Hüsnü Bayramoğlu Ağabeyin tevafuklu Kur'an açıklaması

Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin talebelerinden Hüsnü Bayramoğlu lahika yayınladı

Emsalsiz kıymeti malik Osmanlı son devrinin gurubu olmayan hattatı merhum Hamid Aytaç’ın Hizmet Vakfı'nda neşredilen tevafuklu Kur’an’ı ve tevafuka dair bir mülahaza.

Aziz, sıddık, fedakar kardeşlerimiz
Bu defa Üstadımızın hususan Barla Lahikası ve Mektubat’ta kemal-i ciddiyetle üzerinde durduğu, talebelerini onun yazılması ve okunması hususunda fevkalede teşvik buyurduğu Kur’an-ı Kerim’in tevafuklu nüshasına nazar-ı dikkatinizi celbetmek istiyoruz. 

Evvelen Tahiri ağabeyimizin teşvik ve Hizmet Vakfı mütevelli azaları olan Ahmed Aytimur, Abdullah Yeğin, Mustafa Sungur, Bayram Yüksel, Said Özdemir ve Hüsnü Bayramoğlu Üstadımızın bu fevkalade ehemmiyet verdiği arzuları mucibince Anadolunun ve Osmanlının en meşhur hattatlarından Hattat Hamid Aytaç Beyefendiye yazdırılıp ikmal edilen Kur’an-ı Kerim’in tevafuklu nüshası Hizmet Vakfı yayınları arasında çıkmıştı. Merhum Tahiri Ağabey ömrünün son senelerini Nurların tashih çalışmalarıyla beraber bu Kur’an’ın tab’ına sarfetmişti. Bu vesile ile kardeşlermizin bu Nüshay-ı Kur’aniyenin ehemmiyeti üzerinde durup kıymetini takdir edecekleri izahtan vabestedir. 

Evet, Aziz Üstadımızın Refet Ağabeyin bir sualine Kastamonu Lahikasında vermiş olduğu şu cevap; “Bu kâinatta ve her asırda en büyük makam Kur’ân’ındır. Ve her harfinde, ondan tâ binler sevap bulunan Kur’ân’ın hıfzı ve kırâatı her hizmete mukaddem ve müreccahtır.” manası Kur’an-ı Kerim’in bu asrın fehmine bir dersi olan Risale-i Nurlara çalışmayı da ihtiva etmekle beraber gözlere dahi mucizatını gösteren tevafuklu Kur’an’ımıza da nazarları celbetmektedir. Bu itibarla, Tevâfukat ve rumuzat-ı Kur’âniye, tebşirat-ı azîmeyi ihtiva etmesi itibariyle, Hizmet Vakfı İlmi Heyetince, kemâl-i hassasiyetle, takip ve tetkik olunmaktadır. Esrar-ı Kur’aniyenin bir anahtarı ve ilm-i cifrin mühim bir miftahı olan tevafukat ile alakadar Necib Üstadımızın aşağıdaki kanaatleri ve Saff-ı Evvel Ağabeylerimizin de lahikalardaki mektup ve beyanlarını leffen arzediyoruz. 

Hz. Bediüzzaman’ın talebesi ve hizmetkarı Hüsnü Bayramoğlu 

***

“Eşya arasındaki tevafuk, Saniin vahid ve Ahad olduğunu gösterir.” (Mesnevî, s. 189). 

“Tevafukat ise ittifaka işarettir, ittifak ise ittihada emaredir, vahdete alamettir; vahdet ise tevhidi gösterir; tevhid ise Kur’an’ın dört esasından en büyük esasıdır.” (bknz. Mektubat, s.381-haşiye). 

