Kastamonu Lahika Düsturları–26 (Sabır ve tahammül etmek)

Afife ARTIK

Sabır konusunu bir tek yazıda etraflıca işlemek elbette mümkün değil. Sabırla ilgili ayetler ve hadisler, başta Peygamber Efendimiz (asm) olmak üzere Eyüb (as) ve Cercis (as) gibi peygamberlerin fevkalade sabırları konu edilecek olsa bir kitap veya kitaplar yazmak gerekir.

Biz bu yazımızda sabır konusunu, işlemekte olduğumuz Kastamonu Lahikasındaki mektubun ilgili kısmı etrafında inceleyeceğiz.

Bediüzzaman, Kastamonu’da her bir ayı bir sene münferit hapis kadar ezici bir tecridde bulunduğu vakitte, talebeler ile haberleşemiyor. Elbette talebeler de kendisinden haber alamadıklarından endişeleniyorlar. Çünkü münafık ve zındık düşmanlar, Bediüzzaman’ın vücudunu ortadan kaldırmak için var güçleriyle taarruz ediyorlar. Barla’daki sürgün yıllarından sonra Kastamonu’ya nefyedilen Said Nursî bu elîm haldeyken bile “Rahmetin iltifatı devamdadır” diyor. Başka bazı mektublarında da Risale-i Nur talebelerinin; aldıkları tahkiki iman dersi ile, her şeyde Rahmetin izini, özünü, yüzünü gördüklerinden ve İlâhî hikmet ve adaleti müşahade ettiklerinden, her türlü sıkıntıya tahammül ederek kadere rıza ve teslimiyetle mukabele ettiklerini söylüyor.

Tuzakları bozan sabır

Bediüzzaman’ın îmâna ve Kur’âna olan hizmetinden ziyadesiyle rahatsız olan zındıka komitesinin adamları ve onlara aldanmış olanlar Bediüzzaman’ı her vesile ile tayzik ediyorlar. Tahammül edemeyip ‘artık yeter’ diyerek bir hadise çıkarmasını istiyorlar ki onu bahane ederek vücudunu ortadan kaldırsınlar. Buna mukabil Üstad fevkalade bir sabır göstererek onların eline koz vermiyor.

“Hâlık-ı Rahîmime hadsiz şükürler olsun ki, kuvvetli bir sabır ve tahammülü ihsan ederek suikastlarını akîm bıraktı.” [i]

“Burada bir günde çektiğim sıkıntı ve azabı, Eskişehir'de bir ayda çekmezdim. Dehşetli masonlar, insafsız bir masonu bana musallat eylemişler, tâ hiddetimden ve işkencelerine karşı "Artık yeter" dememden bir bahane bulup, zâlimâne tecavüzlerine bir sebep göstererek yalanlarını gizlesinler. Ben, harika bir ihsan-ı İlâhî eseri olarak şâkirâne sabrediyorum ve etmeye de karar verdim.” [ii]

“Hem Eski Said damarıyla tahammül etmeyerek, "Ortalığı karıştıracak!" diye kanaatları varmış.” [iii]

Bediüzzaman’ı hiddete getirip bir hadiseye sebebiyet vermek planları akîm kalan zındıklar ve adamları başka bir tarzda taarruz ediyorlar:

“Gizli düşmanlarımız hükûmetin ehemmiyetli ve bir kaç vazifedarlarını elde edip beni tazyikatla Menemen ve Şeyh Said hadisesi gibi bir hadise çıkarmak için bütün kuvvetiyle, en hassas damarlarıma dokunduracak tarzda, her desiseyi istimal ettiler. Gördüler ki, Eski Said yok; yenisi ise her şeye tahammül ediyor. O plânı sair suikastlere, ezcümle zehir vermeye tebdil ettiler.” [iv]

Bir ilaç olarak sabır ve tahammül

“Eskiden beri ihaneti kabul etmediğimden, beni o surette hiddete getirip bir mesele çıkararak mahvıma yol açmaktı. Bundan bir şey çıkaramadıkları için, zehirlendirmek vasıtasıyla mahvıma çalıştılar. Fakat inayet-i İlâhiye ile, Nur şakirtlerinin duaları tiryak gibi, panzehir gibi ve sabır ve tahammülüm tam bir ilâç gibi o plânı akîm bıraktı, o maddî ve mânevî zehirin tehlikesini geçirdi.” [v]

Asayişi muhafaza için sabır

Bediüzzaman, pek çok ithamlara ve hukuka mugayyir muamelelere maruz bırakıldığı halde, bir hadise çıkmaması ve masumların zarar görmemeleri için sabrediyor ve imana olan hizmetinde ona düşmanlık edenlere şiddetli mukabelede bulunmuyor.

