Huzur, Bir Ressamı Çiziyor Akşam Namazında.

Nurefşan Çağlaroğlu'nun yazısı...

Akşamın tatlı rüzgârları, veda buseleri dokunduruyor renklere. Kızıl bir tablo ufule meylediyor. Kayboluyor güneş, kayboluyor sevgililer, dakikaların satır aralarında. Suretler, ardına bakmadan, veda etmeden sıyrılıyor manalardan.

Göklerin yazgısında şimdi kızıl rengin mahşeri var. Alacakaranlığı kuşanıyor vakit. Nar çiçeği, akşamın gelinliği. Birazdan ateş kırmızısı şalını omzuna alacak. Mor tüllerle el sallayacak dağların, tepelerin ardındaki sevgililere. Veda şiirleri yazacak ufuklara sessiz sedasız.

Renkler varlığını yitirip, karanlıklara boyanacak. Yitirecek güzelliğini çiçekler, denizler, sevgililer ve güneş. Faniliğin sessiz bestesi sızacak kalplerimize. Bizim de akşamımızı hatırlatacak solgun renkler. Dünya akşamının da resmi çizilecek kalplerimizin tuvaline. Bir tuval, renkler, eşyanın inceliklerine sızan bakış ve iç alemin ahenginin yansıdığı eller…Çizdiği tabloda bir rüyadan arta kalan renkler. Çizgiler, fırça darbeleri, yaşanmakta ve sürekli değişmekte olan anı yakalama çabası. Resminde, kayalara vuran dalgaların, yüreğindeki izdüşümü. Ellerinde çizgiler, yüreğinde çizgiler…

Odanın duvarlarında birbirinden güzel manzara resimleri. Yılların tozunun içine işlediği kahverengi ahşap bir dolap. Camekânlı dolabın içinde değerli antikalar. Çivit mavisi vazolar, zümrüt yeşili tabaklar. Antikalara sinmiş mananın ve hatıraların derin resmi. Odanın en aydınlık köşesine yaslanmış tuval, fırçalar ve boyalar.  Hayata açılmış ahşap küçük bir pencere. Ufuklara açılmış iki cam kanat. Yılların yorgunu sallanan bir sandalye. Okşandıkça mest bir tabloya dönen kedi.

Odada sessizlik kol geziyordu. Pencereyi sonuna kadar açtı. Esen rüzgâr tüllere dokunuyor, dalgalandırıyor, sonra da onları kendi hâline bırakıveriyordu. Masanın üzerinde, maziden izler taşıyan eski radyosu duruyordu. Radyoyu açtı ve sallanan sandalyesine yaslandı. Gözleri, pencere ardındaki denize daldı. Radyodan içli bir beste aktı gönlüne: ‘Dönülmez akşamın ufkundayız, vakit çok geç…’

Bu sese bir süre dalgalar da eşlik etti. Belli belirsiz mırıldanan sözlerde  ‘Dönülmez akşamın ufkundayız…’ Gözlerini kapadı. Yaşadığı hayatı ve bulunduğu hâl, başını aşağı yukarı sallamasıyla, duyduğu sözlerin onaylandığı bir resme dönüştü. Oda dardı. Derin bir iç çekiş yankılandı. O da dardı. Yavaşça kalktı, radyoyu kapattı.

Şimdi içeride sadece dalgaların ve kalbinin sesi …

Dalgalar bir celal içinde cemal müjdesi. Bir mektup dalgalar okuyan için. İlâhî ilmin tecellisi. Derinlerdeki incilerin müjdecisi.

Kalp, güzelliklerin tezhip sergisi; işiten ruhlar için kasidenin ulvi bestesi.

Serin hava, içine işledi. Bir ferahlık hissetti kalbinin şark odalarında. Uslu bir rüzgâr dolaştı yakınlarında. Oda genişledi sanki; o da genişledi.

Evet, dedi ‘vakit çok geç’. Fakat akşam dönülmez de değil… Henüz, hakikati arayabiliyorsa gözlerim, ellerim dokunabiliyorsa hâlâ tablolarıma, akşam dönülmez değil.

