İlk Sürgün

Hüseyin YILMAZ

Bediüzzaman Molla Said'in hürriyet tarafdarı olup, Sultan Abdulhamid idaresine muhalefet ettiği, Mardin'de hızlı yayılmıştı. İki sebeble: Bir kere, Mardin küçük bir yerdi, şehrin bir ucunda fısıldadığınız şey, öbür ucunda olduğu gibi işitiliyordu. İkincisi, Molla Said'in pervasız tavrıydı. Sözünü esirgemiyor, sesinin tonunu düşürmüyor, korkmuyordu. Takındığı şeffaf ve serbest tavır, bir taraftan göze batmasına sebeb olurken, öbür taraftan hamiyet ve dürüstlüğünü tescil ettiriyordu. Düşüncelerine iştirak etmeyenler de samimiyetinden, hamiyet ve vatanperverliğinden emindiler.

Son günlerde kendisini takibe memur derviş kılıklı hafiyelerin tavrının değiştiğini, yüzlerindeki sahte gülümsemenin, dostluk nümayişlerinin yerini dondurucu bir soğuğa terkettiğini farketmekte gecikmedi. Yüz hatları gerilmiş, bakışları sertleşmişti. Kendisiyle burun buruna gelmemeye, merhabalaşma mecburiyetinde kalmamaya dikkat ediyorlardı.

Yusuf Ensarî de kendisinden uzak duruyordu. Şehidiye Medresesi'nin çatısı altında eskaza karşılaşacak olsalar selam vermiyor, sırtını çevirip uzaklaşıyordu. Kendisinin evde olduğunu bildiği vakitlerde eve de gelmiyordu. Annesi ile babasını görmeye veya evden bir ihtiyacını karşılamaya gelecekse Molla Said'in evde olmadığı vakitleri seçiyordu.

Kendisini Mutasarrıf Mehmed Enis Paşa'ya şikâyet ettiği dedikodusu kulağına gelmiş fakat üstünde durmamıştı. Hatta üstünde durmamakla kalmamış, bu bilgiyi kendisine getirme cesaretinde bulunanları, "Yanlış duymuşsunuz, Molla Yusuf öyle bir şey yapmaz, dedikodu yapmayınız!" deyip azarlamıştı. Yusuf Ensarî'nin kendisinden rahatsız olduğunu bilmiyor değildi, fakat işi bu dedikoduları haklı çıkaracak bir yere kadar götürmüş olabileceğine ihtimal vermek istemiyordu. Buna ne ilmi müsaade ediyordu ne de asaleti...

Bir-iki haftadan beri Eyyüb-i Ensarî'nin evinde kalmayı da terketmiş, medresedeki odasında kalmaya başlamıştı. Şeyhin ısrarlı davetine ise ilmî çalışmalarının yoğunluğunu ileri sürerek karşılık vermişti. Haftada bir iki akşam Kasım'la birlikte eve gidiyor, birkaç saat oyalandıktan sonra tekrar medreseye dönüyordu. Şeyhin evinden ayrıldığı akşam saatlerinde abbaranın üst veya alt çıkışında başlayan hafiye takibi altında medreseye dönüyordu.

Umumiyetle tek kişilik bu takibin dün akşam ikiye çıkmış olmasına bir mânâ veremedi. Aylaklıklarına vermişti hâfiyelerin. Sabah ezanlarından bir saat kadar önce kapısı hoyratça çalınmaya başladığında aklına akşamki iki kişilik takib geldi.

Okumakta olduğu kitabı rahlenin üstünde açık bırakarak kapıya yürüdü. "Kim o?" diye sormaktan son anda vazgeçip kapıyı açtı. Önde ne zamandır gölgesi hükmüne geçen hafiye ile iki jandarmanın sabahın köründe kapısına dayanmış olmalarına şaşırmış görünmedi. Aksine son derece sâkindi. Gülümseyerek,
"Dervişlik bitti mi, memur efendi?" dedi.

Hafiye de aynı rahatlık içinde fakat bir nebze mahcub olmuş gibi,
"Bitti Seyda!" dedi.

"Hangi vazife ile buradasınız?"

"Mutasarrıf Paşanın emriyle Bitlis'e nefyediliyorsunuz. Jandarmalar yol arkadaşlarınız olacak. Eşyalarınızı toplayıp odanızda namazınızı kılacak kadar vaktiniz var. Ezanlar okunup cemaat gelmeden, medrese uyanmadan ayrılmış olmanız gerekiyor. Elinizi çabuk tutunuz!"

Bediüzzaman, hafiyeye cevab vermeden hazırlanmak üzere odasına dönerken ne zamandır bu şehirden ayrılma arzusu duyduğunu düşündü. Paşa, kararsızlığına son verip şehirden göndermekle, bir bakıma arzusuna hizmet etmişti. Sadece içinden, "Kasım erken gelse de vedalaşabilsem!" diye geçirdi.

Elinde heybesi, arkasında hafiye ve iki jandarma ile ana caddeye çıktığında sabah ezanları minarelerden yükselip, dalgalar halinde Mezopotamya Ovasına doğru akmaya başlamıştı. Şehidiye'ye inen merdivenin başında üç at ve iki jandarma daha kendilerini bekliyordu.

Molla Said, kimseye görünmeden bir an önce şehri terketmek istiyordu ama öyle olmadı. Tam da kendisi için hazırlanan ata binmek üzere iken Şeyh Eyyüb-i Ensarî ile oğlu Kasım, birkaç adım ötede belirdiler. Yapabileceği bir şey kalmadı. Şeyhin selâmına, "Aleykümselâm!" diyerek karşılık verdi.

Baba-oğul Ensarîler şaşkındı, karşılaştıkları manzaradan elem duydukları, endişe dolu bakışlarından okunuyordu.

"Hayırdır Seyda?" diyen Şeyh'in sesi bir uçurumdan gelir gibiydi.

Molla Said gülümsedi ama sabahın alaca karanlığında pek farkedilmedi.

"Mutasarrıf Efendinin pençe-i kahrına yakalandık şeyhim!" dedi. "Paşa, Bitlis'e nefyedilmemize hükmetmiş. Yolculuk var..."

"Rızkın dâveti Bitlis'ten gelmiş demek. Hadi hayırlısı olsun." diyen Şeyh, metanetini korurken Kasım, bir çırpıda fırlayıp Molla Said'e sımsıkı sarıldı.

"Gitme!" dedi, ağlayan kalbiyle.

Molla Said, talebesi ve arkadaşının başını okşadı.

"Gitmem gerekiyor Kasım! Mardin sana emanet, çok çalışman lâzım, unutma..."

Kasım, hıçkırırken Şeyh Eyyüb, eliyle Molla Said'in sağ omuzunu okşayıp sıktı. Ağlamamak için kaçışını hızlandırdı.

"Selâmetle git Seyda, haklarımız helâldir, haklarını helâl et!" deyip dar merdivenlerden Şehidiye'ye inmeye başladı.

Molla Said, son bir defa Kasım'a sarıldı.

"Hadi babana yetiş!" dedi.

Kasım hıçkırıklar içinde merdivenlerden koşarak indi.

Molla Said, tek hamlede atın sırtına atladı. Jandarmalardan biri eğilip iki ayağını atın karnı altında birbirine bağladı ve üç kişilik kafilenin yolculuğu Mardin taşlarını döven nalların akustik tıkırtıları eşliğinde başladı.

-Kutub Yıldızı-

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (5)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.