İnsanların Said Nursi’ye iki türlü bakışı var

Uzun yıllardır kitap satışı ve pazarlaması yapan yazar Hüseyin Eren Risale Haber’e konuştu

Röportaj: Nurettin Huyut-Risale Haber
 
Hüseyin EREN?
 
1965’de Manisa’nın Akhisar ilçesine bağlı Dereköy’de dünyaya geldi. İlkokulu doğduğu köyde ortaokulu Akhisar’da tamamladı. Liseyi ise Edirne’de Devlet Yatılı Okulunda bitirdi. 1984 yılında Bursa Üniversitesi Ziraat Fakültesine girdi. 1988’de mezun olduktan sonra o tarihten itibaren Neşriyat Hizmetlerinde çalıştı. Evli 1 çocuk babasıdır.
 
İLK DEFA SÖZLER KİTABINI ŞAHİN HOCADAN ALMIŞTIM
 
Risale-i Nurları nerede nasıl tanıdınız?
 
1977’de Akhisar’da bir arkadaş vasıtasıyla tanıdım. Sürekli bana Risale-i Nurlardan bahsederdi ve devamlı övücü sözler söylerdi. Nur Talebelerinden ve derslerden bahsediyordu. Bir gün beni de götürmesini istedim. Bir öğle paydosunda birlikte dershaneye gittik… Orada gençlerin heyecanlı, coşkulu gayretleri ve pırıl pırıl gençlerin yaptığı hizmetleri, bizimle yakından ilgilenmeleri beni çok etkiledi. Sofra seriliydi hemen yemeğe oturduk. Yanlış hatırlamıyorsam yemekte bulgur pilavı ve meyve olarak da nar vardı. (Halen bulgur pilavı en sevdiğim yemeklerdendir.)
 
Yemek yedikten sonra bir abi ders okudu, ama ben bir kelimesini dahi anlamadım. Ama o kadar hoşuma gitmişti ki, dedim, “tamam ben bundan sonra buraya geleceğim” ve ondan sonra boş zamanlarımızda sürekli gitmeye başladım.
Orada Merhum Şahin hoca da vardı. Dersleri bir müddet gittikten sonra artık anlıyordum. Zaten okuduktan sonra birbirlerine yorumlar yaparak açıklıyorlardı. O nedenle anlıyordum. İlk defa Sözler kitabını Şahin hocadan almıştım. Şahin hoca aslen Erzurumludur ama 1960’dan sonra hep Akhisar’da kalmış ve orada hizmet etmiştir.
 
Liseyi devlet parasız yatılı okumak üzere Edirne’ye gitmek durumunda kaldım. Orada da derslere gidiyordum. Hatta bir müddet sonra dershanenin anahtarını bana verdiler. Kimse kalmadığı için boş zamanlarımızda gidip açalım diye. Böylece Akhisar’da Risale-i Nurlarla tanışıklığım başlamış oldu ve üniversiteyi bitirdikten sonra da Bursa’ya yerleştim ve burada hizmetlere devam ediyoruz inşaallah.
 
Risale-i Nurlar bizim manevi dünyamızı doldurmuş oldu. Hatırlıyorum, köyde henüz çocuk yaşlarımızda bile bir boşluk hissediyorduk. İçimizde bir boşluk vardı bir arayış içindeydik sanki. Elhamdulillah Risale-i Nurlar o boşluğu doldurmuş oldu.
İlk gittiğimde dediğim gibi bir şey anlamamıştım. Ama oradaki muhabbet, samimiyet, ilgi ve alaka o kadar cezbedici idi ki, beni mıknatıs gibi kendine çekti. Diyebilirim ki, o muhabbete koştum, o samimiyete gittim, ama daha sonra hakikatleri anlayınca bu defa farklı bir bakışla gitmeye başladım. Demek bu hizmette samimiyet ilgi ve alaka her şeyden çok hizmet ediyor. Yani, “Lisan-ı hal lisan-ı kalden daha tesir eder” hakikatini bizzat müşahade etmiştim.
 
Bursa’ya yerleştikten sonra mesleği terk edip neşriyat hizmetlerine başlamanız nasıl oldu?
 
