Herkesten ziyade

Habibi Nacar YILMAZ

Yıllar önce Trabzon'da üniversitede kimya bölümünde okuyan bir arkadaşla, bir vesileyle tanışmış ve uzun bir sohbetimiz olmuştu. Özellikle Peygamber Efendimiz (asm) hakkında epeyce şüphe ve soruları olan bu kardeşimizle bir akşam dört saat kadar süren bir ders yapmıştık. Yanımızda risalelerin yanında, Salih Suruç'un yazdığı "Peygamberimizin Hayatı" da vardı. Peygamber Efendimizin evlilik hayatından tut, bazı uygulamaları, savaş hukuku ve bazı hususlarla ilgili sorularına özellikle ilgili yerleri okuyarak izah edip cevaplar verince, dersin sonunda ayağa kalkışını "Oh be, kafamdaki çivilerden kurtuldum" deyişini hiç unutamıyorum. "Her bir soru, kafamda bir çivi gibi asılı duruyordu, her izah o çivilerden birini söktü, aldı ve beni rahatlattı" tespiti, gerçekten çok önemliydi. Din düşmanları, özellikle insanların hassas oldukları noktaları tespit ederek o noktalardan hücum etmiş; güya dinimizde, Peygamber Efendimizde bir hata, noksan veya zaaflar varmış gibi, zihinleri bulandıran kitaplar yazmışlardır. Kitaplara ibret için göz gezdirdiğimizde, âyetlerin ya da hadîslerin yarısını aldıklarını ya da önünden arkasından yani bağlamından kopararak verdiklerini, bunları da kendi bulanık ve hastalıklı yaklaşımlarıyla da yorumlayınca, ortaya tenkid  edilebilecek sonuçlar çıktığını görüyoruz.

Nasıl yaklaşıp yorumlarsa yorumlasınlar, risaletin bir nevi kabuğu hükmündeki: "Ve keza O Zâtın (Aleyhisselam) dört yaşından kırk yaşına kadar geçirmiş olduğu gençlik devresinde bir hilesi bir hıyaneti görülmemiş ve bir yalanı işitilmemiştir" noktasına itiraz edemiyorlar. Buna güçleri yetmiyor, nefesleri kesmiyor. Çünkü o zamana kadar bir hilesi olmamış, yalanı işitilmemiş, düşmanları da hileye işaret eden bir hâlini görmemişler ve bunu hiçbir zaman da iddia etmemişlerse; o zaman ve yaşa kadar meleke haline gelip terki mümkün olmayan bu "sıdk (doğruluk) ve emanet (güvenirlilik) hâli, kırktan sonra bozulmuş olamaz. Onun için o Zâtın sırf "sıdk ve emaneti" peygamberlik iddiasının en büyük delili olmuştur. Bu husus yüzyıllar sonra Prens Bismark'ın lisanından "Destgâh-ı Kudret'in böyle ikinci bir vücudu imkan sahasına getirmesi ihtimalden uzak." itirafını yaptırmıştır.

Çok yakın bir zamanda, bir lise pansiyonundaki derste, öğrencilerin din dersi öğretmeninin sınıfta Peygamberimizin (asm) mânevi şahsiyetini hiçe sayan ve O'nu sıradanlaştıran beyanlarının kendilerini Peygamberimizden soğuttuğunu söylemişlerdi. O öğretmenin de hazır olduğu bir akşam dersinde 19. Söz ekseninde ders yapmış, öğrencilere yüksek sesle birkaç kere "Haydi yüzer feylesofları alsınlar, oraya gitsinler, yüz sene çalışsınlar. O Zâtın o zamana nispeten bir senede yaptığının yüzden birisini acaba yapabilirler mi?" cümlesini tekrar ettirmiştim. Bu kısım bile O'nun mânevî şahsiyetinin azameti için yeterdi bile.

Yine geçenlerde Ankara'da fenafil hizmet Sami Cebeci abinin her akşam yarım saat süren ve sıranın geldiği İşâratül İcaz'ın nübüvvet bahsinde birkaç kere Peygamber Efendimiz (asm) için "herkesten ziyade" tâbirini kullanınca, elimdeki notlardan eski eserlerden Şuaat'ta geçen iki kısım aklıma geldi. Birini katkı olarak okumuştum.

Birincisi "Muvaffak bir nazar, kâinatın her bir zerresinin her hâlinden vücud-u Sânii hem Peygamber'in her bir hâl, kâl ve fiilinden sıdk-ı nübüvvetin(peygamberliğin) şuaını (ışığını, delilini) görür." cümlesiydi. Ne veciz, kısa, bir o kadar da derin ve ihatalı, geniş bir değerlendirme değil mi? Zaten O zâtın (Aleyhisselam) harekâtından, söz, hâl ve fiilinden meydana gelen "Sünnet-i seniyye iki dünya saadetinin temel taşı ve kemâlatın mâdeni ve membaı" değil midir? Bunun en büyük ispatı da çölden ibaret bir yarımadada "vahşi ve adetlerine mutaassıp ve inatçı" bir kavimden bütün âlemlere muallim ve medeni ümmetlere üstat olmuş bir cemaat çıkarmasıdır.

