Ceylan Bir Atıf, Atıf Bir Ceylan

Hüseyin ÇEŞİTCİOĞLU

بِاسْمِهٖ سُبْحَانَهُ

İkisi de 34–33 yaşında bu dünyadan göçtüler.

Biri trafik kazası diğeri tetanos hastalığının mana-i hakikisinden, manevi / hükmî şehid olarak inşaallah.

***

Abdülkadir Ceylan Çalışkan 1929 yılında Emirdağ’da dünyaya teşrif etti.

Annesiz / öksüz büyütüldü.

1 Ağustos 1944'te Emirdağ’a sürgün gönderilen Üstad Bediüzzaman’ı merhum pederi Mehmed Çalışkan’la ziyaret edip Nur Hizmetinin ‘fedakar ve korkusuz çocuğu” oldu. (15 yaş)

Rahmetli anası Ayşe Çalışkan’dı.

(Ceylan Abi'nin vefat haberi 23 Ağustos 1963 Cuma-Milliyet)

Ceylan Abi; 22 Ağustos 1963 Perşembe günü, Küçükçekmece’de bindiği minibüsün çarpışması sonucu ahret âlemini şereflendirdi.

1962'de muhterem Talia Hanım’la evlendi Nurdan adlı bir kız çocuğu oldu.

Kızı Nurdan Çalışkan ve Ömer Morgül’den olma torunu Ceylan Morgül evli ve Amerika’da yaşamakta.

Kendisi Emirdağ Kabristanı'nda kıyamet ve haşir saatini beklemekte…

***

Rahmetli Ceylan Ağabey’in eşi Tâlia Hanım, vefatından 10/15 gün önce rüyasında eşini kalabalık bir cemaat içerisinden çağırdıklarını, onun da çıkıp gittiğini söyler. (Mehmed Çetin yazısı/ Y.Asya)

Kazadan sonra üzerinden Üstadı Bediüzzaman’ın vekillik notu çıktı, o güne kadar kimsenin bu nottan haberi yoktu!

“Ceylan benim vekilimdir. Nura ait işleri benim hesabıma yapar. Said Nursî…”

Muhtereme eşi “bunun aslı yok fotokopisi bizde” demiştir.

***

“Ceylân kabiliyetli bir genç. Dünya işini de yapar âhiret işini de. Fakat onu dünyaya vermeyeceğim”

“Ceylan’ı dünyaya vermeyeceğim. O dünyalık değil, ahretliktir” diyordu üstadı.

Elhak doğru çıktı; cennetliklerin yaşında (33) ahrete yollandı.

ÜSTADI NURSİ’NİN CEYLÂN’A VERDİĞİ İLK DERS: SIDK!

“Buyurdu ki:

Daima doğru olacaksın!

Hiç yalan söylemeyeceksin!

Sana bir milyon lira verirler, sen bana ihanet edebilirsin, fakat ismin ebediyyen kötü anılır.

Başka bir sefer: “Sen Risale-i Nur’un esaslarını hareketlerinle yaşa!”

19 yaşında (1948'de) Afyon hapsinde Üstadın ona yazdığı notlardan:

“Ceylan!

Bana mahsus üç kitabı gönderdim. Okusunlar, muattal kalmasın.

Bir Ayetü’l-Kübra’yı ben okuyorum.

Sonra onu da sana göndereceğim.

Benim destilerimi su doldurmaya geldiğin vakit dikkat ediniz!

Hem kaplarım, hem yemeğe ait şeylerime dikkat.

Bana suikast ihtimali kavîdir!

Düşmanlar parmaklarını buraya sokmuşlar.”

“Ceylan!

Bir işaret gördüm, telâş ettim.

Altıncıdaki (6.koğuştaki) kardaşlarımızın tam muhabbet ve tesanüdleri devam eder mi?

Ve başka kardaşlarımızın hapislerinde soğukluk var mı, yok mu?

Merak ediyorum.

Çünkü hariçten bir parmak aleyhimizde hapse sokulmuş.

Usanç ve sıkıntıdan sarsıntı vermek ister.”