1988’in sonbaharı idi son bir dersim kalmıştı onu da verip geldikten sonra Hüseyin Hiçdurmaz ağabey bana “gel 89 yılı takvimleri gelmiş bunların satışını yapalım sen şöyle biraz dolaş bunların satışını yap bakalım” dedi. Ben de doğrusu iş arıyordum böyle bir teklif olunca yok demedim ve birlikte takvim dağıtmaya başladık.
Hâsılı o gün bugündür de dolaşıyorum, sürekli takvimle başladığımız işe Risale-i Nurların dağıtımı ve diğer süreli süresiz yayınların dağıtımı yapmaya devam ediyorum.
 
BİZİM GÖREVİMİZ HİZMET, NETİCE ALLAH’A AİT
 
Yirmi bir yıldır kitap dağıtım işi ile uğraşıyorsunuz. O halde şöyle bir soru sorayım size; Dağıtım yaptığınız bu süre içinde ilginç bulduğunuz, unutamadığınız bir hatıranız var mı?
 
Hocaefendinin talebelerinden biri ile tanışıklığımız vardı. Zaman zaman benden kitap talep ederlerdi, götürür verirdim. Bir gün beni aradı bir adres verdi dedi “buraya bir takım Risale-i Nur götür ver.” Bir iş hanının 11. katında idi götürdüm verdim.
Oradakilerin halinden gayet zengin insanlar olduğunu fark ettim milyon dolarlardan bahsediyorlardı. Onların o konuşmalarından çok etkilenmiştim. Biz küçük TL’lerle uğraşırken onların milyon dolar olanlarla irtibat içinde olması hizmetin değişik kulvarlarda yayılmasıydı. Sevinç duymuştum böyle bir hizmetin bir parçası olmaktan.
 
Yine bir gün birine Peygamberimizin Hayatını tavsiye ettim. Ama verdikten sonra kendisine “bu kitabı lütfen okuyun, rafta kalmasın” dedim. Çünkü birçoğu kitabı alıyor rafa bırakıyor okumuyor. O anda senden etkilenmiş oluyor ama daha sonra okumuyor. O adam benim tavsiyeme uydu ve gerçekten okudu daha sonra benden çok kitap talep etti, ona götürdüğüm kitaplardan ve kendisinin de sonradan aldığı kitaplardan şu anda kocaman bir kitaplık oluştu. Benim tavsiyem ile okuduğu o kitap bir başlangıç oldu ve kocaman bir kitaplık meydana geldi. Kitaplıktan kütüphaneye… Şimdi hala benden bazı kitapları ister. Bende yoksa dışarıdan temin eder. Kendi sahasında Bursa’nın tanınmış birkaç firmanın sahibidir şimdilerde.
 
Bu şekilde çok insana kitap satıyoruz, veriyoruz. Ama ne şekilde tesir ettiğini takip edemiyoruz, o kişilere ne tür bir etki yaptığını bu dünyada göremiyoruz. Ama eminim ki, bu arkadaş gibi çoklar etkileniyordur. Ahirette görürüz inşallah… Bizim görevimiz hizmet, netice Allah’a ait. Tabii bu tür hadiseler şevkimizi ve şükrümüzü arttırıyor.
Bu işe ilk başladığımda bir arkadaşla beraber yapıyorduk. Birine kitap vermeye gideceksek acemi olduğumuzdan içeri girmeye cesaret edemezdik. Ben ona derdim “önce sen gir” o bana derdi “hayır önce sen gir.” Öyle öyle bu işi öğrendik. Şimdi artık rahatız, bir yere kitap götürmek istediğimiz zaman kolaylıkla girip pazarlamasını yapıyoruz.
 
Bir ekmek fırını vardı. Oraya kitap götüreceğiz, çantamızı çeşitli kitaplarla doldurduk. Ve ilk defa cemaat dışından birine Risale-i Nurları götürüyoruz. Üst kata çıktık patronun yanına gittik içeri girdik. Adam bize sordu ne için geldiğimizi. Biz de kitap tanıtmaya geldiğimizi söyledik. O da “iyi peki anlat bakalım” dedi.
Biz başladık anlatmaya dilimizin döndüğü kadar anlatmaya çalıştık. Bir kaset aldı “kızım için alıyorum bunu” dedi. Yani satmayı başarmıştık, bu bize iyi bir moral olmuştu. Ama tabi o kaset onun ne kadar işine yaradı ve nasıl bir etki yaptı bilmiyorum. Yine bir arkadaşa aile seti vermiştim. O beni gördüğü zamanlar hep derdi “senin verdiğin kitaplardan o kadar çok istifade ettim ki, anlatamam.”
 
