Kavramların İslamileştirilmesi

Mustafa ÖZCAN

Merhum İsmail Raci Faruki’nin geliştirdiği bilginin İslamileştirilmesi diye bir tez ve kavram vardı.  Elbette bilginin İslamileştirilmesinden kasıt sosyal bilimlerin İslamileştirilmesidir. Gazali bunu yapmıştır. Gazali teknik bilimlerden kabul ettiği mantığı ilimlerin mukaddimesi sayarken veya alet ilimlerine ilhak ederken felsefeyi de İslamileştirmiştir. Yani onun zararlı kısımlarını yararlı kısımlarından ayırmıştır. Teknik ve fenni ilimler sünnetullah kapsamında olduklarından zaten eski bir ayrıma göre alet ilimlerinden sayılırlar. Bu ilimler Bediüzzaman’ın deyimiyle zaten lisan-ı hal hatta kalleriyle yaratıcılarını anlatmaktadır. Mesele bunların yorumundadır. Yorum bir anlamda geçişli bir alandır.  İslami olanı da vardır olmayanı da. Gazali bu anlamda felsefeye iman ettirmek istemiştir. Gazali’nin bununla aklın alanını kapattığı ve aklı iptal ettiği söylenmiştir. Halbuki, Gazali akla sınırlarını tarif etmiş ve göstermiştir.  Aklın alanını kapatmamış belki onu doğru alana yönlendirmiştir. Sadece ideolojik ilimler veya bu ilimlerin metodolojisi olan felsefe İslamileştirilmeye muhataptır.

Elbette ideolojik ilimleri İslamileştirmek için kavramların da İslamileştirilmesi gerekir.  İnsanlar sadece tabiat üzerinden değil Kur’an üzerinden de ilhad ve ateizm geliştirebilirler. Batiniler böyle yapmıştır.  Onlar ile iman arasına giren tevil veya daha geniş kapsamda kavramlardır. Onlar muattıla olarak anılan Mutezile’nin de ötesine taşarak beşer dilinin Allah’ı tanımlayamayacağını ve dolayısıyla beşer kavramıyla Allah’ın anılamayacağını öyleyse Allah’ın ne subuti ne de selbi sıfatlarla anılabileceğini öne sürmüşlerdir. Böylece Kur'an'ı aştıkları gibi ona ters de düşmüşlerdir. Yunan filizoflarının yaptığının da ötesine gitmişler ve atıl bir yaratıcı tasavvur etmişlerdir. Onun ötesinde Allah’tan selb ettikleri yani nefyettikleri sıfatları ikinci akla ve imamlarına hamletmiş ve onlarda ispat etmişlerdir.  Daha açık bir ifadeyle, Allah’ın sıfatlarını beşere yüklemişlerdir. Bunu neden yapmışlardır? Güya Mutezile gibi tenzih makamından yola çıkarak bunu mutlaklaştırmışlar ve suistimal etmişlerdir. Bununla Yunanlı filozofların daha alt derekesine ve kümesine düşmüşlerdir.  Allah’ın Kur’an’da kendisini tanımladığı sıfatlara bile ters düşmüş ve bunları bile tevillerle inkar etmişlerdir. Hayat, semi, basir gibi.  Mutezile bu sıfatları zatıyla birleştrmiştir. Gazali'nin dedği gibi bu bu inkar değil bir yorumdur. Lakin batinilerin ki düpedüz inkardır.  Beşerin dilinin Allah’ı tanımlamaya yetmemesi başkadır bunu toptan reddetmek ise daha başkadır. Dünya nimetlerinin ahiret nimetlerinin sadece küçük bir numunesi olması gibi insan da Allah’ı idrak değil, ihata edemez. Lakin batiniler kısmi idrake de karşı çıkmışlardır. Evet tefviz veya ademu’l derki idrakun dedikleri gibi insanın acziyetini bilmesi bir nevi idraktir. Bu başka bir makamdır. Gözlerin yetersizliği ihataya engeldir ve bundan dolayı kimse dünya gözüyle Allah’ı göremeyecek denmiştir.  Lakin bu keyfiyetten uzak bir biçimde cennette görülemeyeceğini göstermez

*

Bundan dolayı kendi kavramlarımızla konuşmamız gerektiği gibi aynı zamanda bunun sınırlarını da iyice tayin etmeliyiz.  Sözgelimi Şahin Alpay geçenlerde kavramların birbirine karıştırılmasına dair orijinal bir ifade kullanmıştır. Şöyle yazmıştır: ”Pekâlâ "günah" ve "haram" gibi dini kavramlara başvurabilirler. Ama "günah" ve "haram" olanı suç haline getiremezler. Çünkü demokrasilerde bireylerin "günah / haram" anlayışları çok farklı olabildiği gibi, "dindar olma veya olmama özgürlükleri" de vardır…” Burada demokrasi ile laiklik zımni olarak ikiz kardeş olarak tasavvur ediliyor. Lakin bizi kavram düzeyinde asıl ilgilendiren husus, günahın suç haline getirilemeyeceğidir.  Son kürtaj tartışmasında meselenin bam teli de burada düğümlenmektedir.  Hükümet bunun hem günah hem de suç olduğuna hükmetmektedir. Buna mukabil, Saadet Partisi gibi partiler ise bu zeminde gizlenen asıl günahın ve suçun zina olduğunu ve zamanla yasak kapsamından çıkarıldığını ve yeniden yasak kapsamına alınmasını istemişlerdir. Yani hükümetin seçiciliğine karşı çıkmışlardır.  Zannediyorum Şahin Alpay hem hükümet hem de Saadet Partisi gibi düşünenleri  toptan kastederek böyle demektedir.  Demokrasilerde günah ile suç birbirinden ayrılır mı, o başka bir tartışma mevzuu ve konusu olsun.  Peki! Günah suç değil midir?