(Necmettin Şahiner, Son Şahitler / , İhsan Atasoy, Ceylan Çalışkan ve Hanedanı)

***

27 Mayıs İhtilali akabinde saldırı ve zulümlerin odağı Nur Talebeleri olurken, “Bu ağır sıkıntılı dönem hafifleyinceye kadar; neşriyata ara versek” diyenlere, “Kardeşim, durursak ne zaman başlayacağımızı bilemeyiz!” cevabını vermişti!

***

Kızı Nuran Çalışkan babasının gündüzleri çalıştığını, geceleri ise Risale tashih ettiğini anlatıyor:

Cuma günleri ise işe gitmeyip hanımları derse götürdüğünü, ders sonrası da onları evlerine bıraktığını söylüyor.

Cuma günü ise dolmuşuyla; mahallenin çocuklarını toplayarak onlara İstanbul turu attırdığını,
bir kere de Sakarya Nehrine çocuk ve kadınları pikniğe götürdüğünü anlatmıştır. (Mikail Yaprak; Y. Asya- 22 Ağustos 2022)

“Merhumlar Sungur, Ceylan ve Fırıncı abilere durumu açınca gözü kara Ceylan “Çanakkale’ye kalan cezasını çekmesi için götürmekten başka çare yok” der.

Kendi dolmuşuyla kaldığı otelden alır, Sungur, Fırıncı ve Ceylan beraberce sohbet ederek Çanakkale hapishanesine faytonla teslim ederler.

Yolda gördüğü edebsiz görüntüleri gösterip, “bunların mesulü sizsiniz!” diyerek cezaevine teslim olur.”

https://www.risalehaber.com/service/amp/bediuzzamanin-veziri-zubeyir-gunduzalp-agabey-5-24132yy.htm

***

Üstad yazdığı pusulalarla Ceylan’ını ikaz ile koruyup kolluyordu:

“Ceylân! Zaman naziktir!

Nurların faaliyeti vaktine çok dikkat lâzımdır!

Nur’un ve bizim Nurcuların selâmeti ve münafıkların şerrinden kurtulması için sen bu üç maddeyi bil!:

Birincisi: İktisada tam riayet etmek lâzımdır. Tâ validen ve baban senden gücenip hizmet-i Nuriyeye zarar gelmesin. Dükkâncılık eden mertlik (aşırı ikramcılık) etmez. On paraya dikkat eder. Mal senin değil ikram etsen caiz değil!

İkincisi: Şimdilik nazar-ı dikkati kendine celb etme ve gösteriş yapmaya çalışma! Tâ senin elindeki Nur emanetlerine zarar gelmesin! Hevesatını, faidesiz eğlencelerini bırak! Hizmet-i Nuriyenin sana verdiği zevkler yeter…

Üçüncüsü: Bize gelmek için buraya gelenlerden herkese açılma! Lüzumsuz (yere) onlara esrarımızı bildirme! Çünkü içlerinde ya safdil veya kurnaz veya aptal bulunabilir, ifşa eder, habbeyi kubbe yapar! Ondan da münafıklar ve casuslar istifade eder. Hususan bu kasabada daha çok dikkat ve ihtiyat lâzımdır!”

“Ceylân!

Dün posta için sabahtan akşama kadar seni bekledim, görünmedin.

Kalben dedim: ‘Eğer Risale-i Nur’un hizmetiyle ve okunmasıyla meşgul olmuş ise affedilir. Yoksa onun hayatı Risale-i Nur’a aittir. Hevesatına sarf etse şiddetli tokat yiyecek!

Acaba o mânâsız gezmeyi bu soğukta sen mi yaptın? Yoksa başkası mı hatıra getirdi? Hem yanınızda daha kim vardı? Risale-i Nur hesabına merak ediyorum. Dikkat et, çocukluk yapma, tokat yiyenler pek çok!”

“Ceylân!

Sen bahtiyardın ki, bu acib zamanda Risale-i Nur’un ehemmiyetli bir hizmeti ve manevî hazinesinin bir anahtarını aldın. Benim de anahtarımı aldın. Ve küçük bir Abdurrahman ve küçücük bir Hüsrev namını aldın.