Yine aynı yerde geçen ikinci kısım ise çok daha câmi, geniş ve farklı: "Nebi Aleyhisselam getirdiği dine, tebliğ ettiği şeriata herkesten ziyade mutekid (inanıyor), evamirine sırrın ve cehren (açıkça) herkesten ziyade mümtesil (uyan, yaşayan) ve nevahisinden (yasaklarından) herkesten ziyade müçtenip (kaçınan), mevâidine (vaatlerine) herkesten ziyade mutmain (emin, şüphesiz), vâidlerine (korkuttuklarına) herkesten ziyade mümin ve müttaki (günahlardan kaçan), ihbarına (haber verdiklerine) herkesten ziyade musaddık (tasdik edici), Kur'an'a herkesten ziyade hürmetkâr, ibadete herkesten ziyade âşık ve likâullaha (Allah'a kavuşmaya) herkesten ziyade müştak olmuştur." Bu bahsin devamındaki "Dünyada hiçbir sebep, böyle bir Zâtı ittiham edemez (suçlayamaz)." cümlesi ise sanki mevzunun bercestesi (seçili ve kıymetli sözü) olmuştur.

Burada geçen "herkesten ziyade" ifadesi, değişik yerlerde geçen "nihayet derecede ve fevkalade" takvası, ubûdiyeti, ciddiyeti, metaneti ifadeleriyle; yine eski eserlerde geçen "İnsanların sîreten ve sûreten en cemili en hâlimi ve en sabiri, en şakiri ve en zâhidi ve en mütevazıı, en afifi (iffetlisi) ve en cevadı (cömerdi) en kerimi ve en rahimi, en âdili, herkesten ziyade mürüvvet, vakar, aff, şefkat gibi ne kadar yüce ahlak varsa; bütününün en mükemmel fihristesidir." cümleleri kadar Peygamberimizi anlatan, özetleyen beserî ve nebevî yönlerini birlikte veren izahlar, ispatlar, özetler başka yerlerde var mıdır, ben rastlamadım ve olduğu kanaatini de getiremiyorum. Biraz da güzeli anlatmanın yazıya kattığı yücelik ve şevkle zoru bu şekilde kolay hem de özetle anlatmak, sehl-i mümteni yapmak, pek az kişiye nasip olmuş zor bir anlatımdır.

Türk edebiyatında bunu özellikle Peygamberimizi anlatan naatlarda sıkça rastlarız.

"Müjdecim, kurtarıcım, efendim Peygamberim; Sana uymayan ölçü, hayat olsa teperim" diyen büyük şair, dünyadaki zulüm, fesat, ihtilal ve şikayetleri yakıp yıkarak; az bir zamanda bir devlet-i İslamiye çıkarıp çivisi çıkmış dünyaya yeni bir nefes ve ruh üfleyen Peygamber-i Zîşanı hayattan da üstün bir noktaya çıkarıyordu.

Bir başkası O'nun için "düşkünlerin kanadı", "yoksulların sahibi", "ümmetinin göz bebeği" derken de herhâlde Onu (asm) başka yönleriyle özetliyordu.

"Kâinatı en müstesna doğuşa hâmile" görüp Onu, "Yağmur bekleyen bir taş" ve "Çölde seni özleyen bir kuş" gibi bekleyen şair de başka bir dörtlüğünde Onun yokluğunda başımıza gelenleri:

"Yağmur, gülşenimize sensiz, baldıran düştü,
Düşmanlık içimizde; dostluklar yaban düştü" mısralarıyla özetliyordu.

Yine özlemini:

"Sana sırılsıklam bir bakış da ben olsaydım" mısrasıyla anlatıp "Uğruna koparılan bir baş da ben olsaydım" şeklinde de hayıflanıyordu.

Bu güzel şiirini;

"Batılı yıkmak için kuşandığın kılıcın kabzasında,
Bir dirhem gümüş de ben olsaydım" şeklinde güzel bir anlatımla hitam-ı misk ile (güzel bir sonla) sona erdiriyordu. 

15. Yüzyılda Süleyman Çelebi 700 beyitlik ve asırlara damga vuran Mevlit naatıyla da Onu "sırr-ı furkan", "âl-i  sultan", "derde derman", "bülbül-ü bağ-ı Cemal", "hâs-ı mahbub-u Celil", "hayr-ül beşer ","çaresizler şefaatçısı" sıfatları ile yad ediyordu.

Evet "Kab Bin Malik, Hasan B. Sabit, Abdullah B. Abbas" ile başlayan bu naat geleneği, çeşitli asırlarda en güzel dizelerde yerini almış ve asırlara damga vurmuştur.

Bunlardan en meşhuru 18. Yüzyılın şairi Şeyh Galip'in yedi dörtlükten ibaret ve her dörtlüğü:

"Sen Ahmed-i Mahmud-u Muhammedsin efendim, Hak'tan bize Sultân-ı müeyyedsin efendim" dizeleri ile biten ve Onu en güzel özetleyen "Efendim" adlı şiiridir. 

Biz de güzel bir sonla hitam-ı misk yaparak, 17. Yüzyılın büyük şairi Nabi'nin Medine'ye girerken saygısızlık saydığı ve hazmedemediği bir oturuşta, oturuş sahibini ikaz için yazdığı ve devamında Medine minarelerinden dinlediği şiirinin ilk beyti ile bitirelim.

"Sakın terk-i edepten kûy-ü mahbûb-u Hüdâdır bu, Nazargâh-ı İlâhidir, makam-ı Mustafa'dır bu."

Cenab-ı Hakkın nazargâhı ve onun sevgili peygamberinin (asm) makamı ve beldesi olan bu yerde, edebe riayetsizlikten sakın.

Evet dostlar, kâinatın her hâli ve her tavrı Rabbimizi gösterdiği gibi; titizlikle okunduğunda yine Hz Peygamber'in (asm) her hâli ve tavrı da titizlikle incelenip nazar ettiğimizde, bunun da Onun risaletine delil olduğunu görürüz. Yeter ki beşerî ahval ile mânevî şahsiyetini karıştırmayalım.

Selam ve dua ile.

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (4)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.