Dergimizin Eylül ayı kapak konusunu belirlerken İstanbul konulu bir kapak yapılması fikri öne çıktı. Yayın kurulundaki değerli arkadaşlarımızın hepsi bu konunun bu ay işlenmesi hususunda hemfikirdiler.
Ancak ‘İstanbul’un derin mazisi ve manidar güzellikleriyle anlata anlata bitirilemeyecek bir şehir olduğunun farkındaydık. Peki, biz İstanbul’a hangi taraflarından bakacaktık? Yapılan tartışmalar neticesinde çok güzel bir fikir ortaya çıktı. Bu ayki kapak konusunda “Bediüzzaman ve İstanbul” kelimelerini yan yana getirecek orijinal bir çalışma yapılmalıydı. Bu belki Bediüzzaman’ın İstanbul’u olacaktı… Yahut İstanbul’da Bediüzzaman…
Bu noktada bize dergimizin de yazarları arasında olan çok değerli yazar İslam Yaşar’ın Yeni Asya Neşriyat’tan çıkan “Nur Menzilleri” adlı eseri ilham kaynağı oldu. Üstelik İslam Yaşar aynı zamanda da tam bir İstanbul sevdalısıydı. Hâsılı kelam biz bu çalışmada Bediüzzaman’ın İstanbul’da bulunduğu, vakit geçirdiği ve izlerini bıraktığı mekânları hatırlayacaktık. Ama daha önemlisi bu mekânların bugünkü hallerini de fotoğraflarını çekerek belgeleyecektik. Bu çalışmayı orijinal kılan da bu olacaktı zaten. Zira bugün İstanbul’da “nur menzili” diye tabir edebileceğimiz bu mekânların bir kısmı ne yazık ki metruk yahut harap halde. Bu çalışmanın faydalarından birisi de bu mekânların restorasyonu ve bakımının yapılmasına bir önayak olmak, belki ilgili, yetkili veyahut duyarlı insanları bir şekilde teyakkuza getirmek olacaktı şüphesiz.
Nitekim İslam Yaşar’ın mezkûr eserinden yola çıkarak İstanbul’daki bu “nur menzillerinin” listesini yaptık ve gördük ki, Genç Yaklaşım’ın tek bir sayısında bu dosyayı bitirmek mümkün olmayacak. Biz de Eylül ayına özel olarak bu dosyanın birinci bölümünü yayınlıyoruz. Önümüzdeki aylarda da devamı gelecek tabii ki. Şimdi gelin şehr-i İstanbul’daki “nur menzillerini” görelim…
Fatih Camii: İslam Yaşar, Nur Menzilleri adlı eserinde Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin İstanbul’a 1953 yılında gelip, fethin 500’üncü yılı kutlamalarına katıldığını belirtmektedir. Buna göre Bediüzzaman 1953 yılında İstanbul’u gezmiş ve bu seyahati sırasında da bir tek Fatih Camii avlusunda fotoğraflanmıştır. Bediüzzaman’ın bilgisi ve izni dahilinde çekilen bu fotoğrafta Üstad hazretleri, camii avlusunda, çınar ağacının yanıbaşında küçük bir çocuk ile sohbet etmekte ve aynı fotoğrafta o sırada avluda bulunmakta olan başka iki insanın da silueti görünmektedir. Biz de aynı çınar ağacının altında, sözkonusu fotoğrafın çekilmesinden tam 55 yıl sonra, o fotoğraftakiyle aynı yaşlarda bir başka çocuğun fotoğrafını çektik. Lakin tabii olarak bu karede Bediüzzaman Hazretleri yoktu. Ancak yepyeni bir nesli temsil eden bu küçük çocuğun gözleri tıpkı o gün Üstad ile sohbet eden çocuk gibi Bediüzzaman’ı arıyor ve onunla bizzat olmasa da eserlerini okuyarak sohbet etmeyi bekliyor gibiydi.