("Küçük Hüsrev sözünü ispatlayan Ceylan Abi”ye ait Kur’an hattından bir örnek.(Kabrinin gizli kalması için Ceylan Çalışkan’a yazdırdığı vasiyeti/ Müfit Yüksel Arşivi)

Bu kudsî ve ehemmiyetli vazifeye lâyık olacağını gayet kuvvetli bir sadakat ve metanet ve ihtiyat ile isbat edersin.

Gerçi çocuksun, fakat sende kuvvetli bir sadakat hissettiğimizden küçülmüş kuvvetli bir ihtiyar nazarıyla bakıyoruz!

Sen de dikkat et! Çocukluk hevesatına aldanma, kapılma! On adamın şimdiki benim hizmetimde vazifeleri mecburiyetle sana yüklenmiş. Az bir yanlışın büyük bir zarar verir.

Bunu kat’iyyen bil ki, senin hizmet ettiğin hakikatın sana vereceği hem dünyada hem âhiretteki menfaate mukabil; dünyada hiçbir şey ona denk gelemez.

Tâ ki, bir elmas hazinesini şişe gibi çabucak kırılacak fâni dünya lezzetleriyle kaçırma!

Çocukluk kulağıyla cin, ins şeytanlarının vesveselerine kapılma!”

(Son Şahitler 2 / Necmeddin Şahiner)

***

Rahmetli Ceylan Çalışkan’ın yazdığı bir Risaledeki Üstadın duası:

“Yâ Erhamerrâhimîn!

İsm-i âzamın hürmetine, bu nüshayı yazan Ceylan’ı Cennetü’l Firdevste mesud eyle ve belâlardan muhafaza eyle.

Âmin, âmin, âmin.”

Ceylan Abinin elle yazdığı bir Nur Risalesinin sonuna Üstadın yazdığı dua:

Yâ Erhamerrâhimîn!

İsm-i âzam ve Cevşen’deki isimlerin hürmetine, bu nüshayı yazan Ceylan’ı ve babası Mehmet Çalışkan’ı, Cennetü’l Firdevs’te saadet-i ebediyeye mazhar eyle ve hizmet-i imaniyede daima muvaffak eyle. Âmin, âmin, âmin.”

(https://www.risaleinurenstitusu.org/ceylan-caliskanin-nur-derslerinden-tespit-ettigi-notlar/)
(https://www.nurpedia.org/wiki/Ceylan_Çalışkan%27ın_Küçük_Bir_Vukuatı Ceylan Çalışkan’ın Küçük Bir Vukuatı)

***

Rahmetli Atıf Ural 1933’de Kars’ta dünyayı şereflendirdi.

18 Eylül 1966 Pazar günü 33 yaşında tetanos hastalığı yüzünden Ankara Tıp Fakültesi Hastanesi’nde bu dünyadan ahrete uçtu. Mezarı Cebeci Asri Mezarlıkta.

***

Risale-i Nur’dan Sözler eserinin ilk matbaa baskısını yaptıranların başında (1956 yaz ayları) Atıf Ural Ağabeydir.

Atıf Ural’ın babası, aslen Rize–Çayeli’nden olan hâkim Ali Baha Ural. Ali Baha bey Erzincan’da hâkimlik yaparken Atıf Ural’ın annesiyle evlenmiş.

Ali Baha Bey Kars’ta vazifeli iken 1933 yılında Atıf Ural dünyaya gelmiştir.

Babası hâkim Ali Baha Bey emekli olunca Erzincan’da ikamet ederken Hakk’ın rahmetine kavuşmuş.

Merhum Atıf Ural, liseyi Erzincan’da bitirip, 1952'de Ankara Hukuk Fakültesine kaydolmuş ve iman Kur’an hizmetleri adına Ankara Hukuk’u yaklaşık 10 senede bitirmiştir. (1959).

Merhum ağabeyi Kemal Ural, Ankara Ziraat Fakültesi'nde okurken, kardeşi Atıf’a Küçük Sözler’i hediye ederek Risale-i Nur ile tanışmasını sağlamıştır.

