İstişare hakkında Ayet ve Hadisler

İdris TÜZÜN

İstişare yazıları (1)

“Onların işleri kendi aralarında istişareyledir.” (Şura, 38)

Peygamberimiz (sav) Uhud savaşı öncesinde sahabeleriyle istişare yaptı. O, Medine’de kalıp savunma savaşı yapılmasına, sahabelerin ekseriyeti ise, düşmana karşı çıkıp savaşmaya taraftar idiler. Peygamberimiz onların görüşünü kabul etti ve savaşa çıkıldı. Savaşta mağlubiyet yaşandı, hatta peygamberimizi savaş yerinde bırakıp kaçanlar oldu. Peygamberimiz, savaş sonrasında istişarede “Düşmana karşı çıkalım” görüşünü savunan ve kendisini savaş meydanında bırakıp kaçan sahabelerine sitem yollu hiçbir söz söylemedi. Bu olaydan sonra istişare yapmayı bırakıp kendi görüşüne göre hareket etmesi en doğru hareket olarak değerlendirilebilirdi. Hâlbuki savaş sonrası gelen bir ayet yine de istişare yapılmasını emrediyordu. Bu ayet üzerinde durulup düşünülmesi gereken mühim bir ayettir. Ayette şöyle buyrulur:

“Allah’ın bir rahmeti olarak sen onlara yumuşak davrandın. Eğer katı kalpli ve kırıcı olsaydın etrafından dağılır giderlerdi. Sen onları affet, onlar için istiğfar et ve iş konusunda onlarla istişare yap! (İstişare sonunda) bir işe azmettiğinde Allah’a tevekkül et! Muhakkak ki Allah tevekkül edenleri sever.”  (Al-i İmran, 159).

İbn Abbas (r.a), şöyle demiştir: “İş konusunda onlarla istişare yap!” ayeti indiği zaman Resulullah (s.a.v) şöyle buyurdu: "Biliniz ki, Allah ve Resulü müşavereden müstağnidirler. Fakat Allah, bunu benim ümmetime bir rahmet kıldı. Onlardan her kim istişare ederse doğru yoldan mahrum kalmaz. Her kim de terk ederse hatadan kurtulmaz."[1]

Bu konuda diğer hadisler de şöyledir:

“Kim bir iş yapmak istedi ve müşaverede bulundu ve ona göre hareket etti ise işlerin en doğrusuna hidayet edilmiş demektir”.[2]

“Akıllı kimselerden doğru yolu göstermelerini isteyin ki doğru yolu bulasınız. Onlara muhalefet etmeyin pişman olursunuz”.[3]

“İstihare eden zarar etmez, istişare eden de pişman olmaz.”[4]

Hz. Ali (r.a), şöyle der: Peygamberimize dedim ki “Ya Resulallah! Bir iş olduğunda bize (sizin aracılığınızla) vahiy geliyor. Senden sonra hakkında Kur’ân(dan ayet) inmemiş ve senden de duymadığımız bir iş olduğunda ne yapalım? Resulullah şöyle buyurdu: (Böyle bir iş olduğunda) ümmetimden abid (ibadet ehli) olanları toplayınız ve o işi aranızda meşveret ediniz. Bir kişinin sözüyle hareket etmeyiniz.[5]

Ebu Hureyre (r.a), şöyle demiştir: “İnsanlardan ashabıyla istişare eden kimseler içerisinde Resulullah (asv)’dan daha çok istişare edeni görmedim.”[6]

Abdurrahman b. Ganem de şöyle demiştir: Resulullah (asv), Ebu Bekir ve Ömer’e “Bir istişarede ikiniz ittifak ederseniz ben size muhalefet etmem.” buyurdu.[7]

Hz. Ömer (r.a) de pek çok meselede daima sahabelere müracaat eder, onlarla istişare ederdi. Hatta onun kadınlarla bile istişare ettiği olurdu. Onun şöyle dediği nakledilir: “Tek kişinin aklı ve bakışı tek bir iplik gibidir. İki akıl, iki ayrı görüştür, sicime benzer. Üç akıl ise sapasağlam bir urgana benzer.”[8]

(Tabiinin büyüklerinden) Süfyan-ı Sevri de “Bana ulaştığına göre, istişare aklın yarısıdır.” demiştir.[9]

İstişare Hakkında Üstad Bediüzzaman’ın İfadeleri:

Üstad Bediüzzaman’ın istişarenin ehemmiyetiyle ilgili bazı ifadeleri şöyle:

“Müslümanların toplum hayatındaki saadetlerinin anahtarı, meşveret-i şer'iyedir. “Onların işleri kendi aralarında istişareyledir.” (Şura, 38) âyet-i kerimesi, şûrâyı esas olarak emrediyor.”