Şekerci Hanı: Fatih Camii’nin avlusundan Malta Çarşısı’na doğru giderken, avlu kapısından çıkar çıkmaz ilk sokaktan sola döndüğünüzde karşınıza çıkar Şekerci Hanı. Şekerci Hanı özellikle Osmanlı’nın son dönemlerinde oldukça hareketli bir mekandır ve geleni gideni oldukça çoktur. Bir çok meşhur insan bu Han’da kalmıştır. 1907 yılının bir kış mevsiminde Van'dan İstanbul'a gelen Bediüzzaman Said Nursî hazretleri de Şekerci Hanı'nın bir odasına yerleşir. Ve kapısına şöyle bir levha asar: “Burada her soruya cevap verilir, her müşkil halledilir, fakat soru sorulmaz!” Bu ilan o zamanlar Şekerci Hanı'na devam eden herkesin dikkatini çeker. İlim adamlarını, medrese mensuplarını büyük bir hayrete düşürür. Gelin görün ki, Şekerci Hanı şu anda metruk ve harap bir haldedir. Malta Çarşısı esnafı da biz Han’ın fotoğrafını çekerken bu durumdan oldukça şikayetçiydiler ve derhal, bu önemli tarihi mekanın restore edilip, eski görkemli günlerine kavuşturulması gerektiğini söylediler. Zira Şekerci Hanı’nı restore etmek hem tarihi bir görevdir, hem de çarşının yeniden canlanmasına vesile olacaktır.
Reşadiye Oteli: Fatih Camii’nin İtfaiye tarafında kalan kapısından çıkıp 150 metre kadar aşağıya doğru yürüdüğünüzde, B.Karaman caddesinde hemen sağda Reşadiye Oteli çıkar karşınıza. Bediüzzaman 1952 yılında İstanbul’a geldiğinde bir süre bu otelin 29 numaralı odasında ikamet etmiştir. Bir süre öncesine kadar metruk halde bulunan bu tarihi otel, bir işletmeci tarafından restore edilerek yeniden hizmete kavuşturulmuş ancak, ne yazık ki tarihi mekandan geriye sadece bina kalmıştır. Ayrıca Bediüzzaman’ın kaldığı 29 numaralı oda da baştan başa yenilenmiş ve orijinal herhangi bir şey kalmamıştır.
Toptaşı Tımarhanesi: Bediüzzaman İstanbul’a gelerek şarkta açmayı düşündüğü Medresetüzzehra üniversite projesi için Sultan İkinci Abdulhamit’ten yardım istemiş. Ancak bu isteği red edilen Üstad, bunun yerine kendisine bağlanmak istenen maaşı red etmesi ve Padişah’a “Yıldız Sarayı’nı medrese yap” demesi üzerine Üsküdar’daki Toptaşı Tımarhanesi’ne sevk edilmiş. Sultan Abdülhamit’in gönderdiği doktor, “Bediüzzaman’da zerre kadar delilik varsa, dünyada akıllı adam yoktur” diyerek, tarihe not düşmüştür. Toptaşı şimdilerde Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesine tahsis edilmiştir.
Yusuf İzzeddin Efendi Köşkü: Bediüzzaman hazretlerinin İstanbul’a geldiğinde, zaman zaman yeğeni Abdurrahman ile Üsküdar’daki Yusuf İzzeddin Efendi’nin köşkünde kaldığı bilinmektedir. Bu köşk ne yazık ki, şu anda metruk ve harap haldedir.
Yuşa Tepesi: 201 metre yüksekliğinde olan Yûşâ Tepesi, Boğaziçi’nin Çamlıca Tepesi’nden sonra en yüksek tepesidir ve İstanbul’un Beykoz yöresindedir. İstanbul Boğazının Karadeniz’e birleştiği noktada olması sebebiyle de çok geniş görüş alanına sahiptir. Üstad Bediüzzaman 45 yaşındayken, kendi tabiriyle, ruhunun istirahat araması üzerine Yûşâ Tepesine çekildi ve hayatını burada gözden geçirdi. Bu sebeple, Risale-i Nur’un temellerinin atılması adına, Üstad Bediüzzaman’ın hayatında, Yûşâ Tepesinin önemli bir yeri vardır. 1960 askerî darbesinden önce çıktığı Anadolu’nun bir bölümünü kaplayan vedâ seyahatinde buraya da uğramış, Hz. Yûşâ’nın (a.s.) kabrini ziyaret etmiştir.
Genç Yaklaşım