Kemalizmin kadına devrettiği imaj

Sosyolog yazar, Fatma Karabıyık Barbarosoğlu yeni kitabı “Cumhuriyetin Dindar Kadınları”nda cumhuriyet devriminin ardından ne Osmanlı ne Batılı çağdaş kadın tipine uymayan, yalnızca Müslüman kimlikleriyle var olmayan çalışan kadınların hikâyesini anlatıyo

Hatice Saka'nın haberi

“Neden “cumhuriyet”, erkekleri tanımlayan ve tamamlayan bir sıfat değildir? Türkiye Cumhuriyeti'nin sınırları içinde kendisini “cumhuriyet erkeği” olarak tanımlayan, tamamlayan bir grup yoktur mesela. Çünkü Kemalist devrim, imajını kadınlara emanet etmiştir. Her devrim ideal bir erkek tanımı getirir ama Kemalist devrim için reformların simgesi ideal kadın imajıdır.” diyen sosyolog yazar Fatma Karabıyık Barbarosoğlu, bu imajın dışında kalan ve asla “cumhuriyet kadını” tipleri arasında yer almayan dindar kadınların izini sürmüş. Yedi yıl devam eden titiz bir çalışmanın sonucunda da ortaya “Cumhuriyetin Dindar Kadınları” kitabı çıkmış. “Her hikaye onu dinleyecek biri olduğunda anlatılabilir” gerçeğinden yola çıkan Barabarosoğlu “hayatınızın hikayesine talibim” diyerek kahramanlarının kapısını çalmış. Görüşmeye gittiği kadınların tevazusu karşısında şaşkınlığını gizleyemeyen yazar, bu durumu şöyle izah ediyor: “Ben hayatım roman diyen, kendi hayatındaki her türlü teferruatı eşsiz ve biricik sayan bir kuşağın ferdiydim. Oysa hayatına tanık olmak istediğim kuşak, birey olmayı değil cemaate dahil olmayı, bir cemaat kurmayı önemsemiş, bunu hayatının gayesi kılmıştı.”

YEDİ YIL SÜREN ZORLU ÇALIŞMA

Cumhuriyet'in Dindar Kadınları'nda yer alan on altı hayat hikâyesinin her bir kahramanı, kendisi ve muhiti üzerinden anlatılıyor. Barbarasoğlu, kitabını dindar kadınların sivil toplum çalışmaları etrafında ortaya koydukları dayanışmanın dilini, mücadele şartlarını hissettirme gayesini merkezde tutarak kaleme almış. 1960'ların “ilk üniversiteli” kuşağını, 1970'lerin alt kamusallıklarda hizmet veren doktor ve öğretmen hanımlarının kurmuş olduğu muhiti ortaya koyması amaçlandığı için, çalışma birbiriyle yakın temas halinde olan on altı isim ile sınırlandırılmış. Doktor Gülsen Ataseven, ilaç promosyonu için muayenehanesine gittiği Dr. Hümeyra Ökten'in şahsında ilk başörtülü doktoru görmüş, iyi bir Müslüman olmak için sorularının peşinden gittiği yıllarda bu karşılaşma hayatında önemli bir dönüm noktasına denk gelmiş. Dr. Gülsen Ataseven, biçki dikiş hocası Fatma Çalıkavak, Av. Meliha Yalçıntaş ve Münire Yarar, Hanımlar İlim ve Kültür Derneği'nin faaliyetlerini omuz omuza yürütmüş. Çalışmanın Ankara ayağını ise üç isim temsil ediyor: İsmet İnönü'nün kızı Özden'in Ankara Kız Lisesi'nden sınıf arkadaşı Fakihe Güleç, A.Ü. İlahiyat Fakültesi'nin ilk öğrencilerinden Türkan Özkul, A.Ü. İlahiyat Fakültesi'nde “Hatice Babacan”ın şahsında simgeleşmiş olan “başörtüsü direnişi” nin en yakın tanığı Leyla Çonkar.

HAYATINIZIN HİKAYESİNE TALİBİM

Barbarosoğlu, kitabı hazırlarken, hayatımın hikayesinin bazı kahramanlar üzerinden, bir zaman testi geçirmesine de tanıklık etmiş oldum diyor ve ekliyor: 'En yaşlısının 1914, en gencinin 1945 doğumlu olduğu hanımların hiçbiri, hayatını ülke kederinden bağımsız olarak bireysel acılar biriktirerek yaşamamıştı. Post modern zamanların büyük hikayeyi parantez içine, küçük hikayeyi merkeze alan anlayışına karşılık, modernleşmenin bütün acılarını yaşamış ilk kuşak olarak Cumhuriyet'in Dindar Kadınları, bireysel acılarını parantez içine almış, kendi acılarını ancak ülkenin ortak acıları içinde muhafaza etmişlerdi.”

Hikayelerin önemli bir kısmında, kahramanların babaları ile rejimin gerilimli ilişkisine, dikkat çekiliyor. Atiye Akyıl'ın babası Nakşi şeyhi Ömer Lütfi Efendi, İskilipli Atıf Hoca'nın talebesi olduğu için; Fatma Çalıkavak'ın babası Hayri Çalıkavak, “şapka devrimi”ne muhalefetten; Leyla Çonkar'ın babası polis memuru Ahmet Toksöz, Kazım Karabekir Paşa'nın himayesinde yetiştiği ve Karabekir Paşa'ya duyduğu muhabbeti saklamadığı için rejimin soğuk takibini hayatları boyunca enselerinde hissetmişler.

REJİMİN GERİLİMLİ HAVASI

Fatma Çalıkavak'ın babası Hayri Çalıkavak'ın İstanbul Valisi Fahrettin Kerim Gökay ile yaşadığı bir olay ise çok dikkat çekici: “ Hayrettin Efendi geçimini sahaflıkla idame ettirmektedir. Tezgahı Beyazıt camiinin hemen yanındadır. Bir gün Beyazıt Camii'nin birinci imamı sarığını Hayrettin Efendi'nin tezgahına koyarak “Burada dursun. İkinci imam gelip alacak.” diyerek gider. Hemen o esnada bir gazeteci tezgahın ve dükkanında Kur'an okumakta olan Hayrettin Efendi'nin resmini çekerek acele tarafından gazetesine yetiştirir. Hayrettin Efendi'nin dükkanında Kur'an okuyan fotoğrafının altında şöyle yazmaktadır: “Bu olay Suudi Arabistan'da değil, İstanbul Üniversitesi'nin yanı başında oluyor.”

FES SATMADIĞINA YEMİN ET DİYEN VALİ

Gazetedeki bu yazı suç duyurusu kabul edilir ve Hayrettin Efendi Emniyet Amirliğine götürülür. Hikayenin devamı ise bir hayli düşündürücü: “Kararı Valinin vereceği söylenerek emniyetten Valiliğe götürülür. Zamanın İstanbul valisi Fahrettin Kerim Gökay'ın huzuruna çıkarılır. Ord. Prof. Fahrettin Kerim Bey'in ailesinde pek çok hafız vardır. Vali bey odasındaki herkesi çıkardıktan sonra Hayrettin Efendi'ye “Fes satmadığına dair Kur'an'a el basar mısın?” diye sorar. “Basarım” cevabını aldıktan sonra koltuğunun arkasındaki dolaptan bir Kur'an-ı Kerim çıkartarak uzatır. Hayrettin Efendi Kur'an'ı öpüp başına koyar. Vali bey dışarıdaki memurları çağırarak Hayrettin Çalıkavak'ın suçlu olmadığı anlaşılmıştır. der.”
Yeni Şafak

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.

Kitaplık Haberleri