"Ben elli altmış senedir küfr-ü mutlaka karşı imana hizmet etmek ve küfr-ü mutlakın neticesi olan anarşilikten milleti kurtarmak için bütün kuvvetimle iman hizmetindeki ihlâsın neticesi olan âsâyişi muhafaza ile, bir câni yüzünden on mâsumu zulümden kurtarmak için rahatımı, şerefimi, haysiyetimi, hattâ lüzum olsa hayatımı feda etmekle, herbir tazyikata, mânâsız, lüzumsuz şeylere karşı sabır ve tahammül ettim. İşte, benim otuz kırk senedir bu hizmet-i imaniye için, benim hakkımda habbeyi kubbe yapıp, bir bardak suda fırtına çıkarıp beni tâciz ettikleri halde, sırf hizmet-i imaniyenin bir neticesi olan âsâyiş için sabır ve tahammül ettim.” [vi]

Bediüzzaman, kendisi her türlü işkenceye mukabil fevkalade sabır ve tahammül göstermekle beraber Risale-i Nur talebelerine de sabrı tavsiye ediyor:

“Ben sizlerden şahsen çok ziyade sıkıntı çektiğim halde çıkmak istemiyorum. Siz de mümkün olduğu kadar sabır ve tahammüle ve bu tarz-ı hayata alışmaya ve Nurları yazmak ve okumaktan teselli ve ferah bulmaya çalışınız.” [vii]

“Bizim vazifemiz müsbet hareket etmektir. Menfî hareket değildir. Rıza-yı İlâhîye göre sırf hizmet-i imaniyeyi yapmaktır, vazife-i İlâhiyeye karışmamaktır. Bizler âsâyişi muhafazayı netice veren müsbet iman hizmeti içinde her bir sıkıntıya karşı sabırla, şükürle mükellefiz.” [viii]

Bediüzzaman, bu cümlesinden sonra kendi hayatından misal veriyor ve Rusya’da iken kumandana karşı ayağa kalmamasını, Divan-ı Harb-i Örfî’de kendisini idamla tehdit etmelerine kıymet vermeyişini, eski hayatında asla tahakküme boyun eğmediğini hatırlatarak, şimdi ise otuz seneden beri müsbet hareket etmek ve vazife-i İlahiyeye karışmamak hakikatleri için, kendisine yapılan muamelelere Cercis (as) gibi ve Bedir ve Uhud’da çok cefa çekenler misillü sabır ve rıza ile mukabele ettiğini anlatıyor.

Sabrının fevkalade güzel neticelerinden birini Said Nursî şöyle ifade ediyor:

“Ben maddî ve mânevî herşeyimi feda ettim, her musibete katlandım, her işkenceye sabrettim. Bu sayede hakikat-i imaniye her tarafa yayıldı. Bu sayede Nur mekteb-i irfanının yüz binlerce, belki de milyonlarca talebeleri yetişti.” [ix]

‘Konuşan Yalnız Hakikattir’ başlıklı bu yazının devamında Said Nursî, Nur Talebelerine, kendisinin maddi manevi her şeyden feragat mesleğine sadık kalarak yalnız ve yalnız Allah için çalışmalarını vasiyet ediyor. Kendisi, haksız hareket edenlere bütün haklarını helal ettiği gibi talebelerin de helal etmelerini istiyor. Kendilerine eza ve cefa edenlerin, kaderin ince sırlarına ve hakikat-i imaniyenin inkişafına hizmet ettiklerini beyan ederek ‘bizim vazifemiz onlar için yalnız hidayet temennisinden ibarettir’ diyor. Talebelere, onlara karşı kalblerinde zerre kadar intikam emeli beslememelerini ve onlara mukabil Risale-i Nur’a sebat ve sadakatla çalışmalarını tavsiye ediyor.