Evet, nasıl ki, nev-i beşerdeki telâhuk-u efkâr [fikirlerin birbirine eklenmesi] ünvanı altında asırlar ve zamanların tarih vasıtasıyla birbiriyle meşvereti, beşeriyetin bütün terakkisinin ve fenlerin esası olduğu gibi, en büyük kıt'a olan Asya'nın en geri kalmasının bir sebebi, o şûrâ-yı hakikiyeyi yapmamasıdır.

Asya kıt'asının ve istikbalinin keşşafı ve anahtarı şûrâdır. Yani, nasıl fertler birbiriyle meşveret eder; taifeler, kıt'alar dahi o şûrâyı yapmaları lâzımdır ki üç yüz, belki dört yüz milyon İslâm’ın ayaklarına konulmuş çeşit çeşit istibdatların kayıtlarını, zincirlerini açacak, dağıtacak, meşveret-i şer'iye ile şehamet ve şefkat-i imaniyeden doğan hürriyet-i şer'iyedir.

“Eğer denilse: Neden şûrâya bu kadar ehemmiyet veriyorsun ve beşerin, hususan Asya'nın, hususan İslâmiyet’in hayatı ve terakkisi nasıl o şûrâ ile olabilir?”

Elcevap: Haklı şûrâ, ihlâs ve tesanüdü netice verdiğinden, “üç elif” [yan yana geldiğinde] yüz on bir olduğu gibi, ihlâs ve hakiki bir tesanüdle üç adam, yüz adam kadar millete fayda verebilir. Ve on adamın hakikî ihlâs, tesanüd ve meşveretinin sırrıyla, bin adam kadar iş gördüklerini, pek çok tarihi hadise bize haber veriyor.

Madem beşerin ihtiyaçları hadsiz ve düşmanları nihayetsiz ve kuvveti ve sermayesi pek cüz'îdir. Hususan dinsizlikle canavarlaşmış, tahribatçı, muzır insanların çoğalmasıyla, elbette ve elbette, o hadsiz düşmanlara ve o nihayetsiz ihtiyaçlara karşı, insanın şahsi hayatı imandan gelen nokta-i istinad ve nokta-i istimdad ile dayanır. Toplum hayatı da yine iman hakikatlarından gelen şûrâ ile yaşayabilir, o düşmanları durdurur, o ihtiyaçların teminine yol açar.”[10]

“Evet, velâyetin kerameti olduğu gibi, hâlis niyetin dahi kerameti vardır. Samimiyetin dahi kerameti vardır. Bahusus, Allâh için olan bir uhuvvet dairesindeki kardeşlerin içinde, ciddî, samimî tesanüdün çok kerametleri olabilir. Hattâ şöyle bir cemaatin şahs-ı mânevîsi bir veliyy-i kâmil hükmüne geçebilir, inâyetlere mazhar olur.”[11]

“Eski zamanda değiliz. Eskiden hâkim bir şahs-ı vâhit idi. O hâkimin müftüsü de onun gibi münferit bir şahıs olabilirdi. Onun fikrini tashih ve tâdil ederdi. Şimdi ise zaman, cemaat zamanıdır. Hâkim, cemaatin ruhundan çıkmış, az mütehassis, sağırca, metin bir şahs-ı mânevîdir ki şûrâlar o ruhu temsil eder.”

“Bu zaman, cemaat zamanıdır. Ferdî şahısların dehası, ne kadar harika da olsalar cemaatın şahs-ı mânevîsinden gelen dehaya karşı mağlûp düşerler.”

 

[1] Celaleddin Suyuti, Ed-Dürrül Mensur, c, 2, s, 359. (İbn Adiy, Beyhaki)

[2] Age, c, 7, s, 357. (Beyhaki’den)

[3] Age, c, 7, s, 357 (Hatibi Bağdadi.)

[4] Age, c, 2, s, 359. (Taberani)

[5] Age, c, 7, s, 357 (Hatibi Bağdadi.)

[6] Age, c, 2, s, 359 (İbn Ebi Hatim)

[7] Müsned-i Ahmed, c, 4, s, 227.

[8] Sealibi, Hükümdarlık Sanatı, İnsan yayınları, s, 97.

[9] Celaleddin Suyuti, Ed-Dürrül Mensur, c, 2, s, 359. (İbn Ebi Şeybe, İbn Cerir, İbn Ebi Hatim)

[10] Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, s, 460 (Hutbe-i Şamiye’den).

[11] Bediüzzaman Said Nursi, Age, s, 252.

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.