RİSALE-İ NURLARI OKUMAMIŞ BİR İNSAN PAZARLAMAKTA ZORLUK ÇEKER
 
Satışını yaptığınız kitaplar içinde en çok hangileri talep buluyor?
 
Yirmi yıldan fazla bir zamandır bu işle uğraşıyorum. Bugüne kadar en fazla talep ve en çok satışını yaptığımız kitaplar Risale-i Nurlardır. Hatta bir ara hayli yüksek adette satışlar yapmıştık ki, rakam söyleyemem. Şimdi o kadar hızlı satışlar olmasa da yine de talep oluyor. İnşaallah o rakamlara tekrar ulaşırız da maddi ve manevi fütuhat olur.
 
Bu işi yapmak isteyen gençlere bir tavsiyeniz var mı? Yani, kitap pazarlamak isteyen gençlere neler tavsiye edersiniz, bu işe nasıl başlasınlar?
 
Bu işin özel bir tarifi yok… Ama şunu gördüm kendin önceden okumadığın ve ondan etkilenmediğin bir kitabı satamazsın. Yani önce kendisi o eseri okuyup içinde neler olduğunu bilmeli ki, pazarlarken rahat pazarlayabilsin. Mesela Risale-i Nurları okumamış ve ondaki hakikatleri anlamamış bir insan Risale-i Nurları pazarlamakta çok zorluk çeker. Hem okumuş olmalı hem de bir yere kadar onu yaşıyor olmalı… Zaten gittiğiniz yerde bu karşı tarafa akseder. Sizden etkilenirler.
Mesela bir gün birine Cevşeni anlatıyordum. O esnada bir kadın beni biraz dinledikten sonra sorma ihtiyacı duydu… “Sen hangi okuldan mezunsun?” diye sordu. Yani, ona göre bir ilahiyat mezunu ancak bunları bilip anlatabilir. Etkilenmişti yani…
 
Görselliğin bu kadar etkili olduğu, televizyonun ve internetin bu denli hâkim olduğu bir dönemde insanlara “okuyun, araştırın, sorgulayın” demek çok zor. O nedenle birçok zaman promosyonlarla satışlar canlı tutulabiliyor.
Bir de biz bu işe hizmet niyeti ile bakıyoruz. İnsanlara kitapları tanıtırken onlara iman hakikatlerini anlatmak ve dinin emirlerini tebliğ etme imkânı bulmak satıştan elde edeceğimiz kardan daha çok bizi tatmin ediyor. Ondan aldığımız manevi haz elde edeceğimizi kârı gölgede bırakıyor. Maddi anlamda kar etmesek de manevi kârımız bizim bu işi devamlı yapmamıza neden oluyor.
Zaten bir işi severek ve inanarak yapmazsanız hem o işten zevk alamazsınız hem verim de alamazsınız. O iş yürümez. Sevmeniz, inanmanız ve sonuçta yaptığınız işten şevk almanız gerekir.
 
ŞAHİN HOCA ÇOK MÜTEVAZI BİR İNSANDI
 
Siz Hilaliye Kur’an Kursunda yetiştiniz veya okul okurken Şahin hocanın denetimindeki dershanelerde kaldınız. Şahin hocadan bahseder misiniz, nasıl bir insandı. İnsanlara yaklaşımı nasıldı?
 
Hilaliye Kur’an kursunda çok az okudum, dershanede kaldım. Şahin hoca çok mütevazı bir insandı… Çok fedakâr bir insandı… Dini meselelere hâkimdi insanları ikna etme kabiliyeti vardı. Özellikle birebir görüşmelerde çok başarılı bir insandı. İletişimi çok iyi idi… Saatlerce Risale dersi dinleseniz ne yorulursunuz, ne de uykunuz gelir. Sanki ağzından bal akıyor, Nur balı…
Orada kalmamın şu faydası da oldu; o dönemde yaşayan ağabeylerin hemen hepsi oraya geliyorlardı, Şahin hocayı ziyaret ediyorlardı. O vesileyle bizde onlarla müşerref oluyorduk. Onları dinleme imkânımız oluyordu.
 
