Kayıp kolyenin düşündürdükleri

Metin KARABAŞOĞLU

Asr-ı Saadet'in hadisatı içinde, beni en ziyade taaccübe sevkeden olaylardan biridir. Resûlullah aleyhissalâtu vesselam ve ashabı, Allah yolunda cihad etmek üzere yola çıktıkları bir seferden dönmektedir. Ordu Beydâ veya Zâtü’l-Ceyş denilen yere gelmiştir ki, mü’minlerin annesi Hz. Âişe kolyesinin kopup kaybolduğunu fark eder. Yemen boncuğundan mamul bir kolyedir bu. Öyle, bulunmaz mücevherlerden mamul, işçiliği benzersiz nadide bir kolye değildir. Ama, neticede bir kolyedir; ve Hz. Âişe onun kopup düştüğünü farketmiş haldedir.

Durumdan haberdar olduğunda Resûl-i Ekrem aleyhissalâtu vesselamın kararı, ordu sefere devam da etse, sabahleyin gün ağardığında o kolyeyi aramak için geride kalmak olur. Sahabiler ise, Resûlullah’ın geride kaldığı bir seferde onun önünde yol almak istemezler. Sonuçta, bütün ordu Resûlullah aleyhissalâtu vesselam ile birlikte orada kalır.

Gelin görün ki, kalınan yer yanında veya yakınında su bulunan mutad durak yerlerinden biri değildir. Bilakis, civarında bir damla su bulunmamaktadır. Buna karşılık, sabah namazının vakti girmek üzeredir.

Bunun üzerine seferdekiler Hz. Ebu Bekir’in yanına gidip, “Âişe’nin yaptığına bak! Hem Resûlullah’ı, hem de herkesi burada oyaladı” diye söylenirler.

Hz. Âişe, bu şikâyetler üzerine gidip kızına çıkışır. “Sen” der, “Resûlullah’ı da, halkı da burada hapsettin.”

Allah’ın Resûlü hanımının kayıp kolyesinin bulunması için susuz bir yerde mola verip gün ağardığında kolyeyi aramaya razıdır ama, yaklaşan sabah namazı vaktinin ashâbda uyandırdığı bir tedirginlik de vardır.

O esnada, tedirgin olan bir başka isim ise, Hz. Âişe’dir. O, kayıp kolyesi için mutad durak yeri olmayan susuz bir yerde konaklamayı tercih eden ve o sırada başını hanımının dizlerinin üzerine koymuş halde uyuyor olan Resûl-i Ekrem aleyhissalâtu vesselamın babası ona çıkışırken sesleri duyup uyanması endişesiyle tedirgindir. Halkın şikâyetine, babasının azarına da razıdır, hatta babasının kızgınlıkla bir de eliyle böğrüne böğrüne dürtmesine razıdır, ama kendi duyduğu bu sözleri Resûlullah’ın da duyup uyanmasından yahut babası kızgınlıkla böğrüne dürterken kımıldayıp Resûlullah’ı uyandırmaktan korkmaktadır.

Hz. Âişe’nin korktuğu başına gelmez. Ama az zaman sonra, Resûlullah aleyhissalâtu vesselam, kendiliğinden uyanır. Sabah namazı vakti girmiş, gün yavaş yavaş ağarmaya başlamıştır. Ashabının yüzündeki, su bulamadığı için abdest alamayarak namazı kaçırma tedirginliği kolayca görülür haldedir.

