Kıymet bilmek

Afife ARTIK

Tüketim kültürü şöyle bir bakış açısını bize empoze ediyor: ”elindeki, hiçbir zaman yeterli değildir, daha iyisini, daha yeni modelini elde etmelisin. Asla elindeki ile yetinme.” Böylelikle insan elinde olanın, mevcut olanın kıymetini takdir etmekten uzaklaşıyor. Elde ne varsa kıymetsizdir ve daha kıymetli olana ulaşmalıyım diye düşünmeye başlıyor. Tüketimi teşvik etmek için ‘eskiye dair ne varsa kötüdür’ algısı yerleştirilmeye çalışılıyor. Annesinin kullandığı yağı kullanıyor olmak kötüleniyor. Kimse acaba annemin yemekleri kötü mü oluyordu diye düşünmeden yeni ve farklı bir yağ kullanmaya kendini mecbur biliyor.

Oluşturulmaya çalışılan bu algı maalesef eşya ile de sınırlı kalmıyor. Hep daha iyi ve daha üstün olana ulaşmalıyım düşüncesi insanlar için de kullanılmaya başlıyor. Kişi etrafındaki insanlara kanaat edemez hale geliyor ve daha iyisini aramaya başlıyor. Git gide ta ‘eşim yeterince iyi değil daha iyisini bulmalıyım’a kadar gidiyor. Eşyaları durmadan tüketip yenileri ile değiştirme gereğini hissetmek hayatımızdaki insanları da daha iyileri ile değiştirmek gerektiği algısını yerleştiriyor.

Tüketim kültürünün yerleştirmeye çalıştığı bu algı öyle bir bakış açısı veriyor ki bir ömür boyu mutsuz olmaya yeter de artar.

Bediüzzaman Hazretlerinin hayatına baktığımızda ise değil insanlara, zerrelere bile kıymet verdiğini görüyoruz. Kırıldığı için talebesi tarafından çöpe atılan kaşığı çıkarıp tamir ediyor. Usturasına “yirmi sene traşa hizmet eden usturam” diyerek onun bile hizmetini takdir ediyor. Kolu kısa boyu kısa cübbesine razı oluyor. Yeme içme konusunda, giyinme konusunda ve hayatının her alanında KANAAT VE İKTİSAT düsturunu hayatının merkezine koyuyor. Her zaman mevcut ile yetinmek ve mevcut olanın kıymetini takdir etmek üzerine kurulu bir hayat tarzı. Allah’ın verdiklerinden her daim memnun ve müteşekkir. Şikayet etmenin kaderi tenkit manasına geldiğini söylüyor ve teşekkür kadere teslimdir diyor.

Evet Bediüzzaman Hazretlerinin gösterdiği yol, şu asrın müthiş kanserli yapısı olan ‘kanaat etmemek ve daim şikayet emek’ halinin ilacı. Bu ilacı alıp istimal etmek ise ciddi bir ceht ve gayret gerekiyor. Zira tüketim çılgınlığı her taraftan sel gibi istila ediyor. Kendinizi korusanız yetmiyor, çocuğunuzu, eşinizi de kurtarmanız gerekiyor. Bir davranışın değil bir bakış açısının, bir algılama tarzının değişmesinden bahsediyoruz. Öyle bir algı ki sizin hem insanlarla hem de eşya ile ilişkilerinizi belirliyor, düzenliyor.

