İki mesele

M. Nuri BİNGÖL

“Hayr-ı kesir için, şerr-i kalil kabul edilir.”
Bazı dost ve arkadaşlarca her şart, her mekân, her zaman, her kişilik, her mes’ul olunan şahıs, her taviz, her “ hizmet”, her hareket, her hâl, her devir, her zemin için “kullanılan” cümleyi, her türlü yemeği yapılan “patlıcan”a benzetmede   – acaba- bir beis var mıdır?
Latife bir yana, hakikaten yeni meselelerin doğmasına – ya da yeni yaraların, yeni sur   gediklerinin açılmasına- sebep olan, mevcut insan sayısınca “değişik” tevillere girmesine yol açan, daha başka talihsiz bir mefhuma az rastladım ben.

Halbuki fıkhî  müearife bilinir. “ Bir islamî hüküm gayr-ı muayyyen – belirli olmayan, sınırları çizilmeyen- bir temele oturtulamaz.” mânasındadır bu. Yani her türlü amel-i salih ( fariza mânasında) olan izah Yusuf Kerimoğlu’nun “ Emanet ve Ehliyet”inden...
Hayatımızın her safhasını tanzim ve ıslah eden İslami emirlerin, yasakların,fariza ve sünnetlerin değişik “form”lara girmesini iddia eden ve suret-i hak maskesini takınmış endişelerin gösterdikleri bahanelerin başında,  Avrupa’da 16. yüzyılda yapılımış Reform hareketidir. Madem ki o yıllarda yapılan reformlar anında afaroz edilerek, Hristiyanlığın dışına atıldığı  halde, sonradan bu afaroz kaldırıldı, onlar da Hristiyan sayıldılar, bizde neden öyle olmasındı? O reformu yapanlar sonradan Hz. İsa (asm)’a iman eden kişiler sayıldığına göre Vatikan’ca, bizden de öyle bir “ iş çeviren”ler, sonradan ümmet-i Muhammed’den (asm)  sayılamazlar mı? Bu suale Bediüzzaman Said Nursi (RA)’nin cevabı yüksek sesle bir “ Hayır”dır. Sebebi mi?

“Çünki Din-i İsevî'de yalnız esasat-ı diniye Hazret-i İsa Aleyhisselâm'dan alındı. Hayat-ı içtimaiyeye ve füruat-ı şer'iyeye dair ekser ahkâmlar, Havariyyun ve sair rüesa-yı ruhaniye tarafından teşkil edildi.”
Yani  “hristiyanlıkta değil” hakiki İsevi dininde  - Kur’an’da bu dinin adı İslam olarak geçiyor, o da defalarca- dinin esasları – yani iman esasları- vahy-i İlahi idi;  semaya alınmadan önce devamlı Yahudilerin ve Romalıların takibi altında olan ve genç yaşında da, Ahirzaman Resulü Hatemü’l- Enbiya’ya (asm) ümmet olunma duası kabul edildiğinden, ahirzamanda geri gönderilip,  “kemal-i hahiş” içinde yapılan duası aynen kabul edilecek olan Ulülazm Resul (as)’e inzal buyurulan saf vahiy idi. “Şer’i” olan ameller ve kaideler ise, Hz. İsa (as)ın sohbetlerine dayanılarak “havariyyun”dan alındı.
 “Kısm-ı a'zamı, kütüb-ü sâbıka-i mukaddeseden alındı.”
Demek ki o şer’i emirlerin bir kısmı da daha önce gelen Tevrat, Zebur’daki hükümlerin aynısıydı, yeni bir vahye lüzum duyulmadı bu yüzden.
“Hazret-i İsa Aleyhisselâm, dünyaca hâkim ve sultan olmadığından ve kavanin-i umumiye-i içtimaiyeye merci' olmadığından; esasat-ı diniyesi, hariçten bir libas giydirilmiş gibi, şeriat-ı Hristiyaniye namına örfî kanunlar, medenî düsturlar alınmış, başka bir suret verilmiş.”
“Kavanin-i umumiye-i içtimaiyeye merci' olma” ifadesine dikkatinizi çekmek isteriz. Demek ne türlü sosyal ve siyasi “kavanin” , vahy-i İlahi’ye istinad etmek zorunda. Amel edilir ya da edilmez, onu mesuliyet sahipleri düşünür elbet, ama biz iman etmek için bu esasa inamak mecburiyetindeyiz.( Üstad Hamallara Hitap’ta  ta “ ....amma hikmet-i hükumete karışmayız” derken buna işaret ediyor.)
Devam eder Müceddid-i Zaman:

“Bu suret tebdil edilse, o libas değiştirilse, yine Hazret-i İsa Aleyhisselâm'ın esas dini bâki kalabilir. Hazret-i İsa Aleyhisselâm'ı inkâr ve tekzib çıkmaz. Halbuki din ve şeriat-ı İslâmiyenin sahibi olan Fahr-i Âlem Aleyhissalâtü Vesselâm iki cihanın sultanı, şark ve garb ve Endülüs ve Hind, birer taht-ı saltanatı olduğundan; Din-i İslâm'ın esasatını bizzât kendisi gösterdiği gibi, o dinin teferruatını ve sair ahkâmını, hattâ en cüz'î âdâbını dahi bizzât o getiriyor, o haber veriyor, o emir veriyor. Demek füruat-ı İslâmiye, değişmeye kabil bir libas hükmünde değil ki; onlar tebdil edilse, esas-ı din bâki kalabilsin. Belki esas-ı dine bir ceseddir, lâakal bir cilddir. Onunla imtizaç ve iltiham etmiş; kabil-i tefrik değildir. Onları tebdil etmek, doğrudan doğruya sahib-i şeriatı inkâr ve tekzib etmek çıkar.” ( Mektubat, 435)
 
Bu ibarenin bulunduğu 29. Mektup nevinden Lemaat’da, Sünuhat’da, Şuaat-ı Marifet-i Nebi’de, külliyat bütünlüğü içinde beyan edilen diğer Risale’lerdeki bu nevi beyanları okuyup, anladığını, hata onları temsil ettiğini ilan eden  insanlar, nasıl olur da, tebliğin isal ettirildiği bir kısım  Hristiyan’ların ( Kıssis, misyoner, papaz, papa, hahamların)  “La İlahe İlallah” demekle kurtulabileceklerini savunurlar; hayret...

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (2)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.