Tam bu esnada, Resûlullah’ın yüzünde vahiy ânının işaretleri görülür. Ashâbına bildirdiği bu henüz nazil olmuş âyette, âlemlerin Rabbi şöyle buyurmaktadır:

“...Su bulamazsanız temiz toprağa teyemmüm edin, yüzlerinizi ve ellerinizi onunla meshedin. Allah size zorluk yapmak murad etmez, bilakis sizi temizlemek, ve üzerinizdeki nimetini tamamlamak ister. Ola ki şükredesiniz.” (Bkz. Maide sûresi, âyet: 6)

Bunun üzerine, Medineli sahabilerin en büyüklerinden Useyd b. Hudayr, sevinç içinde, “Ey Ebu Bekir ailesi! Bu, sizin ilk bereketiniz değildir” diye seslenir. Onun, Hz. Âişe’ye ise, “Allah sana rahmetini bol kılsın” dediği ve daha önce yine bir kolye yüzünden yaşanan İfk hadisesi sonrasında nazil olan Nur sûresi âyeterini hatırlatarak, “Senin başına hoşlanmadığın her ne gelmiş ise onda Allah senin için de, müslümanlar için de bir ferec kılmıştır” dediği rivayet edilmektedir.

Böylece, bir kayıp kolye yüzünden susuz bir yerde konaklayan ordu ellerini toprağa vurup teyemmüm etmek sûretiyle temizlenip namazını kılar. Sonra, Hz. Âişe devesini dürtüp kaldırır. Görür ki, kolyesi tam da yokluğunu hissettiği esnada düşmüştür; zira, kayıp kolye devesinin altında çıkar.

Pek çok dersler, hikmetler ve rahmetler yüklü bu hadisede benim en ziyade dikkatimi çeken, Resûlullah aleyhissalâtu vesselamın tavrıdır. Allah Resûlü, kadın fıtratını doğru okuduğunu açıkça gösteren bir tutum sergilemiş; Kaybedilen kolye madde itibarıyla pek de değerli olmadığı, bilakis boncuktan mamul öylesine bir kolye olduğu halde, hanımı Hz. Âişe açısından hususî değeri olan o kolyeyi bulmak, en azından bulma ümidiyle aramak için seferde geri kalmayı tercih etmiştir. Ona, “Ben Allah’ın Resûlü olarak neyin derdindeyim, sen neyin derdindesin?” dememiştir. “Öyle nadide birşey de değil, niye derdine düşüyorsun?” da dememiştir. Bilakis, hanımının bir kadın olarak o an iç dünyasında neler hissettiğini bildiğinden, onu anladığını ve bu uğurda bilfiil çaba göstermeye de açık ve razı olduğunu göstermiştir.

Sahabilerin ve Hz. Ebu Bekir’in tavrında ise, Resûlullah’a tam bir itaat okunmakla birlikte, kadın ruhunu Resûlullah kadar incelikle okuyamamak gibi bir durum sözkonusudur. O yüzden, Resûlullah’ın kendisi için geride kaldığı Hz. Âişe’ye doğrudan veya dolaylı bir sûrette sitem etmişlerdir. Maamafih, bu sitemleri de Hz. Âişe’nin şahsıyla bir problemleri olduğundan değil, namazla ilgili endişeleri sebebiyledir.

Buna karşılık gelen âyet, bir bakıma, Resûlullah aleyhissalâtu vesselamın tutumunu teyid etmektedir. Nasıl kolyesinin kaybolduğunu haber verdiğinde Hz. Âişe’ye ‘susuz yerde konaklamanın yol açacağı bedeli’ hatırlatmak yerine, kayıp kolyeyi bulmak için geceyi orada geçirip sabahı orada beklemeyi tercih etmiş ise; gelen âyet de, ‘kadınların kayıp kolyelerin derdine düşmeleri’ni ayıplamak yerine, suyun olmadığı bir yerde teyemmümle namaz kılma ruhsatını mü’minlere bildirmektedir. Resûlullah’ın fıtratını doğru okuduğu, ruhunda o an olup bitenleri gayet iyi anladığı hanımının hoşnutluğu için sergilediği geride kalıp kayıp kolyeyi arama kararına mü’minlerin Resûlullah’ı bırakıp ileri gitmeme edebi de eklendiğinde hâsıl olan sonuç, âlemler Rabbinin ümmet-i Muhammed üzerindeki rahmetini apaçık gösteren teyemmüm âyetidir.

