Kayıp Kuşağa Mektuplar- 10

Yusuf Tosun'un yazısı...

Sevgili dost,

Bu mektubu sana çok yakın olduğum bir zaman ve zeminde kaleme alıyorum. İnsanın hayal dünyasını süsleyen ideallerin gerçekleşmesi kadar mutluluk verici bir şey var mı? Bu sıra hayallerimin, ideallerimin gerçeklik zeminine her geçen gün daha da yaklaştığını hisseder gibiyim. Çok yakınında olmama, yüz yüze görüşme imkânına sahip olmama rağmen yine de kağıda kaleme sarılıp sana yazmak beni daha çok rahatlatıyor. Neden mi? Çünkü, aşkımızın sözcükleri de aşan zamanlar üstü  bir boyutta olduğunu, bu nedenle de bu yitik kuşağın yarıda kesilen ama her an ayağa kalkmaya hazır serüveninin kalıcı olması ve tarihin boşluğuna bırakılması gerektiğini düşünüyorum. Yazının tarihe tutanak oluğundan hareketle bu mektupların yüreklerde kalıcı bir iz bırakmasını arzuluyorum.

Değerli dost,

Dün uzaktan yüreğindeki o tatlı ışıltıyı gözlerinden hemencecik okudum. Senin de içinde sönmeyen o büyük ideallerin erimediğini ve her geçen gün elmas parlaklığında sessiz ve derinden boy attığını fark ettim. Aslında o idealler aynı ve bırakıldığı gibi duruyor yerinde. Ancak söz konusu ideal ve heveslerin gerçekleşebilmesi için, küçük de olsa bir ‘hareket’ gerekiyor.  Çünkü hiçbir zafer savaşılmadan  ve bedel ödemeden gerçekleşmiyor. Emek harcanmadan kazanılan hiçbir zafer makbul değildir kanımca. Bu nedenledir ki, son zamanlarda yeniden heveslenme safhasında olan adımlarımızın hızlanması gerekiyor. İnsanlık bir iyilik hareketi bekliyor. Hızla ilerleyen zamanla birlikte ancak çalışan, mücadele eden kazanıyor. Tembel tembel oturan ise kaybediyor.

Sevgili dost,

Dünya hızlı bir kırılma süreci yaşıyor. Evrensel bir düşünce ve inanca sahip olan bizlerin çevremizde cereyan eden hadiselerden bigane kalması mümkün değildir. Ancak kendimizi de unutmamak şartıyla. Benim coğrafyamda yangın dalga dalga yayılıyorsa, komşu yangına su yetiştirmek makbul değildir. Buna rağmen son zamanlarda Irak’ta, Filistin’de, Lübnan’da olanlara yüreklerin dayanması mümkün mü hiç? Filistin’de çocukların yüreğinde patlayan bombalar darmadağın ediyor bizi. Artık dünyayı kasıp kavuran canavarlara dur denilmeli sevgili dost. Tabi ki sadece sayfalara kelimeler dizerek ya da meydanlarda sloganlar atarak değil. Bunlarla birlikte geleceğe dönük tasavvurlarımızı da şekillendirerek ve yürürlüğe koyarak büyük bir donanıma sahip olmak gerekmektedir. Her sabah Lübnanlı çocukların koynunda patlayan bombaların yüreğimizi paramparça ettiğini bilmem tekrar hatırlatmaya gerek var mı? Oralara çok uzak ama bir o kadar da yakınız. Her geçen gün eriyor, eridikçe bileniyorum geleceğe. Bilenmeli ve sen beni, ben onu, o ötekini harekete geçirmeli, değil mi? Harekete geçirmeli ve bir kurtuluş gemisi inşa etmeliyiz.

Aziz dost,

Kumsallarda Ağustos güneşiyle birlikte denizle yüzleşen hayallerimle  yüreğine uzanırken derin bir uykudan uyanır gibiyim. Güneşin o taze ışıltılarıyla göz kapaklarım mahmurluğunu silkelerken yine o derin yara sızlıyor içimde. Bütün organlarım kumsalda güneşte erirken yine de sana sığınmakta sükunet buluyorum. İlk göz ağrım, ilk aşkım, ilk hüznüm, sevincim, hayalim, idealim… sensin çünkü. Bütün hayal ve umutlarım sende saklı. Bu nedenledir ki; senin varlığın, benim varlığım; benim yokluğum senin hüsranındır. Çünkü biz biriz ve bir bütünüz. Hepimiz birimiziz, birimiz hepimiziz. Dünya bu dengeyle ayaktadır. Kayıp bir kuşak olmanın gizi de burada saklı değil mi? Yitirilmiş umutlarımızın anısına her gece saat on ikiyi vururken, bir yıldız daha kayar  yüreğimden. Bir cemre daha düşer toprağa ve bir kelebek uçar semaya. Sonuçta bir adım daha atar hareket halindeki insanlık. Tıpkı simurg gibi yedi vadiyi geçer ve sonunda simurglaşırız farkında olmadan.

Kıymetli dost,

Şu sıra bir gölge gibi yakınındaki uzaklardayım. Attığın her adımla birlikte ben de yol alıyorum yüreğinde. Her heyecanın heyecanım, her üzüncün de içimde bir yara gibi sızlıyor. Bil ki; şahlanacağın gün benim uçuşum gerçekleşecektir. Benim uçuşum ise yeryüzünü sevince boğacaktır şüphesiz. Bu nedenle kayıp da olsa varlığın kurtuluştur geleceğe. Umarım böyle bir misyonun ağırlığı omuzlarını çökertmez. Bilindik bir terennümün kollarına bırakıyorum avuçlarını:
“Kavuşmak özgürlükse özgürdük ikimiz de
Elleri çığlık çığlık yan yana iki dünya
İkimiz iki daldan iki hırçın su gibi akıp gelmiştik
Buluşmuştuk bir kavşakta
Unutmuştuk ayrılığı yok saymıştık özlemeyi
Şarkımıza dalmıştık
Mutluluk mavi çocuk oynardı bahçemizde

Acı çekmek özgürlükse
Özgürüz ikimiz de
O yuvasız çalıkuşu
Bense kafeste kanarya
O dolaşmış daldan dala
Savurmuş yüreğini
Ben bölmüşüm yüreğimi
Başkaldıran dizeler.
Aramakmış oysa sevmek
Özlemekmiş oysa sevmek
Bulup bulup yitirmekmiş
Düşsel bir oyuncağı.
Yalanmış hepsi yalan
Yalanmış hepsi yalan
Sevmek diye bir şey varmış
Sevmek diye bir şey yokmuş
Acı çektim günlerce
Acı çektim susarak
Şu kısacık konuklukta
Deprem kargaşasında
Yaşadım bir kaç bin yıl
Acılara tutunarak
Acı çekmek özgürlükse
Özgürüz ikimiz de
Acılardan arta kalan
İşte bu bakışlarmış
Buğu diye gözlerinde
Gün batımı bulutlarmış.”
                                                       (H.  Korkmazgil)

 Selam ve sağlıcakla kal…

Edebiyat Haberleri