Atıf’ın Ankara’da ilk tanıdığı nur talebesi merhum Ziya Nur Aksun’du. (1930–2010)

Aksun da Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde okuyordu.

Atıf Ural ve Ziya, Ankara’da 1954/55 öğretim yılında sınıf arkadaşı Mustafa Cahit Türkmenoğlu ile tanıştı.

Türkmenoğlu ile bir ev tutup haftada iki gün dışa açık ders yapıyor ve sürekli okuyorlardı. Bu dershaneden sonra Ankara’da dershaneler kesintisiz sürmüştür. (H.Çeşitcioğlu, 2021)

Atıf Ural ırkçı-türkçülüğüyle bilinen Nihal Atsız’la karşılaştığında, “Kürt Said’de ne buluyorsunuz?” sorusuna, “Kur’an’ın en güzel tefsirini yapmıştır” şeklinde cevap vermiştir. (Nurnet, 2018) Böylece imani cesaret ve Kur’ani izzetini ortaya koymuştur.

İlahiyat profesörü merhum Günay Tümer' in kızkardeşi Aydoğan Hanımla evlenmiştir.


Rahmetli Günay Tümer; Üstad Bediüzzaman 1960 Ocak ayının ilk günlerinde Beyrut Palas'tan çıkarken tam arkasındaki esmer uzun boylu zat.

Atıf Ural’ın rahmetli kızı Betül’ün eşi Muhsin Sezen'dir. Betül babası kadar da yaşayamadı ve babasıyla aynı mezara emanet edildi…

Prof. Mehmet Cebeci'nin eşi Binnur Hanım ise halen hayatta…

Kemal Ural: "Üstadı ziyaretlerimde bana, ‘Atıf, masonların belini kırdı’ derdi…"

***

Atıf Ural evlendikten sonra Batman/Sason, Mardin/Nusaybin ve Kastamonu/Bozkurt ilçelerinde savcılık görevinde bulunmuştur.

1966’da Kastamonu/Bozkurt savcısı iken Ankara’ya ağabeyi Kemal Ural’ı ziyaret edip siyatik tedavisi olurken fizik doktoruna, “çenesinde bir tuhaflık olduğunu” söylemiş, hekim de, “olur böyle şeyler” diyerek savsaklamıştır.

Daha sonra Ankara Tıp’ta asistan hekim merhum Mehmed Akay’a muayene olunca gecikmiş bir tetanoz vakası olduğu anlaşılmıştır.

18 Eylül 1966 Pazar günü Ankara’da Hakkın rahmetine kavuşmuş, cenazesini Bayram Yüksel Ağabey ile Kemal Ural yıkamış, mezarına yerleyen ise merhum Tahiri Mutlu (rh) olmuştur.

Cebeci Asri Mezarlık’ta kıyamet ve mahşer anını beklemektedir.

Bediüzzaman Üstadın; has vâris ve vekilleri arasında rahmetli Ural da vardır.

***

“Bediüzzaman Risalelerin öncelikle Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından basılmasını arzu etti.

Atıf Ural ve Mustafa Cahit Türkmenoğlu’nun bu konuda resmî müracaatları oldu. DP milletvekili merhum Dr. Tahsin Tola da (1911-1983) bu hususta aracılık yaptı.

Ancak çeşitli engeller sebebiyle Risalelerin Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından basılması gerçekleşmedi

Durum böyle olunca Bediüzzaman, Dr. Tahsin Tola, Atıf Ural ve Mustafa Cahit Türkmenoğlu’na, “Bu azim sevap onlara nasip olmayacak, siz basacaksınız” diye talimat verdi.

Bu talimat üzerine rahmetli Tahsin Tola, 2 cilt Sözler ve diğer eserlerin kâğıt temin işini üzerine aldı ve merhum Menderes örtülü ödenekten külliyatın kağıt parasını verdirdi.

Ortaya çıkan ilk problem Risalelerin Osmanlıca’dan latin harflerine çevrilmesinde oldu.

Bu da imlâ ve yazım şekliyle ilgiliydi.

Bediüzzaman imla ve yazım konusunda kendilerini “çok üzerinde durmayın, aşırı gitmeyin” diyerek ikaz etti.