“Kur’an-ı Hakim , kırk cihetten mucizedir. Kırk ayrı seviyedeki insanlara karşı kırk yönden i’cazını gösterir, en azından varlığını onlara hissettirir. Kimseyi mahrum bırakmaz. Öyle ki, yalnız gözü bulunan, kulaksız, kalpsiz, ilimsiz insanlara karşı da Kur’an’ın bir çeşit ‘icaz alametleri vardır. Şöyle ki: Hafız Osman hattıyla ve basmasıyla olan Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın yazılan kelimeleri birbirine bakıyor. Meselâ: Kehf suresinde “..Kelbühum” kelimesi, altında yapraklar delinse; fâtır suresindeki “Kıtmîr” kelimesi, az bir sapma ile görülecek ve o kelbin ismi de Kıtmir olduğu anlaşılacaktır. Yine Yâsin suresinde iki adet “Muhdarûn” kelimeleri birbiri üstüne; ve Saffat suresindeki “muhdarûn” ve Muhdarîn” kelimeleri, hem birbirlerine, hem de onlara bakıyor. Biri delinse, ötekiler az bir sapma ile görünecek. Yine Sebe’ suresinin son kısmı ile Fatır suresinin baş tarafında bulunan iki”Mesnâ” kelimesi birbirine bakıyor. Bütün Kur’an’da yalnız üç “Mesna”dan ikisinin birbirine bakmaları tesadüfî olamaz. Bunların emsali pek çoktur. Hatta bir kelime, beş-altı yerde yapraklar arkasında, az bir inhirafla birbirine bakıyor… “Kur’an’ın birbirine bakan iki sahifesinde, birbirine bakan cümleleri kırmızı kalemle yazılan bir Kur’an’ı ben gördüm.”Şu vaziyet dahi, bir nevi mu’cizenin emaresidir.” o vakit dedim… İşte Kur’an’ın tertibi, irşad-ı nebevî ile; münteşir ve matbu Kur’anlar da, ilham-ı ilâhî ile olduğundan; Kur’an-ı Hakim’in nakşında ve hattında bir nevi alamet-i i’caz işareti vardır. Çünkü o vaziyet ne tesadüfün işi ve ne de fikr-i beşerin düşünüşüdür. Fakat bazı inhiraf var ki, o tab’ın noksanıdır ki; tam muntazam olsaydı, kelimeler tam birbiri üzerine düşecekti.”(Mektubat,167-168) 
**

Tevafuklu Kur’an-ı Kerim 

“Kur’an-ı Mucizül Beyan’ın mucizelik yönlerinden göz ile görünecek kısmının beş altı vechinden bir vechini gösterecek yeni bir Kur’an Elhamdülillah yazıldı. Ümmetçe Hafız Osman hattıyla makbul Kur’an’ın aynı sayfalarını ve satırlarını muhafaza etmekle beraber. Allah lafzı Kur’an’da toplam 2806 defa tekerrür ettiği halde nâdir ve nükteli müstesnalar hariç kalıp geri kalanı tevafuk ettiğini anladık. Sayfa ve satırlarını değiştirmedik. Yalnız tanzim ettik. O tanzimden harika bir tevafuk ortaya çıktı. Yazdığımız Kur’an’ın parçalarını bir kısım ehli kalp görmüş, Levh-i Mahfuz hattına yakın olduğunu kabul etmişler.” (Bknz. Mektubat, Fihriste-i Mektubat ve Rumuzat-ı Semaniye) 

Bilhassa tevâfukatı, tefsiratı gösterilerek tahriri musammem ve menvî bulunan Kur’ân-ı Azîmüşşân’ı, umum ehl-i îman ve tevhid, kemâl-i hâhişle ve nihayetsiz hürmetle karşılayacakları, bedâhette olduğu gibi, birçok kimselerin de, âhir ömürlerinde yeniden okumağa şevk ve gayret gösterecekleri, bir ihtimâl-i kavîdir. Daha nice emsali nâmesbuk âsârın vücuda getirilmesini, bütün ruhumla diler ve Cenâb-ı Mün’im-i Hakikî’den muvaffakıyetler temenni eylerim Efendim. 
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى 
Hâfız Sabri 

***

Aziz Üstadımız, bu Kur’ânî cevherleri kendisine göstermekle iktifa etmiyor ve muhtaçlara da bakınız, görünüz, istifade ediniz, siz de muhtaçlara, müştaklara, mütehayyirlere göstermeye vasıta olunuz buyuruyorlar; bu fakir talebeniz bu emre “ale’r-re’si ve’l-ayn, sem’an ve tâaten” demiş ve alâ kadri’l-imkân ve mütevekkilen alellah, bu emel uğrunda hizmette bulunmayı minnettarane arzu etmekte bulunmuştur. Binaenaleyh gaybî tevâfuk hakkındaki bu müdellel ve muknî beyânat da yerindedir, fazla değildir. Bu da herhalde lâzımdır. Buna mutlak ihtiyaç vardır veya olacaktır. Gösterilen misâlden de anlaşılıyor. Özene bezene yazılmış, senelerle emek sarfıyla cem’edilmiş, toparlanmış, tefsir kavâidine, siyak ve sibak-ı kelâm gözetilerek, muhtemelen bazı yerlerinde kesret-i istîmal sebebiyle, hâh nâ-hâh nazar-ı dikkate çarpan tevâfuk ve müvazenete de an-kasdin ihtimam edilerek, emniyetle vücuda getirilmiş olan bir tefsir ile, doğrudan doğruya hazâin-i mukaddese-i Kur’âniyeden, bu asır insanlarına, müslümanlarına göre nebeân, feverân ve lemeân eden nurlu âsârdaki gaybî muvafakat, müvazenet kıyas edilebilir mi? Asla…

