"...İzah ve ispat edeceğim." iddiası ile başlayan yolculuk, bir dava ve muvaffakiyet duasıydı. 1898'de önüne ömrünün hedefini koyarken, Bediüzzaman henüz 20 yaşlarındaydı. Çocuk yaşta babaevinden ayrılmış, doğudaki medreselerde kısa süreli eğitimler almış, 17 yaşında bir delikanlı iken Mardin'de Cemalettin Afgani ve Şeyh Sunusi çevresi ile tanışıp haklarında bilgi sahibi olmuş, "Kemal'in rüyası ile uyandım" dediği Hürriyet şiiri ile karakterine mecra bulmuş bir arka plana sahipti.
Mardin'de dikkat çektiği için ilk kelepçe ile tanışmış ve memleketi Bitlis'e geri gönderilmişti.
Osmanlı kayıp ve mağlubiyetlerinin son yıllarındaydı. İşgal kuvvetleri zihinleri, geleneği ve geleceği tahrip edecek bilim, teknoloji ve felsefe ile saldırıyorlardı.
Emperyalist akıma maruz kalanların mücadele tarzı ve önceliği ya da sıralaması hassasiyetlerine ve konumları gereği toplumu temsil ve algılamalarına göre değişiyordu.
Ortaya çıkan fikir hareketleri siyasi, sosyal, kültürel, geleneksel ya da milli önceliklerini ortaya koyarken, Said Nursi bu dönemde kara bulutlardan yağmurun şiddetini hissedip çaresizliğe çare arayan ve ızdırabına şahit bulamayan bir yalnızlıkla küresel aktörleri, coğrafyamızı, kapıdaki savaşları, medreselerin halini, filizlenen milliyetçi akımları ve çağdaşlık vurgusu ile reddi miras yapan Avrupa meftunu aydınlarla iktidarı ve Padişahı korumaya dönük devlet refleksi arasında bambaşka bir yerdeydi.
Diyordu ki "...izah ve ispat edeceğim."
Neyi izah edecekti, neyi ispat edecekti? İzaha muhtaç ne vardı?
Ortada soru yoktu ama o cevaba hazırlanıyordu.
Soru sormayan, doğrusu soramayan ya da alıştırılmamış bir toplumun farkında olmadığı ve cevabın peşine düşmediği bir dönemde "izah ve ispat" hazırlığındaydı.
Bu misyonu üstlenmesine ve hayatının bütün kesit ve karelerine yerleşen bu izah ve ispat gayretine bir vizyon katarak gaye-i hayale dönüştüren muharrik ise, okuduğu bir gazete haberiydi. İngiltere'de "Müslümanları Kur'an'dan soğutmalıyız" içerikli Avam Kamarasında yapılan bir konuşmaydı.
Bu dönemde Vali konağında misafir ve kütüphane müdavimi olarak yeryüzü okumaları yapıyordu. Batıdan, sanayi devrimi ile başlayan din yerine ikame edilen pozitivist ve akıl odaklı "deney ve gözlem" kanıtlarına karşı zihni hazırlık içindeydi.
Çünkü "Müslümanları Kur'an'dan soğutma" amaçlarını bilimle araçsallaştıran bir inkar ve ret politikası kendini her alanda hissettiriyordu.
Hücumun direk Kur'an'a ve esaslarına olacağını fark eden, hisseden, kalbinden hançerlenmiş gibi yaşayan bir ruh halinin kükreyişi ile "Kur'an'ın sönmez ve söndürülemez bir nur olduğunu" bütün insanlığa, özellikle batının bilimle saldırdığı hakikatle ve coğrafyamızın bu tezgahtan habersiz farklı ton ve renklerindeki fikir erbabına haykırıyordu.
Işte burada Kur'an temelli, "sönmez ve söndürülemez" olduğuna ve esas inşa zemininin de "Nur" olduğunu ortaya koyacaktı.
Bir çok çağdaşının çözüm ve mücadelede klasik kalarak yöntem ve yaklaşım geliştiremediklerinin farkındaydı.
Ne yapacaktı?
Nasıl yapacaktı?
Ne ile gerçekleştirecekti?
Ve ne değişecekti?
Nasıl bir hareket üstlenecekti?
İşte anahtar kavramları "İzah ve ispat", yol haritasi ise "Müspet hareket" olacaktı.
Bunların biliş ve davranış olarak dile geldiği hal, izah ve ispatın beyan şekliyle taçlanacaktı.
Çünkü rüyasındaki "Kur'an'ın mucizeliğini beyan et" emriyle uyanmış, uyarılmış ve hüşyar kalbin akli dimağları ile harekete geçmişti.
Müspet Hareket, varlık felsefesini ve vücut bulmanın tezahürü olan bir hayat dinamiğiydi.
Bu aksiyon, "Kur'an'ın sönmez ve söndürülemez bir nur olduğunu izah ve ispat edeceğim" ile başlayan bir acz ve fakr dokusuydu. Bu yolculuk, zahiren ellerine ama hakikatle kelepçelendiği günden bu yana 130 yıl geçti. Miras, hala en taze fikir ve inkişaf ruhuyla devam ediyor.
Çağın aklını, bilimini, deney ve deneyimi ile gözlemini, müspet iman hizmetinde izah ve ispat araçları haline getiriyor. İnkar için kullanılan aklı, külli aklın şemsiyesi altında izah ve ispat için kullanıyor.
Aklı ve hikmeti karartan köpürtülmüş gündemlerin sarmalına düşmeden, hakikati yeni kuşak ve çevrelere "muktezay-ı hale mutabık" izah ve ispat etmenin en verimli ve yeni zamanındayız.
Yeter ki biz yenilenelim, muhakeme ve insaf ile muhataplarımıza güven verelim.
Bu da mahviyet, sabır, şefkat ve tefekkür ile teceddüt ister.