Bediüzzaman’ın tatbikatından da anlıyoruz ki sabır, eli kolu bağlı oturmak veya davasından vaz geçmek değil, mevcud şartları değerlendirerek en uygun tavrı sergilemektir. O zamanın şartlarında bütün bu baskı ve işkencelere rağmen Risale-i Nur’un neşri devam etmiştir.

Risale-i Nur Külliyatında Hastalar Risalesi, İhtiyarlar Risalesi, İkinci Lem’a gibi pek çok risalede sabır konusu işlenir. Bunların hepsine burada yer veremeyeceğiz ama bir numune olarak Yirmi Üçüncü Mektub’dan bir sual ve cevabın içeriğine bakalım:

Burada Hulusi Bey, “Allah sabredenlerle beraberdir” âyet-i kerimesinin hikmetini soruyor. Bediüzzaman bu suale hülasa olarak böyle cevap veriyor: sabır kurtuluşun anahtarıdır, hırs ise mahrumiyete sebebdir. Cenab-ı Hakk’ın inayet ve tevfiki sabırlı olanlarla beraberdir. Sabırsızlık göstermek Allah’dan şikayeti tazammun eder. İnsan üç nevi sabırla mükelleftir; günahlardan çekinmekteki sabır, musibetlere karşı sabır ve ibadete devamda sabır. Bu üç sabır insana; Allah’a yakınlık, muhabbetullah ve en büyük makam olan ubudiyet-i kâmileyi kazandırır.

Sabır içinde şükür

Bediüzzaman sabır ile şükrü çoğu zaman bir arada kullanıyor. Sabrı gerektiren durumların içinde mutlaka şükredecek cihetler buluyor. Mesela; çok sıkıntılı şartlardaki hapis musibetinin, mahpusların Risale-i Nur ile tanışıp ebedî hayatlarının kurtulmasına vesile olması cihetine bakarak şükrediyor. Mahpuslara da bu hapislerinin günahlarına keffaret olacağını, buradaki vakitlerini ibadetle geçirirlerse her bir dakikalarının bir gün ibadet hükmüne geçebileceğini ihtar ederek onları şükre sevkediyor.

Sabır, tahammül ve sabır içinde şükürle ilgili Risale-i Nur’da pek çok hakikatler ve misaller var. Biz bu kadarla iktifa edelim. Sizin de yazıyı okumak konusundaki sabrınızı zorlamayalım.

Bu zamana bakacak olursak, âdeta ‘sabırsızlık çağı’nda yaşıyoruz. Bir parmağının dokunuşu ile ânında pek çok işi halletmeye alışmak bizleri bir çiftçinin sabrından gittikçe uzaklaştırıyor. Değil eziyetli hapis musibetine katlanmak, îman ve Kur’an hizmeti için konforumuzdan bile taviz veremeyecek acib bir haldeyiz. Hele ki yeni gelen nesil daha bir aceleci. “İnsan âdeta aceleden yaratılmıştır” (Enbiya, 37) hükmünün tam bir tezâhürü.

Esâsen sabırsızlık göstermemizin en mühim bir sebebi önceliklerimizi karıştırmış olmamız. İşte her türlü sıkıntıya sabretmenin formülü:

“Her kim hayat-ı fâniyeyi esas maksat yapsa, zahiren bir cennet içinde olsa da, mânen cehennemdedir. Ve her kim hayat-ı bâkıyeye ciddî müteveccih ise, saadet-i dâreyne mazhardır. Dünyası ne kadar fena ve sıkıntılı olsa da, dünyasını Cennetin intizar salonu hükmünde gördüğü için hoş görür, tahammül eder, sabır içinde şükreder.” [x]

[i] Kastamonu Lahikası s.8 (Envar N. 1995)

[ii] Tarihçe-i Hayat s.536 (erisale)

[iii] Tarihçe-i Hayat s. 756 (erisale)

[iv] Emirdağ Lahikası I s. 194 (erisale)

[v] Tarihçe-i Hayat s. 634 (erisale)

[vi] Emirdağ Lahikası II s.586 (erisale)

[vii] Tarihçe-i Hayat s.748 (erisale)

[viii] Emirdağ Lahikası II, s. 630 (erisale)

[ix] Emirdağ Lahikası II, s.454 (erisale)

[x] Sözler s. 68 (erisale)

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (2)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.