Hulusi 

Kur’ân-ı Hakîm’in hazâin-i nâmütenahiyesinden bir kısım cevâhiri elde etmek suretiyle, hem ağniyâ-i maneviye adedine dahil olsun ve hem de künuz-u mahfiyeye ıttıla kesbetmek gibi, ruh-u beşerin en büyük ihtiyacâtını tatmin etmiş bulunsun. Hülâsa, tevâfukat ve rumuzat-ı Kur’âniye, tebşirat-ı azîmeyi ihtiva etmesi itibariyle, kemâl-i hassasiyetle takip ve tetkik olunmaktadır. Bundan dolayı nihayetsiz hürmet ve tâzimatımı arz eder ve mübarek ellerinizden öperek, Cenab-ı Hakk’ın bize inkişâf-ı kalbî ihsan buyurması hususundaki dua-yı hayriyelerini istirham eylerim, sevgili Üstadım Efendim. 

Re’fet 

***

Evet nasıl ki Kur’ân-ı Hakîm’in surelerinde, âyetler birbirine bakar, işaret ederler; öyle de, Cenab-ı Hakk’ın bir Kur’ân-ı Kebiri olan şu kâinatın ulvî süflî sureleri dahi birbirine bakar, birbirinin nüktelerini izhar eder. Semâ suresinde bizim gibi lafz-ı Celâli yalnız kırmızı yazmak değil, belki nur yaldızıyla lafza-i Celâl gibi yazılan yıldızlar ve o yıldızlardan fışkıran nuranî noktalar, elbette bir işaret fişekleri hükmünde birer sırrı ilân ettiğini o mu’ciznümâ semavî suresinin şânındandır. Kendimizce bir fâl-i hayr addetmeliyiz. 

Saniyen: Size semâvatın kırmızı yıldızlarını andıran Kur’ân’daki ism-i Celâl’in ikibin sekizyüz altı (2806) defa tekerrürü, Kur’ân semâsını o nuranî yıldızlarla zînetlendirmiş ve o adedlerin sahifeler, yapraklar, sûreler itibariyle birbirine mânidar münasebât-ı tevâfukıyetleri daha ziyade letafetini, zînetini güzelleştirmiş. 

Bu defa size kendi nüsha-i Kur’âniyemi gönderiyorum. Bu nüshamda size gönderilen listeye göre işaretler koydum. İsm-i Celâl ve ism-i Rabbe ayrı ayrı işaret vaz’edildi. İsm-i Celâlin tevâfukat-ı adediyesi hem muntazamdır, hem mânidardır, fakat bir parça dikkat ister. Çünkü risalelerde görünen tevâfuk gibi, daima sahife sahifeye bakmıyor. Bazen sahife mukabiline değil, belki bir arkasına veya arkasının mukabiline bakar. Bazen bir yaprak atlar, bazen bir sahife iki sahifenin mecmuuna bakar. Meselâ otuz beşinci sahifede onüç (13) adet lafza-i Celâl gelir. Arkasına sekiz (8), sonra beş (5) geliyor. Demek o onüç adet, bu iki rakama birden bakar ki, o da onüç ediyor ve hâkeza… Hem bazen bir sahife, iki sahifenin mecmuuna bakmakla beraber aynı suretinde iki adet gelir, her biri onun bir cüz’ünü gösterir. Meselâ Sure-i Tevbe’de 188. sahifede onaltı lafza-i Celâl geliyor, arkasında altı geliyor, altının arkasında on geliyor. Beraber yukarıdan okunsa onaltı olur, tevâfuk eder. Sure-i Ahzab’ın yine sahife dörtyüz yirmiikide (422) onaltı ism-i Celâl geliyor. Zâhirî tevâfuku yok. Halbuki bir sahife daha evvel on gelir ve mukabilinde altı var, terkib edilse onaltı olur tevâfuk eder. Hem bazen ism-i Rab ile beraber tevâfuk eder, bazen sahife sahifeye değil, yaprak yaprağa bakar. Hem bazen sahife rakamına bakar. Dokuz rakamı çok defa sahife rakamına baktığı için tevâfuktan çıktığını hissettim. 

Said Nursi

Kaynak: Hizmet Vakfı

Nur Talebeleri Haberleri