Kostantin'den aşağı kalmak

Resul TOSUN

Dün Çanakkale Deniz Zaferi'nin 96. yıldönümüydü. Döneminin en güçlü ve en modern ordularına karşı Osmanlı hakikaten büyük bir zafer kazanmıştı.

Cumhuriyet kurulduktan sonra bu zaferin bir bütün olarak tek kahramana irca edilmesi adet oldu. Gerçek kahramanlar handiyse unutuldu.

Çanakkale Savaşları deniz ve kara savaşları olarak iki kısımda mütalaa edilir.

19 Şubat 1915 günü başlayıp 18 Mart 1915 günü Osmanlı'nın zaferiyle sonuçlanan savaş tamamıyla deniz savaşıdır. (Dün 96. yıldönümünü idrak ettiğimiz zafer Çanakkale Deniz Zaferi'dir ve gerçek kahramanları, Müstahkem Mevki Karargâh Komutanı Cevat Paşa, Çanakkale Müstahkem Mevki Mayın Grubu Komutanı Binbaşı Nazmi, Nusret mayın gemisinin komuta kademesi ve 54 eridir.)

25 Nisan 1915 günü başlayıp, 9 Ocak 1916 günü düşman kuvvetlerin çekilmesiyle sonuçlanan zafer de kara savaşlarıdır.

Yarbay Mustafa Kemal deniz savaşında hiç yoktur. Kara savaşlarında 19. Tümen Komutanı olarak büyük başarılar göstermiş, albaylığa yükselmiş ama Ağustos ayında cepheden alınmıştır.

Genel olarak on bir ay süren Çanakkale Savaşları'ndaki başarıların tamamını sadece kara bölümünde 4 ay kalan bir subaya mal etmek ne kadar doğru olur takdir sizin.

Benim temas etmek istediğim asıl nokta Çanakkale direnişinin gerçek kahramanının kimliğidir. Eğer o kahraman olmasaydı ne Çanakkale direnişi vardı ne de direnişte başarı gösteren subaylar.

Detaylar tarihten okunsun. Ama bir detay var ki çok az temas ediliyor. O da maceraperest İttihatçı hükümetin dönemin bu en güçlü ordularına (İngiltere, Fransa, Rusya) karşı mukavemet edilemeyeceği kanaatiyle hükümeti Anadolu'ya taşıma kararı almış olmasıdır. Padişah Sultan Reşad'ı ikna ettiler. (17 Mart 2007 tarihinde ve daha önce birkaç kez bu sütunda yine yazmıştım tekrarında fayda görüyorum.)

Her türlü hazırlığı tamamladılar ama mecburi ikamet altında olan II. Abdulhamit Han'ı İstanbul'da bırakırlarsa İtilaf güçlerinin (İngiltere, Fransa, Rusya) Osmanlı aleyhinde kullanacağını düşünerek onu da Anadolu'ya geçmeye ikna etmeyi kararlaştırdılar ve Talat Paşa başkanlığındaki bir heyet bu tecrübeli ve dirayetli sultana durumu anlatmak için Beylerbeyi Sarayı'na gitti. Padişahın selamını söylediler, durumu anlatıp kendisinin de Anadolu'ya geçmesini istediler. İşte aldıkları cevap:

"Şevketlu biraderimin hâk-i pâki şahanelerine arz-ı ubudiyet ederim (bağlılığımı bildiririm). Endişeleri tamamıyla gayri varittir. Eğer dokunulmamış ise Çanakkale'yi ben zamanında fevkalade tahkim eylemiştim. Oradan hiçbir donanmanın geçmesi kabil değildir. Amma farz-ı muhal olarak öyle bir felaket başa geldiği takdirde, hakanın yapacağı şey, tacını tebaasını terk ile kaçma zilletini işlemek değil, eyvanı payitahtının taşları altında canını feda etmektir. Hazreti Fatih bu beldeyi küffar elinden fethettiği zaman, Bizans imparatoru Kostantın kaçmayıp harp ede ede yıkılan kalelerin altında can vermek kahramanlığını göstermiştir. Biz Fatih'in soyu Kostantin'dan aşağı kalamayız. Zat-ı şahaneye böylece arz edin. Müsterih olsunlar ve ezeli iradeye boyun eğsinler. Şuradan şuraya kımıldamasınlar! Düşman buraya giremez. Bana gelince, ben artık bir yere gitmem. Yegane arzum burada ölmektir. Biraderimden ve hükümet-i seniyyeden bu arzuma yardımcı olmalarını dilerim."

İşte bu cevaptan sonra padişahın ve hükümetin Anadolu'ya taşınması fikrinden vazgeçildi ve Çanakkale'de direnmeye karar verildi.

İşte bu direniş Osmanlı'ya, 18 Mart 1915 tarihinde deniz zaferini, 9 Ocak 1916 tarihinde ise kara zaferini kazandırdı.

Büyük şahsiyetlerin iktidarları muhalefetleri ve hatta ölümleri bile tarihin seyrine böylesine önemli notlar düşen ibretamiz sahnelerle doludur.

Yeni Şafak
 

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.