İşte Yusuf’a böyle bir çâre öğrettik

Ayet meali

Bismillahirrahmanirrahim

Cenab-ı Hak (c.c), Yusuf Sûresi 69-76. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor:

69-(Kardeşleri) nihâyet Yûsuf’un huzûruna girdiklerinde, kardeşini (Bünyâmin’i) bağrına bastı: “Muhakkak (bilesin) ki ben gerçekten senin kardeşinim; artık (onların bize) yapmakta olduklarına üzülme!” dedi (ve yapacaklarını kardeşine anlattı).

70-Sonunda (Yûsuf) onların yüklerini hazırlayınca, su kabını kardeşinin (Bünyâmin’in) yüküne koydu; sonra bir tellâl (arkalarından): “Ey kafile! Doğrusu siz gerçekten hırsız kimselersiniz!” diye seslendi.

71-(Yûsuf’un kardeşleri) onlara dönerek: “Ne kaybettiniz?” dediler.

72-(Onlar) dediler ki: “Melik’in su kabını kaybettik; hem onu getirene bir deve yükü (bahşiş) var”; (tellâl:) “Ben de buna kefîlim” (dedi).

73-(Yûsuf’un kardeşleri:) “Allah’a yemîn olsun, şübhesiz (siz de) bilmişsinizdir ki (biz) bu yerde (Mısır’da) fesad çıkarmak için gelmedik; (biz) hırsız kimseler de değiliz” dediler.

74-(O nidâ edenler:) “Eğer yalancılar iseniz o hâlde (sizin şeriatınıza göre) bunun cezâsı nedir? (Hükmünüzü siz verin!)” dediler.

75-(Onlar da:) “Bunun cezâsı, (su kabı) kimin yükünde bulunursa, işte o (kişinin köle olarak alıkonması) onun cezâsıdır. O zâlimleri böyle cezâlandırırız” dediler.

76-Bunun üzerine (Yûsuf, su kabını aramak üzere), kardeşinin yükünden önce onların yüklerine başladı; (en) sonra onu kardeşinin yükünden çıkardı. İşte Yûsuf’a böyle bir çâre öğrettik. Yoksa Melik’in kanûnuna göre (Yûsuf) kardeşini alıkoyamayacaktı; ancak Allah’ın dilemesi müstesnâ. (Biz) kimi dilersek derecelerle yükseltiriz. Her ilim sâhibinin üstünde, bir bilen vardır. (*)

(*)“Bazen ehemmiyetli bir hakīkat, sathî nazarlara (dikkatsiz bakışlara) görünmediğinden ve bazı makamlarda cüz’î ve âdî (küçük ve sıradan) bir hâdiseden yüksek bir fezleke-i tevhîdi (tevhîd hulâsasını) veya küllî (büyük) bir düstûru beyân etmekte münâsebet bilinmediğinden, bir kusur tevehhüm (zan) edilir. Meselâ: Hazret-i Yûsuf Aleyhisselâm, kardeşini bir hîle ile alması içinde وَفَوْقَ كُلِّ ذ۪ي عِلْمٍ عَل۪يمٌ [Her ilim sâhibinin üstünde, bir bilen vardır] diye gāyet yüksek bir düstûrun zikri (söylenmesi), belâğatça (kelâmın güzelliği cihetiyle) münâsebeti görünmüyor. Bunun sırrı ve hikmeti nedir? 
El-cevab: Herbiri birer küçük Kur’ân olan uzun sûrelerde ve mutavassıtlarda (orta uzunlukta olanlarda) ve çok sahîfelerde ve makamlarda yalnız iki-üç maksad değil, belki Kur’ân’ın mâhiyeti (husûsiyeti), hem bir kitâb-ı zikir ve îman ve fikir, hem bir kitâb-ı şeriat ve hikmet ve irşad gibi, çok kitabları ve ayrı ayrı dersleri tazammun ettiğinden (içine aldığından), rubûbiyet-i İlâhiyenin (Allah’ın herşeyi terbiye ve idâre etmesinin) herşeyi ihâta ettiğini (kuşattığını) ve haşmetli tecelliyâtını (heybetli ve yüce icrâatlarını) ifâde etmek cihetiyle, kâinât kitâb-ı kebîrinin (büyük kâinât kitâbının) bir nevi‘ kırâeti (okunması) olan Kur’ân, elbette her makamda, hattâ bazen bir sahîfede çok maksadları ta‘kīben ma‘rifetullahdan (Allah’ı tanımaktan) ve tevhîdin mertebelerinden ve îman hakīkatlerinden ders verdiği haysiyetiyle, öbür makamda, meselâ zâhirce (görünüşte) zaîf bir münâsebetle, başka bir ders açar ve o zaîf münâsebete çok kuvvetli münâsebetler iltihâk ederler (eklenirler). O makāma gāyet mutâbık (uygun) olur, mertebe-i belâğatı yükseklenir.” (Şuâ‘lar, 11. Şuâ‘, 238)

İslam Haberleri