İnsani bir proje: İttihad-ı İslam

İbrahim KAYGUSUZ

Dünya bugün tarihte hiç olmadığı kadar İslamı ve Müslümanları konuşmaktadır.
Dünya kamuoyunun konuştuğu Arap Baharı, Suriye, Mısır, Büyük Ortadoğu Projesi, Ilımlı İslam ve İsrail-Filistin gibi konuların tamamı İslam âlemi merkezlidir.

Afrika merkezli kıtasal sorunlar, Kafkasya ve Balkan bağlamında bölgesel meseleler ile İran özelindeki ülkesel tartışmalar da Müslümanlarla ve İslamiyetle bağlantılıdır.

Dünya enerji kaynaklarının Müslüman coğrafyasında bulunması ve Batı’ya nakil için kullanılacak koridorların yine İslam coğrafyası ile bağlantılı olması hakeza benzeri bir odaklanmayı beraberinde getirmektedir.

Dolayısıyla kendini dünyanın efendisi, medeniyetini de dünyanın değişmeyen doğrusu kabul eden Batı, İslam’ı ve Müslümanları “çöl kumları arasında kaybolmaya mahkûm nesneler olarak görmekten” vazgeçmek ve objektif kriterlerle tartışmak zorunda kalmıştır.

Bu bağlamda İslam dini, bu dinin şekillendirdiği toplumsal hayat, doğuşu ile başlayan ve günümüze uzanan devasa tarihi ile bu tarihinin doğurduğu kültür, medeniyet, sanat ve siyaset kurumları da bu tartışmalardaki sevindirici yerini almıştır.

Böyle bir atmosferde İttihad-ı İslam konusunu tartışmaların uzağında tutmak mümkün değildir.

Bugün İttihad-ı İslam her yerde ve her düzeyde tartışılmaktadır.
Bana göre bu tartışmaların en büyük handikabı, İttihad-ı İslamın “siyasi ve ideolojik bir bağlama” mahkûm edilmesidir.

Bu durum İslam dinini “sınırlı bir algılama” ile karşı karşıya bırakıyor.

İttihad-ı İslam’ı sadece siyasi bir proje olarak algılayıp bunun temellerini ihmal etmek yetersiz kalır. İttihad-ı İslam aslında peygamberlik metodu üzerine kurulu ve "hilafeti" itikadî boyutları ile birlikte içeren “derin” bir manada anlaşılmalıdır.

Nitekim Bediüzzaman, İttihad-ı İslam konusunda kopmaz bir halat olarak (Urvetü’l-Vüska) gördüğü Kur’an’ı temel alarak iman esaslarının bu anlamda canlı tutulmasını önerir.

Sonraki süreçte sosyal ve kültürel farklılıklar göz önüne alınarak, geniş perspektifli bir yöntem izlenmelidir. Böylece, oluşturulacak politikaların daha sağlam olması ve sürekliliği mümkün olur.

Dolayısıyla İttihad-ı İslam’ı anlaşılır kılmak için, eğitimden ticarete, sanattan iletişime, aileden hukuka kadar uzanan birçok inanç, kural ve kurum zinciri etraf-ı erbaasıyla irdelenmelidir.

Said Nursi’nin İttihad-ı İslam hakkındaki görüşleri, ferdî ve itikadî noktadan başlayarak toplumun bütün katmanlarına ve dünya siyasetine temas eden yönlerine kadar irdelenmeyi beklemektedir.

Bediüzzaman İttihad-ı İslam’ın meşrebini, muhabbet olarak zikreder. (Hutbe-i Şamiye) Meşrep kavramı, cemaat ve toplum düzeyine tekabül eden meslek (süluk, yöntem) kavramından önce gelir. Meşrep, mesleğe bir anlamda yön tayin eden ferdi düzeyde bir tutumdur. Bu düzeyde muhabbetin yerine husumetin yerleşmesi, cehaleti, zarureti ve nifakı tetikler.

Hâlbuki ittihad cehalet ve nifakla mümkün olmaz. Bediüzzaman “İttihad, imtizac-ı efkârdır” der. (Münazarat) İstikametli bir meşrebin zemini, fikirlerin barışması ile oluşur.
Fikri düzeyde bir barışma, sağlam bir itikadi altyapıyı gerektirir. Bu sağlam altyapı ise imanın veri tabanını oluşturan tahayyül, tasavvur, taakkul, tasdik, iz’an ve iltizam (Sözler) süreçlerinin dimağ ve kalpte sağlam bir şekilde harmanlanmasıyla olur. Bunları birbirine mezcetmeye muktedir olmayan bir bilinç ve kalp düzeyi, ittihada katkı sağlayamaz.

Yani irfanî bilinç ve zenginlik, ittihadın “itici” gücüdür. Bediüzzaman’ın deyimi ile marifetin şua-ı elektiriği, ferdi düzeyde bir imtizacı doğurmalı ve bunu toplum düzeyine taşımalıdır. Dolayısıyla böyle irfanî düzeyden yoksun fertlerin toplum düzeyindeki ittihada katkıları “sıfır” hükmündedir.

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.