Bir bakıma, âlemler Rabbi bu hadiseyi teyemmüm âyetinin sebeb-i nüzulü kılarken, kadınların da, erkeklerin de hangi fıtrat üzere olduğunu herkesten iyi bilen Fâtır-ı Hakîm-i Rahîm olarak mü’min erkeklere ‘fıtratı doğru okuma’ dersi de vermektedir.

Gelin görün ki, gerek ilgili olayda Resûlullah aleyhissalâtu vesselamın gösterdiği tavır, gerek bu olayın akabinde inen âyet bu dersi verdiği halde, bugünün dünyasında sadece mü’min erkeklerin değil, mü’mine kadınların da bu okumayı lâyıkınca gerçekleştiremediği görülüyor. Zira, mü’min erkeklerin hatırı sayılır kısmı ‘kendi iç dünyasıyla’ kıyaslayarak kadını anlama çabasına girip tökezlediği gibi, mü’mine kadınların bilhassa feminizm gibi akımlardan daha ziyade etkilenmiş okumuş yazmış kısmında ‘erkeksi’ bir söylem etkisini gösteriyor. Sonuçta, ‘erkeksi’ bir söylem ile ‘kadın fıtratı’nın beraberce varolmaya çalıştığı bir ‘iç dünya’dan sorunlu bir ruh hali, sorunlu hayat kurguları, sorunlu evlilikler, sorunlu aile ortamları zuhur ediyor.

Sözümüzü daha da açık hale getirelim.

Allah Resûlü’nün tavrı, son derece açık. Bir kadın olarak Hz. Âişe’ye ‘dava ve misyon’ üzerine uzunca konuşmak yerine, bir kadın olarak onun o an neler hissettiğini anladığını gösterir bir tutum sergiliyor. Gelen âyetler de, bir kadın olarak bu fıtrî ruh haliyle Hz. Âişe’den dolayı zuhur eden abdest ve namaz problemine teyemmüm ile cevap verirken, bir bakıma Resûlullah’ın bu tutumunu teyid ediyor, tasvip ediyor.

Ama bugünün mü’mine kadınları arasında meselâ mü’mine kalem erbabının önemli kısmının yazdıklarına baktığımızda, Resûlullah’ın Hz. Âişe’ye gösterdikleri müsamahayı hemcinslerine karşı gösteremediklerini; bilakis ‘kadın fıtratı’nın icabatından olan bazı ilgileri ‘erkeksi bir söylem’le ya red yahut istihfaf ettiklerini görüyoruz. Ama öte yanda, bu duruma karşılık bizzat ‘kadın fıtratı’ taşıyor olmanın çelişkilerini sergilediklerini de...

Meselâ, ‘moda’ ve ‘gösteriş’ üzerine keskin bir söyleme karşılık ekrana çıkma durumu hasıl olduğunda ekranda nasıl görüneceği hususuna ziyadesiyle dikkat edilebildiğini...

Meselâ, bir yanda ‘görüntünün iktidarı’ üzerine yazılar yazılırken, öte yanda hangi açıdan ve hangi ışık ayarıyla yapılan çekimlerde daha iyi görüntüsünün yakalandığının da dert edilebildiğini...

Şahsen, bu zamanın mü’minlerinin yaşadığı evlilik yaşının gecikmesi, evliliklerin ise ömrünün kısalması gibi problemlerin en önemli sebeplerinden birini Allah’ın kadınları farklı mizaç özellikleri ile yarattığı gerçeğinin kabullenilememesi vâkıasının yattığını düşünüyorum.

Halbuki, işte tablo ortada! Bir kolye edinmek erkek için yakışıksız bir durum iken, Peygamber hanımı da olsa bir kadının kayıp kolyesi için dertlenmesi ne kadar da fıtrî...

Peygamberin, bir erkek olarak, hanımının bu derdini anlayıp onunla hemdert olabilmesi ne derece sıcak, ne kadar da insanî...

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (7)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.