Neticede M. Nihat Özön’ün İmla Kılavuzu adlı eseri esas alınarak Osmanlıcadan yeni harflere çevrilme problemi çözülmüş oldu (Çeşitcioğlu, 2021).

Atıf Ural Sözler’i okuyor, Türkmenoğlu Osmanlıca aslından takip ediyor, binbaşılıktan ayrılan merhum Hayri Bey ise daktiloda yazıyordu.

Bediüzzaman basım için acele edince, Sözler kitabı 23. Söz’e kadar Yıldız Matbaası’nda, 33. Söz’e kadar da Doğuş Matbaası’nda iki cilt olarak basılıp kendisine arz edilmiştir.

Ankara vaizi Said Özdemir de, memuriyet ve aile işlerinden arta kalan zamanlarda tashih ve basım işlerinde onlara yardımcı oluyordu. Özdemir daha çok Sözler’in birinci cildinin hazırlanmasından sonra devreye girmişti (Çeşitcioğlu, 2021).

İşlerin yoğun olduğu zamanlarda Bediüzzaman en yakın talebelerinden; Tahiri Mutlu ve Ceylan Çalışkan’ı da onlara yardım etmeleri için üç aylığına Ankara’ya göndermişti. (Çeşitcioğlu, 2021).

Merhum M. Kırkıncı Hoca da Erzurum’dan Ankara’ya geldiğinde; Risaleler’de geçen Kur’an hattı metinlerin, özellikle hadislerin tashihini gerçekleştirmişti (Kırkıncı, 2013).

Bu arada Türkiye’nin farklı yerlerinden birkaç günlüğüne tashih ve dizgi işlerine yardımcı olan çok kimseler vardı.

Üstad Sözler’in iki ciltlik basımı bitince sonuna şu duayı yazıyor:

“Bismillahirrahmanirrahim

Yâ Allah, Yâ Rahmân, Yâ Rahîm, Yâ Ferd, Yâ Hay, Yâ Kayyûm, Yâ Hakem, Yâ Adl, Yâ Kuddûs.

İsm-i Âzamın hakkına ve Kur’an-ı Mu’cizü’l- Beyânın hürmetine ve Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın şerefine..

Beşbin nüsha bastıran Atıf ve Tillolu Said’i, [Mustafa Türkmenoğlu’nu] ve mübarek yardımcılarını ve Risale-i Nur talebelerini Cennetü’l-Firdevs’te saadet-i ebediyeye mazhar eyle. Âmin…

Ve hizmet-i îmâniye Kur’aniyede daima muvaffak eyle. Âmin…

Ve defter-i hasenatlarına Mektûbat Mecmûası’nın herbir harfine mukabil bin hasene yazdır. Âmîn…

Ve Nurların neşrinde sebat ve devam ve ihlâs ihsan eyle. Âmin…

Yâ Erhamerrâhimîn!..

Ümum Risale-i Nur Şâkirdlerini iki cihanda mes’ud eyle. Âmin… İnsî ve cinnî şeytanların şerlerinden muhâfaza eyle. Âmin…

Ve bu âciz ve biçâre Said’in kusurâtını affeyle. Âmin…

Umum Nur Şâkidleri namına Saîd Nursî (1957)

(https://www.acarindex.com/katre-uluslararasi-insan-arastirmalari-dergisi/atif-uralin-hayati-1298166 )

***

1958 yılında Tarihçe-i Hayat basılmadan Atıf Ural'ın, Önsöz’ü Medine’de ikamet etmekte olan Ali Ulvi Kurucu’nun yazması fikrini Üstad onayladı.

Atıf Abi, Ali Ulvi Kurucu’ya şu mektubu yazıyor:

Günümüzün Mehmed Akif’i Aziz ve Muhterem Ali Ulvi Ağabeyimiz!..

Ben sizin ruhunuza âşık oldum.

Bu aşkımın başlangıcı şöyledir:

İslâm’ın Nuru mecmuasındaki Türk gençliğine hitaben yazdığınız şiirlere kendimi muhatap olarak kabul etmiştim.