TÜRKİYE’DE İNSANLARIN SAİD NURSİ’YE İKİ ÇEŞİT BAKIŞI VAR
 
Peki biraz da Risale-i Nur hizmetlerinden bahsedelim isterseniz. Senelerdir bu hizmetin içindesiniz. Risale-i Nur hizmetlerinin gelişimine iyi veya kötü şahit oluyorsunuz. Sizce Risale-i Nur hizmetlerinin geldiği nokta iyi bir nokta mı? Gelişimini nasıl görüyorsunuz hedefine ulaşıyor mu? Veya ulaşacak mı?
 
Bazı açılardan bakıldığında çok güzel gelişmeler oluyor. Ama farklı açıdan baktığımızda bazı yönlerden zayıf kaldığını görüyorum. Öncelikle Türkiye’de şöyle bir durum var; insanların Bediüzzaman Said Nursi’ye iki çeşit bakış var.
Birinci gurup; Said Nursi’yi yok sayıyor. Sanki bu ülkede böyle biri yokmuş gibi davranıyor.
Diğer gurup ise; Onu seven ve onun yolundan gidenler, onlar da adeta hapsetmiş, kendilerinde tutuyorlar. Yani kendi dar dünyalarında onu bloke etmişler, başkalarının ondan istifadesine adeta engel oluyorlar.
 
Bu durumu kırmak lazım bir şekilde, bu iki gurubu bir araya getirip kaynaştırmak gerekir. Yani birinci guruba bu ülkede Said Nursi gibi bir zatın olduğunu fark ettirirken ikinci guruba da bu ülkede sizden başka da insanların var olduğunu ve onların da bu eserlere ihtiyaçlarının olduğunu göstermek ve anlatmak lazım… Aksi takdirde bu eserler böyle belli bir kesimi aşamayacak ve o insanlara ulaşamayacaktır.
 
CEMAATLER ENTEL İNSAN YETİŞTİRMEDE GEÇ KALDI
 
Yani Nur Talebeleri içe dönük mü çalışıyorlar? Öyle ise bunu kırmak için ne yapmak gerekir?
 
Evet, içe dönükler, dışa gösterecekleri yeterli sayıda entelektüel seviyede kimse yok. Yani geniş kitleleri etkileyecek ve onlara Risale-i Nurları anlatabilir diyebileceğimiz kaç tane adamımız var? Bir elin parmaklarını bile geçmez. Bu noktada zayıfız.
Ticaret dünyasına veya bilim dünyasına yahut ta siyaset dünyasına, sanat ve edebiyat dünyasına kendini kabul ettirmiş, Risale-i Nur’ları da çok iyi yaşayan yetişmiş insanımız az. O yönüyle eksiklik var diye düşünüyorum.  Yani bu kesimlerin dilinden anlayan ve onlarla onların seviyesinde konuşabilecek, hal ve tavrıyla da Risale-i Nur’ları aksettirecek, Nur Talebesi diyebileceğimiz kaç insan var?
 
Cemaatler bu manada entel diyebileceğimiz insan yetiştirmede geç kaldılar. Ayrıca neşriyat konusunda da hayli geride kalmışız. Nur Talebelerinin neşir organı diyebileceğimiz kaç gazete veya kaç televizyon var? Olanların tiraj durumu hangi seviyede ne kadar okunuyor? Bugün sayıları milyonları bulan bu kitleyi bu gazete veya yayın organları temsil edebiliyor mu?
 
Bana göre bu konuda da hayli geriyiz. Kendimizi gösterme ve ifade etme noktasında istenilen seviyeye geldiğimiz söylenemez. Risale-i Nurların harika denecek hususiyeti sayesinde geniş kitlelere ulaşıyor. Ama bu demek değildir ki, bunu Nur Talebeleri yapıyor. Bir inayet-i İlahiye tarafından hızla yayılıyor. Diyebilirim ki, Nur Talebeleri bu hıza yetişemiyorlar ve gelişmenin çok gerisindeler.
 