İnsanları gözlemlediğimizde, insanlara olan muameleleri ile eşyaya olan muamelelerinin benzerlik arz ettiğini görüyoruz. Mesela evinde asla eski eşyaya veya küçük bir çizik olan tencereye tahammül edemeyip hemen çöpe atanlar, genelde, kendi fikirlerine sadece bir konuda ters düşen insanları da hayatlarından anında çıkarıyorlar. Bir çok konuda anlaştıkları halde küçük bir uzlaşmazlık noktasında hemen boşanmayı gündeme getiriyorlar. Halbuki altmış yaş üstü çiftlere baktığımızda belki ayrılmak için çok önemli gerekçeleri de olsa asla boşanmayı hayallerinden bile geçirmiyorlar ve geçirmemişler. Bu insanlar eşyalarını da işlerini gördüğü sürece, hatta işe yaramadığında bile hemen atıvermiyorlar. Menfaat ciheti ile kendilerine çok menfaatli olmasa bile bir kıymeti olduğunu biliyorlar. Merkeze hâzır medeniyetin kıymet ölçüsü olan ‘menfaat’i koymuyorlar.

Tüketim kültürü kadir kıymet bilmeme ve değersizleştirme üzerine kurulu. Elde ne varsa değersiz kabul edilmeli ki yenisi ve daha iyisi alınsın. Hele ki eskiye ait olan ne varsa kötü ve kurtulmak gereken şeyler olarak gösterilmeli ta ki iktisat ve kanaat de ‘eskiye dair olan ve bu gün uygulanması mümkün olmayan’ kategorisine dahil edilsin.

Bu hastalıklı bakış açısı maalesef içimizde bir derece yerleşmiş ve huzurumuzu, sükunumuzu elimizden almış. Rabbimize karşı minnettarlık hislerini her an hissetmemizin önüne perde çekmiş. Sürekli bir şikâyet ve memnuniyetsizlik hali oluşturmuş.

Bu noktada bize düşen her şeyin gerçek kıymetini anlamaya çalışmak ve her şeye hak ettiği kıymeti vermek. Bu nazarla Risale-i Nur’u yeniden okumak gerekiyor. Neyin ne kadar değeri var ve ne için? Ve ben onu hayatımda nereye koymalıyım? Her şeyden Rabbine giden yolu bulan, eline Asa-yı Musa misal Risaleleri alarak her baktığı yerde ab-ı hayat akıtan hakiki Nur Talebeleri için vücut aleminde kıymetsiz hiçbir şey yoktur. Çünkü her şey O’nu (cc) hatırlatmakta ve anlatmaktadır. Lisan-ı hal ile her şey Bismillah demektedir. Nefse olan menfaati için değil, Allah’a ait bir san’at olma hasebiyle her şey kainat kadar kıymetlidir. Her şey Allah’ın âyetidir. Velev ki sureti çirkin de görünse bir hakikate hizmet ediyordur.

Bütün mevcudatın Allah’a bakan cihetindeki bu hadsiz kıymet; insan gibi camii, müştak ve şuurlu bir mahlukta ne derece tezayüd eder. Evet, ülfet ile her gün muhatap olduğumuz ‘insan’ denilen acib mahlukun nasıl bir kıymet ve ehemmiyet taşıdığını unutuveriyoruz. Ve dahi bizim de bir insan olduğumuzu…Bediüzzaman Hazretleri insana öyle muamele ediyor ki kendisine zulmeden ve zındıkaya hizmet edenlere bile insaniyet şerefine muvafık muamele ediyor. Kim olursa olsun asla hakaret etmiyor mesela, insaniyet haysiyetine muvafık olmayacak hiçbir muamelede bulunmuyor. Kafirin yüzüne bile ‘kafir’ demiyor. Kendisine canavarca saldıranlara mukabele-i bil misil yapmıyor. Adeta her muamelesini “Allah’ın huzurunda olma” şuuru üzerine kuruyor. Evet zahirde insanlar ile ve mahlukat ile irtibat kuruyor ama hakikatta her muamelesi Rabbisine karşı bir kulluk tavrı. Çünkü tâbi olduğu Kur’an, hayatın merkezine FAZİLET VE RIZA-YI İLAHİ’yi koyuyor.

Hayatı, insanları ve eşyayı doğru okuyabilmek ve her şeye Cenab-ı Hakk’ın takdir ettiği kıymeti bilerek ona göre muamele edebilmek duasıyla…

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.