Yıllardır o şiirler benim mürşidim olmuş, karanlık gönlüm o nurdan meş’alelerin ışıkları ile dolmuştu.

Allah’a giden yolları, o meş’alelerin ışığında buldum.

Rabbim bana, Risâle-i Nur Külliyatı’ndan feyiz almak lütfunu ihsan etti.

Bu yüzden ömrümü, heder olmaktan kurtaran Rabbime şükürden âcizim.

İnsanlığın imanını kurtarmayı gaye edinen bu mukaddes dâvânın naçiz bir neferi olmayı kendime ideal olarak seçtim.

Ömrümü bu yüce dâvâya vakfettim.

Çünkü siz şiirlerinizde bana şu şekilde hitap ediyordunuz:

"Nurlu genç; her ne kadar cismen uzaksam senden
Şair oldum, ebedi ruhumu sana yakdım ben…
Kandil olamaz ufkuna dünyadaki mehtâb…
İnsanlığı kurtarmaya candan çalışanlar
Rabbim takacaktır size cennette nişanlar…"

İnşaallah; bu âciz kardeşiniz -bütün aczine rağmen- yüce dâvânın mukaddes bayrağını elinden bırakmayacaktır.

Yukarda size "Risâle-i Nur Külliyatı’nı okumak saadetine erdim” demiştim.

Evet, burada bazı kardeşlerle birlikte; sebeb-i feyzimiz Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin şahsiyeti, dâvâsı ve eserleri hakkında bir “Tarihçe-i Hayat” hazırladık. Basılmak üzeredir.

Yalnız, gönlüm, bu eserin önsözünü sizin yazmanızı arzu ediyor. Bu arzu, mukavemeti imkânsız bir hamle halinde, beni size rica etmeye zorluyor. (Düzdağ, 2021, 3:213-214)

Merhum Ali Ulvi Kurucu, Atıf Ural’ın bu mektubunun gönlünü yaktığını söylemekle birlikte kendisine şöyle bir cevap yazar:

“Aziz kardeşim, böyle bir kitaba ön söz yazmak için evvela bu zatın eserlerini görüp okumam; cihadını, şahsiyetini, neler yaptığını bilmem ve başından neler geçmiş, bunları görmem lazım."

Atıf Ural, Ali Ulvi Kurucu’nun mektubunu alır almaz, Risale-i Nur Külliyatını temin eder ve tayyare postası ile gönderir.

Ali Ulvi Kurucu Medine Postanesi’nden Nur Külliyatı’nı alır, büyük şevk ve heyecanla hızlı bir şekilde okur.

Okumasını bitirdiği zaman, "Evvela Üstad’ın imanına, İslam’a, Kur’an’a olan aşkına hayran kaldım" der ve oturup bir gün içinde Önsözü yazıp Ankara’ya Atırf Ural’a gönderir.

Bir düzeltme: Merhum Hasan Atıf Egemen 1900 Sinop / 1988 İzmir / Çamlık Mezarlığı’nda medfun.

Üstad Nursi’nin yazdığı şu satırlar Atıf Ural Ağabey için değil merhum Hasan Atıf Egemen içindir:

“Hâmisen:

Mücahidlerin üstadı ve efelerin hakikî bir nâsihi ve Risale-i Nur’un hâlis muhlis bir şakirdi olan Hasan Âtıf kardeşim;

Senin uzun ve tesirli ve ehemmiyetli mektubun içindeki edîbâne, gayet ince hissiyatın ve sana mahsus lâtif tâbiratın hoşuma gitti.

Kardeşim, mübtedilerin ve hodfuruşların ve mülhidlerin ilişmelerinden teessüratın, beni senin hesabına müteessir etti.

Evvelce size yazdığım mektup, inşaallah o teessüratı izale eder.

Risale-i Nur’un mesleği ise, vazifesini yapar, Cenâb-ı Hakkın vazifesine karışmaz.

Vazifesi tebliğdir; kabul ettirmek, Cenâb-ı Hakkın vazifesidir.

Hem, kemiyete ehemmiyet verilmez. Sen o havalide bir tek Âtıf’ı bulsan, yüzü bulmuş gibidir.

