'Her İnsan Çağının Sıddıkı Veya Kezzabıdır'

Misafir Kalem

Sadık Yalsızuçanlar

"Biribirleri insan içinde
çıkar çakır
keyif çatar
çıkar çocuk
faka basar"

Suad Alkan, Nur Risale’lerinden beslenen bir edebiyat alanı oluşturma çabasını fark eden ilk sanatçıdır. Onun yirmi beş yılı aşkın bir süredir yazdığı, lakin yayımlamadığı şiirleri, denemeleri, 'şiirsel' düzyazıları, mektupları... Hep bu gayretin verimleridir. Faka basmanın sadece bir cemaat ortamında değil; daha geniş kültür alanlarında da kaçınılmaz bir sorun olabildiğini bu şiiriyle anlatır. Suad bey'i, ilk kez 1979 yılının sonlarında Yeni Asya gazetesinde çalıştığı sıralarda, Ankara'ya bir devlet bakanı çerçevesinde patlak veren aşk skandalının içyüzünü araştırmak üzere geldiğinde görmüştüm.

Seyranbağları'ndaki Huzur dersanesinde kalıyordu. İlk öyküm 'Ana'yı okumuş ve diğer metinlerimi merak etmişti. Sonra sabaha dek süren yoğun bir söyleşi gerçekleşti aramızda. Yazıyla temas kurmamda Suad Alkan'la tıpkı bir şeyh-mürid, usta-çırak ilişkisine benzer münasebetimizin rolünü şimdi daha iyi anlıyorum. Benim de uzun yıllar yazıp neşretmediğim öykülere ilişkin coşku dolu eleştirel mektuplar yazıyordu. Onda Risale-i Nur'dan neşet eden bir düşünce ve sanat üslubu sarsıcı bir kişisellik içinde daima hissedilirdi.

Yıllar sonra Paris'e giderken 'İnsan Geri Dönmez / Kötü İnat Güzelliğin' başlıklı şiirinde ifade ettiği üzere, güzelliğe ve mutluğa ilişkin bir inat, kişiliğinin ayırıcı özelliğiydi. Onunla şu ya da bu şekilde beraberliği olmuş herkesin ortak bir kanaati 'geçimsizliği' olsa da, ben bunun, düşünce ve sanat için yaşayan bir insanda neredeyse vazgeçilmez bir nitelik olduğunu düşünüyorum. Mizacıyla 'eser'i arasında tutarsızlık bulanlardan değilim doğrusu, fakat kendisinin de ileri düzeyde olmasa bile dostu olan Prof. Dr. Mehmet Kaplan'ın 'eser'de sanatçının mizacıyla ilgili izler arama tavrını da doğru bulduğumu söyleyemem. Suad Alkan'ın henüz kamuoyuna ulaşmamış edebi ürünleriyle kişiliğindeki zaafların farklı düşünülmesi gerektiğine kaniyim.

Suad Alkan'ın Risale-i Nur'lardan bir düşünce ve sanat üretme çabası, belki de yedi sekiz yaşlarındayken tatilde çalıştığı bir dükkânın tezgâhında yazdığı 'masal'a dek uzanır. Ustası metni okur. Şaşkınlık içinde çocuğa bakar ve şöyle der: "Ben bunlardan anlamam. Bu edebiyatçıların, büyük adamların anlayabileceği bir şey."

Suad Bey, kaybettiği bu metin için sürekli bir özlem hissederdi. 'Antik bir masalın akışına ölüyorum' dizesinde bu tahassür dile gelmiştir. Mustafa Sungur, Sezai Karakoç, Şerif Mardin, Hilmi Yavuz, Metin Erksan, Yılmaz Duru, Hekimoğlu İsmail, Nejat Aday, Vehbi Vakkasoğlu, Şerafettin Ekinci, Mahmut Kaplan ve daha yüzlerce insanla garazsız bir dostluğu vardı.

