Kelimelerin melekleri şarkıların eşek arıları

Habibi Nacar YILMAZ

Bazı âyet-i kerimelere veya hadîslere itiraz ederek inkâra düşen veya düşmeye yaklaşmış olanlarla karşılaştığımız oluyor. Bunların çektikleri ve bazen de meydan okuma cehalet ve cüretini de göstererek yaymaya çalıştıkları videolarını da ibret ve şaşkınlıkla izlediğimiz olmuştur. Hatta bunlardan biri, konuşmasında Kur'an'ın sayfalarına hakaret ahlaksızlığını da gösteren insan görünümlü bir lâşe, "Sakın ha, bu âyetlerin ve hadîslerin izahlarına, tefsirlerine, iniş sebeplerine de bakmayın. Belki mâkul izahları görünce ikna olabilirsiniz" diye de sözlerine eklemişti. Bir başkası da bir âyetin on kadar mealini alt alta getirmiş, hem meallerdeki farklılıkları nazara veriyor hem de kendince bazı kısımlara itiraz ediyor, cevapları çok basit olduğu halde bunu cerbeze ile kapatıp inkâr sebeplerini de  alay-ı vâlâ ile anlatıyordu.

Bir sözü tartarken, açıklarken, anlamaya çalışırken o sözü kimin, kime, niçin ve hangi makamda (yani bağlamda) söylediğine bakmadan sağlıklı değerlendirmek veya tam anlamak mümkün değildir. Diğer bir ifade ile bir söz güzelliğini, gücünü söyleyenden aldığı gibi; anlam tabakasını ve açıklığını da niçin ve kime, hangi ortamda söylediğinden alır. 

Bir ilkokul öğrencisine üniversiteli gibi ders anlatamazsın. Bir mücerret hakikati de ancak bazı teşbih (benzetme) ile anlatmak gerekebilir. Başka bir hakikat, hayatın içinden bir uygulama örneği ile görünür kılınır. İşte gerek Kur'an'da gerek hadîslerde bazı benzetmelere takılıp kalarak deizme kayan koca koca ilahiyatçıları bile görebiliyoruz. Ahirzaman hâdisatı, mecazî ifadelerin çok geçtiği "arş" âyetleri ve ebedî hayattaki bazı mecaz ağırlıklı benzetmeye ve tasvire yer veren hadîslerin izahları epeyce kafayı karıştırmış. Halbuki yine Kur'an, bu hususta "ilimde rusuhu" adres göstermiş ve muhakkik âlimler zamanı gelince bunları izah etmiştir. Bu asırda da bu muhakkiklerin en önemlisi Said Nursi'dir. Bazı âyet ve hadîsleri ne olursan ol Risale-i Nura müracaat etmeden çözmek mümkün değildir. Bunun çok tecrübesini bizzat yaşadım ve yaşıyoruz.

Yakında, bu işlerin içinde bocaladığını konuşmasından anladığım birini dinledim. Tasavvufun içinden geldiğini anlatan bu arkadaş: "İhya okutarak, anlatarak yirmi kat apartmanlarda oturan modern insana bir mesaj veremezsin" diyordu haklı olarak. "İnançla ilgili tartışmalar ve özellikle müteşabih âyet ve hadîsleri soranları da bastırarak, susturarak bir netice alamayız" tespitinde de haklıydı. İnsanların, özellikle çeşitli yayın ve sualler baskısı altındaki gençlerin sorularına mutlaka cevaplar verilmeliydi. Konuşan arkadaş da aynı sualleri soruyordu. Fakat yukarıda verdiğimiz ölçü ile bakamadığından, ayrıca kelâm tartışmalarını çok iyi bilmesine rağmen, kendi deyimiyle "marifet ilminde" Risale-i Nur gibi bir asrımızı aydınlatan marifet kaynağından da bîhaber olunca, yüzüne de yansıyan tereddüdlerini kelâmı ile de açık ediyordu. Sonunda deizme kaymış olduğunu da ilân etmiş zaten. 

Bunları okuyup dinleyince, her satırı bir hazine sayılabilecek bir nur  külliyatını tanıdığımıza ne kadar hamd etsek azdır diyorum. Gerçekten Üstad, felsefenin bir hakikat beyanından çok, tahminî yaratılış faraziyeleri de dahil muhtemel birçok materyalist görüşleri, teorileri ele alıp evir çevir yapıp hepsinin muhaliyetini kendi metotlarıyla ortaya koyuyor ve çürütüyor. Bizimkiler de bundan habersiz olunca, felsefenin tantanalı izahlarını bir şey zannederek alıp kıymetli sanıyor. 