Merak etme. Hem, mümkün olduğu kadar hariçten gelen küçük ilişmelere ehemmiyet verme.

Fakat ihtiyatla, bu atâlet mevsimi ve gaflet zamanı ve derd-i maişet iptilâsı zamanında cüz’î bir iştigal de ehemmiyetlidir.

Tevakkuf değil, muvaffakiyetsiz mağlûbiyet yok!

Risale-i Nur’un her tarafta galibâne fütuhatı var.”

(Kastamonu Lahikası)

***

Rahmetli Sezai Karakoç:

Âtıf, ipekten yumuşak…

(…) Osman Yüksel’e (Serdengeçti) uğrama sebebiyle tanıştığım Ziya Nur (Aksun) ve onun arkadaşı Âtıf Ural, Hukuk Fakültesinde okuyorlardı.

Risale-i Nur talebesi idiler.

Ziya Nur, daha sonra Prens Sabahattinci, sonunda da Osmanlıcı oldu.

Ve hastalığına kadar da öyle kaldı.

Âtıf Ural sessiz bir arkadaştı.

Risale-i Nur’dan yeni bir şey yazılmışsa, birkaç sayfalık teksirler halinde fakültedeki tanıdığı arkadaşlara dağıtırdı.

Bana da birkaç kez getirdi.

Sonra bir gece bizim fakültenin bulunduğu tepenin üst tarafında bir gecekonduda bir sohbete gittik Âtıf’la.

Bediüzzaman’ın tanınmış bir yakını gelmişti.

Her an polis basacak korkusu vardı gelenlerde.

Ayakkabılarımızı holde bırakmış, kilimler üzerinde oturmuştuk.

Âtıf Hukuk Fakültesini bitirdikten sonra sanırım savcı muavini iken genç yaşta vefat etmiş. Çok temiz, samimi, mütevazı bir arkadaştı. (…) (Diriliş, No 44, 19 Mayıs 1989)

(…) Evet, Zihni’den birkaç yıl sonra Sait de gitmişti.

Daha önce, başka bir arkadaşı, Âtıf Ural’ı kaybetmiştik.

Bu üç arkadaşın müşterek tarafı, samimiyet, hâlisiyet sahibi olmalarıydı.

Sait’le Zihni, ayrıca hataları insanın yüzüne söylemek gibi bir özellik taşıyorlardı. Sert sayılabilirlerdi bir bakıma. Âtıf’sa çok yumuşak bir kişiliğe sahipti. (…)

Zihni Hızal’ın, Âtıf Ural’ın, Sait Mutlu’nun, buradan çok daha kesin bir varlıkla var olan bir yerde olduklarını, gözlerimle görür gibi oluyorum.

Biliyorum, onlar buradan çok daha iyi bir yerde, çok daha mutludurlar. Üzüntümüz onların hesabına değil, kendi hesabımıza.

İtiraf edelim ki onların varlığı biraz da bizi rahatsız ediyordu.

Açıkçası, korkuyorduk onlardan.

Suçlarımızı en çok onların yanında hatırlıyorduk.

Sanki onlar, daha sağlıklarında bu dünyaya aid değillerdi.

Öteki dünyanın burada temsilcileriydiler.

Bize bu duyguyu ölüm mü veriyor?

Hayır, ölüm olsa olsa, bizim gafletimizi bir parça aralıyor da gerçeği görüyoruz.

Âtıf, ipekten yumuşaklığıyla, hep iyiye bakışıyla, eksiklerimi görmezliğiyle, Zihni Hızal, zaruret halinde müdahaleleriyle, Sait ise, gram gram tartan dobra dobralığıyla, burada oranın ihtarcısıydılar. (…)

(Diriliş, no 109, 17 Ağustos 1990) (https://www.kastamonur.com/uc-edip-ve-bir-alimin-kaleminden-atif-ural-agabey)

Risale-i Nurlar okundukça sevap ve hasenat nurlarına gark olacak iki yiğit Ceylan’ın makamları âli ve fatihaları bol olsun. El Fatiha…

Antalya Körfezi ve Beydağları

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (5)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.