İnsan ile İslam

Ahmet AKCAN

İnsan ile İslam; toprak ile su, göz ile ışık, âşık ile maşuk gibidir. İnsan ile İslam’ın izdivacından iman, hayata gelen canlıya ‘Mümin’ ismi verilir. Bu ‘müminin’ Halık’ını tanımasına marifetullah, sevmesine muhabbetullah, kendini sevdirmesine ibadetullah, ilahi rızanın tahsil edilmesine marziyatullah denilir...

İtikatta tevhidi, ibadette hulusiyeti, içtimai hayatta adaleti isteyen İslam; ilim ve marifet, iffet ve istikamet, uhuvvet ve muhabbet sütunları üzerinde yükselen bir bina gibidir. Emniyet ve hürriyetin yegâne kaynağı, barış ve huzurun tek menbaı olan İslam; fenlerin seyyidi ve mürşidi ve hakiki ilimlerin reisi ve pederidir...

Haktan istemeyi öğreten, halka vermeyi öğütleyen din-i İslam; manevi değerlerin değişmez adresi, insanlığın kurtuluş kalesidir. Esma-i ilahiyeyi talim, tefekkür silsilesini müteaddit ayatıyla tarif eden, ilahi hakikatlerden bahseden İslam; sulh ve hidayetin, huzur ve selametin en kat’i vesilesi, kemalat-ı hakikiyenin de fihristesidir...

Talim-i esma hasiyetiyle keramete, cami istidatları ve melaikeye tercih edilmesiyle fevkaniyete, İslamiyetin i’tası ile hakiki kemalata müheyya kılınan insanın; re’s-ül malı olan istidatlarını nemalandırması, kuvveden fiile çıkarması en ehemmiyetli vazifesidir. Bu ehemmiyetli vazifesini hakkıyla ifa edip melaikeye rüçhaniyetini fiili olarak ispat edebilmesi için ilim ve marifet, dua ve ubudiyet ile meşgul olması elzemdir...

İstidatlarının kuvveden fiile ermesi, inkişaf etmesi insanın bir nev’i kendi miracını tahakkuk ettirmesidir. Yani kabiliyetlerinin sidre-i müntehasına, latifelerinin kab-ı kavseynine müteveccih yükselmesidir...

İnsanın; kâinat çarşısında yaratılmış harikulade sanatların Saniini (failini) tanıması, Halık-ı kâinatın has bir muhatabı olması, nihayetsiz nimetlerine ve hadsiz ihsanlarına külli bir şükür ile mukabelede bulunması, mükemmel sanatları takdir ve tahsin eden yüksek sesli bir dellal olması istenmektedir...

Evet, şu dünya hanına gönderilen insanın insan olarak kalması, manen zayi olmaması için aidiyet ve abdiyetini, sema, arz ve cibalin taşımakta çekindiği emanet cihetiyle ağır mesuliyetinin farkında olması, emanete riayet ile enaniyetten beri durması, ilahi emirlere teslimiyet mukabelede bulunması, temsiliyet ve tevekkül gibi İslami vasıflara vasıl olması icap etmektedir...

İslam, müteaddit beyanatıyla insanın Allah tarafından yaratıldığını bildirmektedir. Bununla insana aidiyet adresini göstererek bu mühim ihtiyacı iman intisabı ile gidermektedir. Aidiyet ihtiyacını iman intisabı ile tatmin edemeyenlerin mecazi aidiyetler ihdas ederek bu ihtiyaçlarını tatmine çalıştıkları görülmektedir. Bu durum, tatlı suyu bulamayanların deniz suyu ile bu ihtiyaçlarını teskin etmeye çalışmalarına benzemektedir...

Aidiyetin idraki vicdanda mesuliyet hissiyatını inkişaf ettirir. Mesuliyetini idrak eden insan, ibadet ve itaatini kendini aid bildiği zata karşı takdim edebilir. Yani herkes aid olduğu yere kendini mes’ul bilmekle, ubudiyetini, yani inkıyad ve itaatini ona karşı yerine getirir...

Memuriyetini idrak eden ve devlete intisap ettiğini söyleyen birinin başka mercilere itaat etmesi garabettir. Aynen öyle de, Allah’a aid olduğunu iddia edenlerin kendilerini başkalarına karşı mesul bilmeleri ve onlara itaat etmeleri de tam bir garabet olsa gerektir...

Evet aidiyet bir iddia, mesuliyet bu iddianın vicdanda makes bulması, abdiyet ise bu mananın bedende itaat olarak görünmesidir...

Abdiyet ve itaat ile kâinat Halık’ına karşı vazifelerini yerine getiren insanın nefsinde ve hariçte yaratılan varlık tabakalarının Allah’a ait olduğunu idrak ile temellük hissiyatından tecerrüd etmesi, emaneti ganimet görme yanlışına düşmemesidir. Yani mülkiyet iddiasından vazgeçmesi “lehül mülk, velahül hamd ve ileyhi turcaun” sırrına vakıf olup hakiki ubudiyetini yerine getirmesidir...

Aidiyet, mes’uliyet, abdiyet, emanete riayet ve enaniyetten tecerrüd safhalarında vazifelerini bihakkın ifa eden insanın kâinatı tedbir ve terbiye eden zatın külli ve umumi Rububiyetine rızadade olup teslimiyeti içine sindirmesidir. Yani kâinatı kemal-i adalet ve hikmetle idare eden zatın külli tasarrufatına memnuniyet ile kendini teslim edip selamete ermesidir...

Teslimiyet şuuru ile hakiki selamete eren kulun ahlak-ı Muhammediyeye (a.s) bilfiil mazhariyeti ile arzdakiler ile arştakilerin nazar-ı dikkatini celbetmesi, temsiliyet mertebesine yükselmesidir. Yani esma-i ilahiyeye hem mazhar hem müzhir olarak zevil idrakin nazarını celbetmesidir...

Elhasıl; bedeniyle kesret ile kesafet, ruhu itibarıyla vahdet içinde besatet, mahiyet ve istidadat cihetiyle camiyet ile teçhiz edilen insan; fıtratı (özü) itibarıyla selimdir. İnsanın selim fıtratını zaman içerisinde kirleten, istidat çekirdeklerini çürüten en mühim sebep, taklidi imanını tahkiki yapmak için herhangi bir gayretinin bulunmamasıdır...

İnsan İslam’sız, İslam insansız kalamaz. İnsan İslam’sız kalınca manevi kıyamet, İslam insansız kalınca büyük kıyamet yakındır...

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (3)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.