Mesela haşri (öldükten sonra dirilmeyi) anlatırken bu dirilişin fâilini (öznesini) hem de isim ve sıfatlarının gözümüz önündeki tecellileri ile anlatıyor. Biz yeniden dirilişi kimden bekliyoruz? Bunun meşhud, görebildiğimiz örnekleri nelerdir, misalleriyle, misilleriyle gözümüzün ve aklımızın önüne koyuyor. Önce Marifetullah veriyor ve sonra ahireti o marifetin üzerine bina ediyor. Marifetullah (Allah'ı bilmek) olmadan, haşir anlaşılmaz. Haşir (büyük diriliş) Kadir ve Muhyi isimlerinin âzâmî tecellisi ile olduğundan bu isimlerin yüksek tecelli mertebelerini anlamayan veya aklı onlara yetişmeyen, taklitte kalır. Kalbin tam tatmini ve tereddütlerin izalesi, dirilişin gece gündüz kolaylığında kabulü, özellikle bu iki ismin marifeti ile mümkündür. 

Mesela tabiat bahsindeki "Tabiîdir, tabiat yapıyor, icat ediyor, eşyanın tabiatında olan esastır ki her şeyi var ediyor" maddesine Üstadın getirdiği üç ihtimalli izah ki modernitenin belini kırmıştır. 

Tabiat dediğinde sen neyi anlamak ve anlatmak istiyorsun? Eğer tabiat canlı cansız varlıkların tümü ise, zaten bunların failini aradığımızı birinci muhalde; kör, sağır, kaba, şuursuz olan ve sel gibi akan unsurların hareketliliğine, hareketliliklerinden kazandıkları yine kör, sağır, şuursuz güçlerine bir faillik, ilâhlık veriyorsan bunun imkansızlığını ikinci mahalde; yok eğer son derece intizamlı işleyişe, bir kanun ismini verip bütün eşyanın birbirinden haberli şekilde işlemesini farz ediyor ve bu düzgün işleyişe bir kanun adını takıp eşyanın var edilmesini senin taktığın o itibarî isme (kanuna) veriyorsan ona mümkün olamayacağının izahını da üçüncü muhalde bulabilirsin. Tabiat bahsinin tümünü sualleri ile okuduğumuzda, hem inkârcılığın akla gelebilecek tüm vehimlerinin çürütüldüğünü hem de felsefenin uzağında olduğu için, kısa nazarıyla ulaşamayacağı bir Uluhiyet, esma ve sıfat dersi olduğunu görüyoruz. Üstad, küfre açık tüm kapıları, ihtimal pencerelerini perdeliyor. Kur'an'ın üstadlığında; şirkin tüm çeşitlerini, faraziyelerini, sadece aklı ve maddeyi esas alan felsefeyi, tabiat bataklığını sual ve cevapları ile zirüzeber ediyor. 

Bunca izahtan sonra başlığa gelebiliriz artık. Mesnevi-i Nuriye'nin Ümit Şimşek çevirisinde, daha önce verilmeyen ilave yerleri de okuyorum. Her bir cümle ayrı bir marifet kapısı gerçekten. Orada bir Katre hatimesinde Üstad, Mevlana'dan "Hayatta olduğum sürece ben Kur'an'ın kölesi, Muhammed Muhtarın da yolunun tozuyum" cümlesini naklettikten ve Kur'an'ın kelimelerinin ulviyetini ispat için birkaç örnekten sonra: "Nerede Güneş ve Ay Halıkının kelamındaki kelimelerin melekleri, nerede beşer uydurması şarkıların eşekleri?" cümlesini kullanıyor. Yani beşer kelimelerini Kur'an kelimeleri karşısında, şarkıların eşek arılarına benzetiyor.

Ben de bundan cesaret alarak yine Tabiat Risalesinin sonundaki "Mevcudata nur-u Kur'an ile bakmayan ve maddiyatın en dağınık ve kesretin en cüzi teferruatına dalan ve sersemleşen feylesofların" aslında çok zayıf, belki "beşer uydurması şarkıların eşekleri" seviyesindeki vehimli izahlarının âyât-ı Kur'an'a karşında gök gürültüsüne karşı sivrisineğin sesi seviyesinde sönük kaldıklarını, güneşe üflemek derecesinde bile olmadıklarının ayan beyan ortada olduğunu görüyorum. Fakat felsefenin kâinatla, varlıkla ya da yaratılışla ilgili izahları örümcek ağından zayıf olmasına rağmen; İlâhî kaynağa kulak verilmediğinden yahut da felsefî izahların çok tantanalı oluşundan veya göze görünür hitap ettiğinden bir hakikat var mıdır, vehmine sebep olmuştur. Zamanımızda da nazarını oraya karıştıran zihinleri kirletmiş ve cazibesine kapılanlar zamanla içine dalmış, onu bir hakikat zannederek bocalamışlardır. Bu cahil ve ilimsiz hâlimizle, okuduğumuz eserler sayesinde, elbette gayrete âşık Gayretullahın tevfik ve inayetiyle her türlü küfrî cereyan ve tereddüdü, şek ve şüpheyi tard edecek semtimize yaklaştırmayacağız.

Evet dostlar, hakikat yolcularının ancak binde birine kurtuluş ümidi olabilen dalâletli felsefe, değişik şekil ve tarzlara bürünse de içinde sakladığı şüphe, şirk ve inkâr tohumuyla tahribatına devam etmektedir. Munisliğine aldanmamak için, güçlü bir donanımla, nurlarla kuşanmak şart.

Selam ve dua ile.

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.