Kusurla Yüzleşmek Tevazû Sahibi Olan Kimselerin Hâsiyetidir.
Aynadaki hakikat ve tevazûnun derecesinde dercesilmiştir.
Her insan, kendi hilkatinin temelinde bir çelişki taşır. Mükemmeli arzularken, derin bir kusurla mühürlenmiştir. Aydınlığı içinde saklayan bir zarf gibi.
İnsan olarak hepimiz iyi niyetle yola çıkarız, ancak bazen incitir, bazen de yolda kalır bazen de inciniriz. İşte tam bu noktada, kadim bir kudret kendini gösterir, kulaklarımızda yankılanır. Bu sada vicdanımız ve latifelerinizin en ücra köşelerinde yankılanır.
"Kusurla yüzleşmek tevazû sahibi olan kimselerin hâsiyetidir."
Bu cümle, kişisel olgunluğun, kemâlin en yüksek basamağını işaret eder. Kusurla yüzleşmek, bir yenilgi değil, aksine en büyük manevi zaferin başlangıcıdır. Çünkü insan eksik ve hatasını görmüş kendi açığını fark etmiştir.
Kibrin körlüğü insanı uçuruma götürür. Modern yaşam, bize sürekli bir 'başarı' illüzyonu sunuyor. Sosyal medyada parlatılan hayatlar, kusursuzluk maskesi takan profiller... Bu çağda, hata yaptığını kabul etmek neredeyse bir utanç kaynağı haline geldi. Oysa hatadan kaçınma çabası, insanı kibir zırhına büründürür.
Kibir, bir nevi ruhsal körlüktür. İnsan ruhunda nurlu bir köşe bırakmaz. Âdetâ ruhu küsûfa tutturur. Bunun neticesi olarak hatayı başkasının sırtına yükler, kendi içindeki karanlık köşeleri görmezden gelir. Böyle biri ne gelişebilir, ne de gerçek bir bağ kurabilir kendisiyle.
Tevazûnun hürriyeti bu basiretsizlik ve kötülüğün panzehridir.
Tevazû, kendini küçük görmek değil; kendini gerçekçi görmek demektir. Yani, yeteneklerinin farkında olmakla birlikte, eksiklerini de bilmek ve kabul etmektir.
Kusuruyla yüzleşen mütevazı kişi, kendini dev aynasında seyretmeyi bırakır ve hayatın akışında olduğunu kabul eder.
“Kendimizi dev âyinesinde görmemeliyiz.”[1] Diye kulaklarımıza küpe gibi aksettiren Bediüzzaman Hazretlerine kulak vermeliyiz.
“Nefsini ittiham eden, kusurunu görür.
Kusurunu îtiraf eden, istiğfar eder.
İstiğfar eden, istiâze eder.
İstiâze eden, şeytanın şerrinden kurtulur.
Kusurunu görmemek o kusurdan daha büyük bir kusurdur.
Ve kusurunu îtiraf etmemek, büyük bir noksanlıktır.
Ve kusurunu görse, o kusur kusurluktan çıkar; itiraf etse, affa müstehak olur.”[2]
Ayrıca başkasında kusur gören kişide de o kusur ya meyil veya fiil olarak mevcuttur.
Kusuru kabul etmek cesaret ister. Yüzleşme anı acı vericidir ama sonrasında gelen şefkâtli dürüstlük, kişiyi özgürleştirir, gelişim basamaklarında ilerletir.
Hata kabul edildiğinde, "Neyi yanlış yaptım?" sorusu başlar. Bu sorgulama, değişimin ve büyümenin motorudur. Böylece insan harekete geçer ve analize başlar.
Hatalarını kabullenebilen birisi, bir eş veya bir dost; etrafındakilere de hata yapma izni vermiş olur. Bu da güvene dayalı, hakiki ilişkilerin temelini oluşturur. Çünkü insan kendine hata payı vermesiyle başkalarına da insan olarak hata payı vermiş olur.
Kusurlarla yüzleşmek, hayatımızın aydınlanmaya ihtiyacı olan loş odalarına fener tutmaktır. Bu feneri tutan el, tevazû ile donanmıştır. Bugün, aynaya bakıp sadece parlak yanlarımızı değil, gölgelerimizi de kucaklama vaktidir. Unutmayalım ki, bizi daha iyi insan yapan şey, düştüğümüzü inkâr etmek değil, kalkıp o hatadan ders çıkarmayı bilmektir.
İşte bu, alçakgönüllülerin en büyük hâsiyetidir bu tevazû..
Selâm ve duâ ile.