Bu gün içeride ve dışarıda hayli güzel gelişmeler var. Said Nursi hakkında içte ve dışta birçok etkinlikler yaşanıyor. Sempozyumlar düzenleniyor. Bütün bunları nasıl değerlendiriyorsunuz?
 
Dediğim gibi bir açıdan bakıldığında hayli iyi gelişmeler oluyor gibi görünse de başka bir açıdan bakıldığında geri kaldığımızı görüyoruz. Büyük bir kitle dışarıda, bu eserlerin kendilerine ulaştırılmasını bekliyor. İstiyorlar ki, birileri bir yerlerden çıksın ve kendilerine bu hakikatleri ulaştırsın ve göstersin. Bahsettiğiniz gelişmeler elbette takdire şayandır. Ama istenen seviyede olduğu söylenemez.
 
Bir konuda da endişeliyim. Üstadımızın da en çok üstünde durduğunu sandığım bir husus… Risale-i Nurları anlatırken, yaymaya çalışırken aynı zamanda ona perde olmamak meselesi var. Yani bilmeden perde olma ihtimali söz konusu olabiliyor.
Mesela Risale-i Nurların yazılış ve yayılış şekline baktığımızda müthiş bir ihlâs sırrı kendini hissettiriyor. Öyle bir yazar düşünün ki, kendi yazdığı eseri kendisi para vererek alıyor. Kendisi maddi açıdan hayli zorda olduğu halde bunu hiç düşünmüyor ve kendi eserinden telif hakkı almayı bir taraf bırakalım okumak veya başkasına tavsiye etmek için kendi eserini para ile satın alıp öyle sahip oluyor. Biz bugün bunu nasıl algılamalıyız? Bu gün bu kadar bolluk içinde iken bu ihlâsı nasıl uygulamalı ve nasıl devam ettirmeliyiz. Bu çok önemli…
 
Yaşantımız ve davranışlarımız ona gölge oluyorsa ve onu engelliyorsa bu demektir ki, ihlâsımız kırılmıştır. Yazıldığı gündeki ihlâsı yakalayamazsak istenen neticeyi de almamız mümkün olmaz. Bütün Nur Talebeleri mi böyledir? Elbette hayır!...
Ama böyle olan Nur Talebeleri de var ve sayıları da küçümsenmeyecek seviyededir. İşte bu Risale-i Nur’ların dışa yansımasını ve geniş kitlelere ulaşmasını engeller. İşte perde olmamalıyız derken bunu kastediyorum. Azami ihlâs ve azami fedakârlık esas olmalı…
 
CEVŞEN VE CELCELUTİYE DUALARININ YEKÛNU RİSALE-İ NUR
 
Siz kitap dünyasında yaşıyorsunuz. Her gün yeni yeni kitaplar piyasaya çıkıyor. Adeta Risale-i Nurların şerh ve izahları kabilinden yayın hayatına giren bu kitapları nicelik veya nitelik itibariyle tatmin edici buluyor musunuz?
 
Piyasaya çok sayıda kitap çıkıyor. Sayı açısından bakıldığında hayli kabarık gibi görünüyor. Ama nitelik açısından, içerik açısından bakıldığında yeterli olduğunu söylemek mümkün değil. Adeta içleri boş gibi… Veya birbirini taklit gibi duruyor. Birbirinden kopyalanmış gibi…
 
Tatmin edici dolgun kitaplar kategorisinde değerlendirmek mümkün değil… Çeşitlilik olarak da yeterli değil… Yani, Risale-i Nur talebelerine yakışan bir seviyede olduğunu söyleyemem. Veya muhataba yakışacak seviyede değil. Muhatap çok farklı kulvarda gidiyor, kitaplar farklı kulvarlarda birbiri ile buluşamıyorlar.
 