*

İslam’da fetva ile kaza makamı birbirinden ayrılır. Birisi gerçekten de ilmihal, günah ve sevap meselelerine; bağlayıcı olmaksızın ferdi düzeyde bakar. Müsteftilerin yani halkın her türlü dini sorusuna cevap verir. Kaza ise hukuki alanı temsil eder ve suç cezaya ve hak ve hukuka bakar. Kararları bağlayıcıdır. Fetva dini bilgi veya görüş almaktır. Kaza ise hukuk önünde hesaplaşma makamıdır.  Teknik olarak zaman zaman bu iki hal birbirinden ayrılsa da günah bazen suç bazen de olmayabilir. Mesela haset günahtır ama suç değildir. Lakin adamın biri haset duygularını gemleyememe nedeniyle kıskandığı birine maddi olarak zarar verse yani duygusunu eyleme geçirse o zaman potansiyel günah suç kapsamına girer.  Haset manevi günahtır ve insan bunu eyleme dönüştürmedikçe masundur.  Kastetse ve kastını infaz etmedikçe şer-i şerif önünde ve kaza önünde suçlu değildir. Hatta kendisiyle mücadele ettiği sürece bu süreç lehine döner ve günah alanı sevap alanına dönüşür.   Gözleri haramdan sakınmak sevaptır, sakınmamak günahtır lakin bunu fiili bir ilişkiye dönüştürmek ise suçtur. 

Özgürlük kavramı ve alanı noktasında laik kesimlerle İslami kesimlerin atıfları tamamen birbirinden farklıdır. Başörtüsü mevcut sistemde özgürlük olsa dahi dini alanda bir vecibe ve kuraldır. Onu özgürlük bağlamına indirgerseniz o takdirde Hollanda’daki gibi cinsel özgürlüklerle eşit hale getirmiş olursunuz. Zira orada her ikisi de özgürlük bağlamında ele alınıyor veya bazı kesimlerce eşitleniyor. Halbuki,  onların özgürlük dedikleri husus haram ve bizim özgürlük dediğimiz husus ise farzdır.    

*

Muhammed Abduh katılmadığım yönleri olsa da orijinal bir adamdır.  Kadın özgürlüğü, başörtüsü ve heykel yasağının kaldırılması ve benzeri hususlarda katılmadığımız yönleri çoktur. Lakin bazı hususlarda ise öncüdür. Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi ile Maturidilik ve Eş’arilik noktasında ters düşmüştür. Bununla birlikte bazı kavramları İslamileştirmiştir.  El Cezire’de yayınlanan  ‘Eş-Şeriatu Ve’l Hayat’ programına çıkan ve geçmişte Abduh’un bütün çalışmalarını bir araya getiren ‘El Ama’l el Kamile ( Bütün Eserleri)’  hazırlayıcısı ve Ezher Dergisi (Mecelletü’l Ezher) Yayın Yönetmeni Muhammed İmare, Muhammed Abduh’un tabiat kavramı yerine ‘halika’ kavramını kullandığını ve tabiata halika yani mahlukat dediğini ifade etmiştir.  Kullar için iyalullah tabiri hadislerde ifade edilmiştir.  İnsanlık mecazen Allah’ın ailesidir.  Tabiat ise yaratıkların toplamı yani halika/mahlukattır. Böylece Muhammed Abduh tabiata müstakil bir manayı çağrıştıran bir isim vermek yerine harfi manayı çağrıştıran bir kavram kullanmıştır: Halika.

Bu bana Bediüzzaman’ın ‘kainatta tesadüfe tesadüf edilmemiştir’ tabirini hatırlattı ve tesadüf kavramını İslamileştirmesini hatırlattı. Tevafuk.  Nasıl dünyada kelebek etkisi diye bir şey varsa onun ötesinde  her şeyde bir vefk  yani ilahi tenasüp ve tevafuk vardır.  Bütün kainat Allah’ı tasarrufuyla birbirine bağlıdır.  Halika gibi onların tasarrufları da tesadüf değil, tevafuktur.  Dolayısıyla ne tabiatperestlerin dediği gibi tesadüf ne de Mutezilenin dediği gibi  tevlit vardır bilakis Allah'ıh yaratması ve bunun afaktaki tezahürü olan tevafuk vardır.

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (4)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.