kur´an, 25:63)

Öncelikle ´Kur´an müslümanlığı´ teorisinin nasıl oluştuğunu anlayabilmek için Bediüzzaman´ın 28. Mektubuna bir göz atalım. Vehhabi meselesinde Bediüzzaman şöyle der: „Hadis-i sahîh ile sabit olan ziyaret-i kubûr ve makberistana hürmet-i şer’iye sû-i istimâl edildi, gayr-i meşrû hâdiseler zuhura geldi. Husûsan evliyâların makberlerine karşı hürmet ise, mânâ-yı harfî cihetiyle kalmadı, mânâ-yı ismî derecesine çıktı. Yani, sırf Cenâb-ı Hak hesabına makbul bir abdi olduğuna ve şefaatine ve mânevî duasına mazhar olmak için olan meşrû hürmetten ziyade; o kabir sahibini âdetâ sahib-i tasarruf ve kendi kendine medet verecek bir kudret sahibi tasavvur edip, âmiyâne, câhilâne takdis edildi. Hattâ o dereceye varmış ki, namaz kılmayanlar, o mâruf ve meşhur türbelere kurban kesip, ona yalvarıyordu. İşte bu müfritâne hâl, kadere fetvâ verdi ki, o muharribi onlara musallat etsin. Fakat, o muharrib dahi, onları tâdil etmek ve ifratlarını kırmak lâzım gelirken, öyle yapmayıp, bilâkis o da tefrit edip köküyle kesmeye başladı. “ Yani vehhabiliğin ortaya çıkışının sebeblerinden bir tanesi aşırı bir ucun varlığı. Bu aşırı uç ile mücadele edeyim derken kendisi de diğer aşırı uca gidiyor.

Aynısını ´Kur´an müslümanlığı´ tezinde görmek ap açık mümkün. Bazı aşırı uçlar sebebiyle bu tezi savunanlar da kendilerini diğer aşırı uçta konumluyorlar. Yanlış hadisleri zaten uygulanmakta olan hadis metodolojisine göre ayıklamak yerine bir çoğunu külliyen reddettikleri için muhataplarında var olduğunu söyledikleri aşırılığın aynısını sergiliyorlar. Yani birileri yanlış hadisleri kabul ederken, kendileri de doğru hadisleri de kabul etmiyorlar. Yani bir uçtan diğer bir uca.

Hiç şüphesiz böyle bir akım ilk defa sahneye çıkmıyor. Örneğin Avrupa´da ´Sırf Kur´an´ namında batıl bir grup, hem hadislerin tümünü reddediyorlar hem de yeni vahiylerden bahsediyorlar. Bu batıl grubun başlangıcına ve gelişmesine baktığımızda aynen ´Kur´an müslümanlığı´ diye ortaya çıkan grup ile benzerlikler görüyoruz. Her iki grup da ´iyi niyetle´ ortaya çıktıklarını ifade ediyorlar. Her iki grup yanlış hadisleri ayıklamak istediklerini belirtiyorlar. Fakat ´bu hadis yanlış, şu hadis yanlış´ derken, gittikleri yol kendilerini ´tüm hadisleri inkar´ noktasına getiriyor. Çünkü belli bir zaman sonra öyle bir noktaya geliyorlar ki, tartışmalardan ve kullandıkları söylemlerden dolayı gruplaşmış oluyorlar ve fikirlerini savunmak için nefis aşırıya götürüyor. ´Sırf Kur´an´ grubunda bunu net olarak görmek mümkün. ´Kur´an müslümanlığı´ tezini ortaya atanlar da aynı hedef ile yola çıkmışlar ve gidişatları maalesef aynı gibi gözüküyor.

Ayrıca sanki yeni bir şey keşfetmişler gibi bir tavır sergiliyorlar. Yanlış hadislerin olduğu İslam tarihinde her zaman gündemde olmuştur ve müfessirler bu hadisleri zaten ayıklamışlar. Hatta hadisleri toplayanlar bile zaten toplarken süzgeçten geçirmişler. Kaldıki günümüzde bile – örneğin Diyanet´in büyük bir ekip ile yaptığı gibi – hadisleri adeta kılı kırka yarıp inceliyorlar.

Buradan da anlaşılıyor ki, sırat-ı müstakim, yani doğru yol, orta yol, vasat yol, yani Hz. Muhammed´in (sav) Kur´ana dayanarak çizdiği yol, İslam´ı anlayabilmek ve yaşabilmek için tek yoldur. Kur´an´sız bir müslümanlık olamayacağı gibi Hz. Muhammed´siz bir müslümanlık da olamaz. Nasıl Kur´an olmadığı vakit içi boş bir İslam ortaya çıkar ise, aynı şekilde hadis ve sünnet olmadığı vakit Kur´an da anlaşılmaz. Kur´an´ı bize en iyi tefsir eden ve açıklayan elbette vahyin ilk muhatabı Hz. Muhammed (sav)´dir.

 

cemil@misawa.de

https://www.facebook.com/CemilSa

https://twitter.com/Cemil_Sahinoez

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.