Risale Haber- Haber Merkezi
Türkiye Diyanet Vakfı tarafından organize edilen ve İBB Kültür A.Ş.’nin katkılarıyla düzenlenen 31. Türkiye Kitap ve Kültür Fuarı’nın Edebiyat Sanat ve Kültür Araştırmaları Derneği (ESKADER)’nin katkılarıyla gerçekleştirdiği Beyazıt Ramazan Sohbetleri, tadına doyulmaz sohbetlerle devam ediyor. Beyazıt Camii yanında kurulan çadır, Ramazan’ın 4. gününde tiyatrocu ve yazar Üstün İnanç’ı ağırladı. “Eski Ramazanlar” başlıklı sohbetin sunumunu Türkiye Kitap ve Kültür Fuarı Genel Koordinatörü Osman Sarıköse yaptı.
Üstün İnanç, bir İstanbul Beyefendisi olarak geçmiş İstanbul Ramazanlarını ve artık tamamen yabancılaştığımız eski İstanbul’u; yer yer düşündüren, kimi zaman gülümseten ve hayrete düşüren enstantaneler, hikâyeler ve tasvirlerle aktardı.
SAVAŞLARLA BUNALAN İSTANBULLU
Konuşmasına bir Necip Fazıl şiiri olan “Kaldırımlar” ile başlayan Üstün İnanç, gençliğinde Sultanahmet’te kalırken Laleli ve Beyazıt kaldırımlarını hayli aşındırdığından ve o zamanlardaki kaldırımlardan bahsederek şunları söyledi:
“İstanbullu 20. yüzyılda iki kıskacın arasında kalmıştır. İlki, Birinci Cihan Savaşı’dır. O dönemlerde İstanbullu çok büyük korkular yaşamıştır. İngiliz tayyareleri, durmadan İstanbul’u bombalamışlardır; hatta Sultan Reşat’ın vefatının ardından tahta çıkma töreni sırasında Haydarpaşa Garı bu bombalarla dümdüz edilmiştir. Savaşın ardından çoğunluğu kadın olan çok az insan ve çok büyük bir korku kalmıştır geriye.
“SAVAŞI YAŞAMADIK AMA İHTİMALİNİ YAŞADIK”
İkinci Cihan Savaşı’nın diğer kıskaç olduğunu belirten İnanç, sözlerine şöyle devam etti:
“1962-63 senelerinde saldırı ihtimali yüzünden Ramazanlarda top atılması yasaklanmıştı. Mikrofonsuz okunan ezanları takip ederek oruç bozardık. Savaşı yaşamadık ama ihtimalini yaşadık. Alarmlar çalmaya başladığı anda ışıklar kesilir ve hayat dururdu. O dönemden kalanlar korkak değil, ama dikkatlidirler.”
İstanbul’da köprülerin epeyce geç inşa edildiğine değinen Üstün İnanç, İstanbullunun köprülerle imtihanını şu sözlerle aktardı:
“İki boğazın birleşmesi 1974’dür. Galata Köprüsü ise 1912 yılında yapılmıştır. Atlı tramvayların geçtiği modern bir köprüydü. O tarihlerde Unkapanı Köprüsü, tahtadan ve insanların cambaz gibi geçtiği bir köprüydü. Avrupa yakasında oturuyorsanız kötü bir haberden ötürü karşıya geçmek isteseniz feribota binmek için uzun kuyruklara dahil olurdunuz.”