Sezai Karakoç'un şiirine zaman zaman yaklaşan fakat özgül bir imgeselliğe sahiptir onun şiiri. Cahit Zarifoğlu gibi az okuyan, entellektüel birikime yaslanmayan bir şiir... 'Çiçeğe Dönen Yaz Südü'nde bu kendine özgü imgesellik yoğun bir tarzda görülür. Cemil Meriç'in, 'insanlık tarihinin şiiri' dediği bu metinle Suad Alkan, 'eser'e ulaşmıştır kanımca. Batı'dan Claudel, Rilke ve T. S. Eliot'a yaklaşır. İlkini Fransızcasından ve yoğunlukla okuduğunu biliyorum.

Babadağ'da geçirdiği kısa bir tatilde Eliot'u okuduğunu, fakat tabiatın vaazlarını daha değerli bulduğunu yazmıştı. İslam inancına bu denli yakınlaşmış bir sanatçının Müslüman olmamasını yadırgadığını hatırlıyorum. İstanbul'a döndükten sonra yazdığı bir mektupta ise bunu tashih ihtiyacıyla, Eliot'a haksızlık ettiğini belirtmişti. Sevim Kantarcıoğlu’nun Eliot çevirilerini ve T. S. Eliot'un Şiirlerinde İnsanın Kendisini Gerçekleştirme Teması'nı göndermiştim. Ankara'ya bir gelişinde Sevim Hanımla Rilke'nin sözünü ettiği 'saf çelişki' Suad Alkan'ın şiirine Risale-i Nur tefekküründen yansımıştır. 'Ba'su badel -mevt Düğünü' şiirine Onuncu Söz'ün mücerret anlatımı kaynaklık etmiştir. Fakat O'nda Risale-i Nur tefekkürü içselleştirilmiş ve yaşadığı acılara tekabül eden şifa verici boyutlarıyla şiirselleşmiştir.

"Kekliği Değil Beni Vur" şiiri uğradığı belaların lirik bir ifadesi sayılabilir. Nahiv bir ayrımla, şiiri 'doğma' ve 'örme' biçiminde sınıflamış ve ilkine Sezai Karakoç'u, ikincisine Yahya Kemal'i örnek vermişti bir keresinde. Kendi şiirini de 'doğma' kutbuna yerleştirirdi. Kitaplığında zaman zaman rastladığım notlar, çoğunlukla 'rüyada gördüğü' dizeler ya da ansızın doğan imgesel ifadelerdi… Keşiflerinin çoğu kez kendisine bile gizemli olduğunu sanıyorum.

Paris'e gittikten sonra şiirsel öyküler yazdı. Samiha Ayverdi'nin Yusufcuk'unu hatırlatan bu metinlerde şiirinin temel izlekleri gözleniyordu. Aptallara yüz vermeyen, zekâsıyla daima korkunç biri olan Suad Alkan'ın henüz okura ulaşmamış şiirinde Risale-i Nur duyarlığının yüksek düzeyde, bir sanat diline nasıl zemin hazırladığı görülecektir.

"Gerçeği İnciten Papağan" başlıklı uzun öykümde onun fırtınalı yaşamını yansıtmağa çalışmıştım. Uğradığı belayı ‘rahmet’ e çevirebilen bir sanatçının iç gerilimi beni çok ilgilendirmişti.

Paris'teki bir dostu Prof. Dumant, şiirlerinin Fransızca çevirisini okuyup Varlaine'in ‘Gün Gibi’sini salık vermişti. Bunda Suad Alkan'ın imgesel nitelikleri bakımından Fransız sembolistlerine yakınlığından çok O'nun şiiriyle ilk karşılaşmanın yarattığı şok söz konusu edilebilir. Bu denli çarpıcı ve özgül bir şiirle tanışan okur için ilk izlenim yanıltıcı olabiliyor.

Suad Beyin geçtiğimiz yıllarda Ankara'da bir şiir sergisi açma girişimi olmuştu. Şiirin paha biçilmez değerini ve onurunu korumaya dönük çabasının bir sonucu olarak gazeteden ayrılmıştı. Prof. Dr. Mehmet Kaplan bir mektubunda kendisine; "Gazete geçicidir. Günlüktür, ona kapılmayınız. Şiir yıldızlar gibi ebedidir." demişti.

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.