Sorular, sorular….Soruldukça açılan elmas kapılar. Hikmetin kapıları aklın pırlanta anahtarında. Hikmetin göz nuru yazmaları da, kalp sandukçasının zarafetli bohçalarında.

İnsan hiçbir ânı, hiçbir güzelliği elinde tutamıyor, ebedîleştiremiyor. Bazen bir tabloda biriktiriyor ümitlerini .Unutulmuşluğun zindanına bir tabloyla ışık tutmak istiyor. Hiç olmazsa tablolarıyla anılsın, hatırasına bir tebessüm nakşedilsin istiyor. Maziye hayranlık dolu bakışlar gönderilsin sanatının anısına, içtenlikle diliyor. Bu yüzden bütün duygularıyla akıyor tablosuna, ölümsüzlük istiyor.

Şimdi nerede eski ressamlar? Ya tabloları …Belki çok azının tabloları müzelerin soğuk duvarlarına yansıyor. Onlar da dünyanın akşamıyla birlikte unutulmuşluk  kuyusuna düşecekler.

Peki çaresi yok mu vakitleri, sanatları ebedîleştirmenin?

Hayat,  gelip geçen resimlerden, suretlerden, fotoğraflardan ibaret. Binlerce resim geçer insanın hayatından. Komşular, sınıf arkadaşları, yolda, otobüste, markette gelip geçen resimler, insan yüzleri, konuşmalar… Bir şarkıyı anımsadı: “Kimler geldi, kimler geçti” diye haykıran. Her şarkı da, bir resimdir kalbe çizilen. Her şey ya flû bir tablo, ya da karanlıklara bürünmüş bir resim. Üstümüze huzursuzluk boca ediliyor faniliği düşündükçe.  Bâki olanı, bekaya mazhar olanı arıyor insan. Issızlıklara sözünü geçirebilecek bir kudreti, hiç bitmez ve tükenmez resimler yaratacak bir cemali arıyor.

Evren, her an değişen tablolar mahşeri. Anlar adedince  manzaralar yansıyor kâinat tuvaline. Birbirinden güzel manzaralar. Ama daha doymadan siliniyor hepsi birer birer. Her an, elinden çıkmaya hazır. Her an seni terk etmeye mahkûm, gökkuşağının yedi rengine boyanmış sevgililer. Öyleyse neden bu evrendeki güzellikler, birbiri ardınca çizilen doyumsuz manzaralar?

Kâinat bir gül goncası. İç içe güzellikler… Ruhun da cemali var, suretin de. Şefkatin de güzelliği var, adaletin de.  Merhametin ve hikmetin hüsnü dokunmuş kâinat satırlarına. İmanın, hakikatin, nurun güzelliği de âlemin şiirini görünür kılmış satırlarda.”

İnsan, kâinat tablosunun müştak seyircisi. Sanat, güzelliğin eşsiz ahenginin ruhtaki yansıması. Bir duyarlılık, bir yetenek işi sanat. Ruhun berrak çocuğu. Âlem şiirinin güzelliğinin kalpteki akisleri.

Henüz gözlerimiz cemale âşıkken, kulaklarımız güzel seslerin, lâtif sözlerin meskeniyken, henüz kalplerimizin kapıları kapanmamışken hakikatin şualarına. Açalım perdeleri. Ülfeti sürgün eyleyelim uzak ülkelerin zindanlarına.

Kâinat, Kur’an, peygamber çiçeği, gerçek renkleri üflesin ruhlarımızın sanat galerilerine. Bakışlarımızı hikmetin renkleriyle boyasınlar bir bir. Boyasınlar ki akıl, ilâhî kütüphanelerin pırlanta bir anahtarına dönüşsün. Kalp, kâinat definelerinin sırlarına erişsin. Muhabbet, tevhidin sırrıyla bu küçücük insanı kâinat kadar büyütsün genişlendirsin. Mahlukata nazlı bir sultan yapsın. Ve her şey hikmet renginde tek renk…

Ebed âlemlerine namazın beş kandilli süreyyasından aydınlık tablolar gönder.