Mesela son zamanlarda en çok dikkatimi çeken kitaplardan biri “Gizli telkinle Kur’an Terapisi” kitabıdır. Bu kitapta Cevşen ile ilgili enteresan tespitleri var. Mesela diyor: “Üstad Cevşen ve Celcelutiye’yi önce okumuş hazmetmiş, şuur altına yerleştirmiş ve sonra ondan Risale-i Nurları yazmış, siz de Cevşen ve Celcelutiye’yi şuur altına yerleştirin bakın ne çıkacak?” Yani, Üstadın gece sabahlara kadar sürekli tekrar ettiği duaların yekûnu Risale-i Nurun zikir ağacı… Risale-i Nur onların yansımasından ortaya çıkmış bir eserdir. Bu bana göre çok orijinal bir tespittir.
 
Mesela Muhammed Bozdağ’ın “Ruhsal Zekâ” adlı kitabı hakeza öyle seviyeli bir çalışmadır. Yine Metin Karabaşoğlu’nun eserleri ümit verici çalışmalar. Benim gördüklerim bunlar belki benim ulaşamadığım başka yayınlar da vardır, bilemiyorum.  Ama dediğim gibi bunların sayısı çok fazla değil…
 
BÜTÜN CEMAATLERİN AKİL İNSANLARI BİR ARAYA GELMELİ VE
 
Şöyle diyebilir miyiz? Risale-i Nurda çok sayıda hakikat bakir olarak duruyor, erbabını bekliyor onlar gelip bu hakikatleri şerh ve izah etmeli ve bütün insanlık bundan faydalanmalı, böyle diyebilir miyiz?
 
Kesinlikle diyebiliriz. Bugün birçok çalışma var aslında ama bölük pörçük ve birbirinden kopuk çalışmalar şeklinde yürüyor. Ciddi manada Risale-i Nurların şerhleri yapılıyor demek mümkün değil, bana göre henüz o seviyeye ulaşmamışız. Vakıa kes yapıştır şeklinde veya Risale-i Nurları metheden eserler var. Ama tatmin edici mi? Hayır…
 
Yani şunu anlatmak istiyorum. Bu eserler madem kıyamete kadar insanlığa ışık tutacak ve insanlığın manevi ihtiyaçlarını karşılayacak, o halde ona uygun çalışmalar yapılmalı… Mesela, bugünün ihtiyaçları nelerdir? İnsanların kalplerinde ve akıllarında ne tür menfi fikirler var. Bunların hepsi bir bir tespit edilmeli ve ona göre kitap yazılmalı ve neşriyat yapılmalı… Problemleri tespit etmeden ona çare olacak ilaçları bulabilir misiniz?
Birçok kişi bireysel olarak kitaplar yazıyor ve bunlar bir şekilde yayın hayatına da giriyor. Ama bunlar ne kadar okunuyor, ne kadar derde çare oluyor. Kitlelere ulaşması açısından ne kadar başarılı… Hem içeriye mi hitap ediyor yoksa dışarıya mı?
Bütün bunların cevapları aranmalı ve en doğrusu bulunmalı diye düşünüyorum. Bu konuda çok eksiğimiz var…
 
Belki de bu dediğim şerh ve izahları yapmak için her branşta heyetler kurulmalı, bir kişinin veya bir cemaatin yapmasıyla bu iş hallolmaz diye düşünüyorum. Bütün cemaatlerin akil insanları bir araya gelmeli ve her konuda heyetler oluşturulmalı ve ancak bu heyetlerin ortak çalışmalar yürütmesi ile bu iş çözülür diye inanıyorum.
Zaten bu kadar farklı düşüncedeki insanların bir araya gelmesi demek rahmetin de tahakkuk etmesine vesile olacaktır. Yazıldığındaki ihlâs bu vesileyle elde edilmiş olacaktır. Yazıldığı gibi ihlâsla şerh edilebilirse netice alınır İnşaallah…
Mesela Hz. Hasan’ın (ra) hilafeti terk etmesi ve “hilafet ve saltanat iman hizmetine engeldir” demesi gayet önemli bir tespittir. Ve onun gibi hakka hizmet edenlerin saltanat yerine hizmet-i imaniyeyi tercih etmeleri bu işe ışık tutabilir. Üstadımızın da onların yolundan giderek istiğna mesleğini esas almaları önemlidir.

Röportaj Haberleri