DERGÂHLARDAN DAMITILMIŞ KÜLTÜR
Çocukluk devrinde buzdolapları bulunmadığını dile getiren Üstün İnanç, her evin bir kuyusu bulunduğunu ve yiyecekleri soğutmak için kullanıldıklarını, yemeklerin ise günübirlik pişirildiğini belirtti. İstanbul’un en meşhur yemeklerinin patlıcanla pişirildiğine dikkat çekerek bu yemekleri İmambayıldı, Karnıyarık, Patlıcan Çorbası, Patlıcanlı Pilav, Patlıcan Tatlısı olarak sıraladı. İstanbul kültürünün orijinal oluşuna ilişkin şunları söyledi:
“İstanbul’un, başka Avrupa ve yerli şehirlerden farkı, kültürünü dergâhlardan damıtmış olmasıdır. O nedenle İstanbulluların davranışları benzersizdir. Osmanlı’nın son dönemlerinde kadın hakları fazla telaffuz edilmiyordu. Belki de gerekmediği içindi. Muzaffer Ozak’ın bu durum ile ilgili aktardığı bir hikâyesi vardır: Veli Efendi, İstanbul’un maruf zenginlerinden. O dönemin padişahı, gideceği iftarları musahibine yazdırırken Veli Efendi’yi yazdırmıyor. Veli Efendi iftarı beklerken padişah geliyor diye birden konakta telaş başlıyor. Veli Efendi durumu öğrenince ‘Haremin sofrası selamlığa, selamlığın sofrası hareme gitsin’ diyor. Padişah iftar sofrasında illâki bir kusur ararken hoşafların içine neden buz konmadığından yakınıyor. Veli Efendi ise ‘Kâseler buzdandır Padişahım’ diyor. O sofra, haremin sofrasıydı; kadın hakları konusunda buradan yola çıkalım.”
RAMAZANLARIN ESKİSİ Mİ, YENİSİ Mİ?
Eski İstanbul zenginlerinin ikram ve yardım konusunda son derece hassas olduklarını belirten Üstün İnanç, Fransız bir deniz subayı olan Klodfarer’in İstanbul’da ve Kapalıçarşı’da yaşadığı meşhur diyalogu anlattı. Kapalıçarşı’da bir dükkândan bir şey almak isterken dükkân sahibinin Klodfarer’i, kendisinin siftah yapıp komşu dükkânın yapmadığı konusunda uyararak alış-verişini ondan yapmasını istemesine dair hatırasını dile getirdi ve o dönemlerde Müslüman esnafın son derece güvenilir olduğuna dair Klodfarer izlenimlerini aktararak şunları söyledi:
“Demek ki burada insan meselesi var. Eski Ramazanlar daha iyiydi, çünkü insanları iyiydi. Eski Ramazanlar daha kötüydü, çünkü şartlar çok kötüydü. İstanbul yemekleri bile iktisatlı yaşama kaygısından doğmuştur.”
GAYRİMÜSLİMLERİN RAMAZAN’I
Ramazan’da Selâtin Camilerin ziyaret etmenin İstanbul’da bir gelenek olduğunu anlatan Üstün İnanç, teravihlerin o camilerde kılınarak ziyaret sayısının 7’ye tamamladığını belirtti. Harun Yöndem’in Beyoğlu ve gayrimüslimlerin Ramazan’a bakışına dair sorusu üzerine, Beyoğlu’nun âlem yeri olduğunu belirten Üstün İnanç, Müslümanlarla gayrimüslimlerin arasında yoğun bir alış-veriş olduğunu ve her zaman muazzam saygılı olduklarını ifade etti. Nobran bakan gayri Müslim bulunmadığını, aksine bazı Müslümanların Ramazan’a nobran bakan taraf olduklarını dile getirdi.
Sorular üzerine İstanbul yangınlarını da anlatan Üstün İnanç, 1918’deki büyük yangının ardından İstanbul’un betonarmeye doğru yol aldığını, ancak ahşap yapılardan sonra bir türlü güzelin yakalanamadığını, bu nedenle iki arada bir derede kaldığını ifade etti.
CEHALET ÇAMURU VE MODERNİTE
ESKADER Başkanı Mehmet Nuri Yardım’ın eski Ramazan eğlenceleri ile ibadetlerin çelişip çelişmediği konusundaki sorusu üzerine, insanların teravihten çıkıp direklerarası eğlencelerden Ortaoyunu, Meddah ve Hacivat-Karagöz izlemeye gittiklerini belirten Üstün İnanç, Kanto dışındaki bu tür eğlencelerin Ramazan’ın geleneksel bir uzantısı olduğunu ifade etti.
Son olarak bunca değişimin ve yitirilmişliğin, cehalet çamurunun üzerine modernitenin gelmesiyle yaşandığını kaydetti ve Necip Fazıl’ın İstanbul şiiri ile sözlerini noktaladı.
Beyazıt Ramazan Sohbetleri, Kadir Gecesi’ne dek her gün saat 18.00’de Beyazıt Camii yanındaki sohbet çadırında birbirinden değerli yazarlarla dinleyicilerini bekliyor.