Sabah namazın baharın rengine boyansın. Altın sarısı olsun şükrün coşkusu. Yeniden baharın, beyazlığı kaplasın her yanı. Kışın ardından baharın güneşi ısıtsın kalbimizin bahçelerini. Sabah, sevginin sesi olsun. Sevgi, hayatın güneşi…Sarsın, sarmalasın, hiç esirgemesin sıcaklığını. Doğ güne, güneş gibi. Sevgilerinle. Güneşin kuşatıcı iklimini gönlünde duyarak başla sabaha.

Bir bebeğin ilk nefesinin sıcaklığı, ferahlığı yaşansın seher seccadesinde. Hayatı armağan olarak aldığın günü hatırla. O günün anısına tazele sonsuz teşekkürlerini. Bir bebeğin masum ve pembe dudaklarının yaşadığı ilk nefes gibi içine çek, varlığın engin sevincini. Seccadende yaşa baharın sınırsız renklerini. Seccaden eyle baharı, çimenleri, çiçekleri ki dünyevî cennetler yaşansın hayatın baharında. Ebedî cennet buketlerinin kokusu sızsın ruhunun keşfedilmemiş kıtalarına.

Öğle, deniz mavisi. Kemalin vadisinde akıyor zaman. Gençliğin yazındasın. Ömrü dünyada insaniyet tacını giydiğin vakittir öğle.  Rahmetin yağmuruna tutulmuşsun. Sırılsıklam ıslanmışsın şefkatin serinliğiyle. Nimetlerden bir taç giydirilmiş varlığına. Sadece midenin ihtiyacına bin bir çeşit sofralarla cevap verilmiş. Ebed ,ebed diyen ruhuna bir tatlı nesim olmuş namaz. Leylak rengi çiçekler giyinmişsin.

Öyleyse, Sen de öğle vakitlerinde kulluğun yazına ulaş, kemalin burcuna yaklaş.

İkindilerde yaşansın sarının, turuncunun ahengi. Dünyayla sınırlı kalmasın güzellikler. Cennette kurulsun rengârenk köşkler. Kumistan ve çöl. Altın sarısı. Güneş, ay, yıldızlar, çiçekler kardeşin olsun. İncelikler peygamberi gecene doğsun. Okşasın bir çocuğun saçlarını şefkatin şiiri elleriyle.

Akşamlar gülkurusu heyecanlara boyansın. Gaflet derin uykusundan uyansın. Rahmetin kollarına bırak kendini. Dünyanın yükünü indir sırtından. Hiç olmazsa beş dakika dinle ruhunun sesini. Merhamete sığın, gülkurusu akşamların aydınlığında. Fenaya giden sevgililerden çek ellerini. Sonsuz kudret, şefkat, merhamet ve zevalsiz cemal sarsın benliğini.

Yatsıda gece mavisi  giyinmiş göklerden aydınlık yıldızlar yansısın ebed tablolarına. Gece defterinde güvenin rengine sarın. Rahmetin iltifatına iltica et. Secdelerin yüzüne de mahviyetin uçuk pembe rengini yaz. Secdeler, secdeler….Mehtabın düştüğü gölgeler. Seccadelere düşen cemreler.

Cemreler düşsün senin de hayatının her tablosuna.

Günde beş vakit cemrelerle ısıt, ruhunu. Seher vakti havaya, öğle ve ikindinin suyuna, akşamın ve yatsının toprağına düşsün kulluğun cemreleri.

Her gün, yeni bir âlemin kapısı. Âlem bir saray. Kalp bir ayna. Kalbinin rengine boyanıyor âlem. Ya kırmızı güller açmış bir saray, ya siyahın esiri bir matemhane. Kalbinle, aklınla, gönlünle, amelinle kendi âleminin şeklini çiziyorsun. Rengini belirliyorsun. Lehinde veya aleyhinde şahidin oluyor zaman.

Vakit geldi. Ve bir ressam çiziyor namazın resmini; kıyamda vakarın, rükûda tevazunun, secdede kulluğun inceliğinden tablolar…Dilinde Kur’an’dan lemalar. Kalbinde ebed nehirlerinden reşhalar.

Ahengin gökkuşağı siniyor duvarlara. Dalga sesine, yosun kokusuna karışıyor huzur.

Ressam huzura duruyor.

Huzur, bir ressamı çiziyor akşam namazında.
       

Edebiyat Haberleri