Hava zerrelerindeki sır

İsmail AKSOY

Zahiren açık göründüğü halde hakikaten kapalı olan kapıların açılması, Kur’ân-ı Hakîm’in irşâdıyla ancak mümkün olabilmektedir.

Risale-i Nur Külliyatı içerisinde Kelâm-ı İlâhî’nin sırlarını ve tılsımlarını açan bazı anahtar eserler vardır.
Bilhassa 30. Söz olan “ Ene ve Zerre Risalesi”, 23. Lem’a olan “ Tabiat Risalesi”, 10. Söz olan Haşir Risalesi ve “ Hüve Nüktesi “ gibi mühim eserlerde çok esrarlı müşkillerin halledildiğini görmekteyiz.

Üstad Bediüzzaman Hazretleri’nin ifadesiyle;  ‘ Hüve Nüktesi ‘ gizli zındık düşmanlarımızın bellerini kırmış, onların dayanağı olan tabiat  tâğûtunu dağıtmıştır.
Hüve Nüktesini tam anlayan bir mü’minin ilme’l-yakîn îmânı, evliyâların ayne’l-yakîn, belki hakka’l-yakîn îmânı mesâbesindedir.
Çünkü, Allahü Azîmü’ş-Şânın ef’âl, esmâ, sıfat ve şuûnâtının tecelliyatını o hava zerresi  içinde ayne’l-yakîn, belki hakka’l-yakîn müşâhede edebilir.

Âlemin tılsımını çözmek için Kur’ândan ilham ile kaleme alınan Nurların okuyanlar tarafından  daha iyi anlaşılabilmesi için merhum Müellif (r.a), eserlerinin “ şerh, îzâh, tekmîl, tahşiye, neşr, ta’lîm, tanzîm, tertîb, tefsîr ve tashîh “ iznini arkadan gelenlere  vermiştir.

Şimdi Hava unsurunda, müsbet ilimlerin  de tasdik ettiği  hârika sırlara  dâir hakikatleri hulasa olarak idrakimize sunalım:
İki şey devamlı هُوَ = Hû diyor. Biri: İnsan ve hayvanın nefesi, diğeri ise: Hava unsurudur.
Eve, bütün insanlar ve hayvanlar daima nefes alıp vermek suretiyle her zaman هُوَ = Hû derler. Demek insan ve hayvan nefesi   هُوَ = Hû deyip Allah’ı zikreder, rüzgâr da Hû deyip Allah’ı (C.C) çağırır.

Cibrîl-i Emîn (a.s), Resûl-i Ekrem (asm) ve bizler “Hû”  lafzını telâffuz ettiğimiz anda, hava ile beraber  çıkıyor ve kâinattaki binlerce hava zerrelerine karışıyor.
Hava zerrelerinin her biri, kâinatın ilk yaratılışından kıyâmete kadar bütün sesleri, sûretleri, şekilleri, dilleri  en ince ayrıntısına kadar içine alıp, dünyadaki bütün hava zerrelerine izn-i İlâhî ile neşrediyor. Hem alıcı, hem de verici görevini yerine getiriyor.
İnsanın ağzından çıkan  هُوَ  kadar havanın her bir zerresinde o insanın sesi ve sûreti bulunduğu gibi, ezelden ebede, zerreden Arş’a kadar bütün mevcûdât bir anda sesiyle, şekliyle ve görüntüsüyle, takdîr-i İlîhî’nin neticesinde o hava zerresinde yerini alıyor. Bu mu’cizâne fiil, emir ve  irade-i İlâhiyye ile gerçekleşiyor.
Ya bu hava zerresi içerisinde dünyadaki bütün telsiz, telefon, radyo ve televizyon merkezleri, verici ve santralleri bulunuyor.
Veya, Hû lâfzı ile ortaya çıkan havanın her bir zerresinde büyük bir kabiliyet, ilim, hikmet ve kâinat kadar şuûr, irade, dünyada konuşulan bütün dilleri, lügatları, şiveleri, lehçeleri, ses tonlarını bilecek ve anlayacak kadar bir ilim vardır.

Bu iddia aklen ve ilmen mümkün olmadığına göre, vücûb derecesinde kolay ve mümkün olan her bir hava zerresinin emir altında ve bir program dahilinde, ilim, hikmet, irade ve  kudret sahibi bir zatın emir ve izni dairesinde işlevini yerine getirir, vaziyetler alır.
Bir zerrenin, bir tek insanın ses ve sûretini kaydedip vermesi ne kadar kolay ise; âlemdeki bütün ses ve sûretleri alıp vermesi de aynı derecede kolaydır. Çünkü fiil birdir.

Bir avuç toprakta da benzeri mu’cizeler gerçekleşmektedir. Evet, bir avuç toprak, Cenâb-ı Hakk’ın “hıfz” ve “ihyâ” fiillerinin arşıdır ki, “Hafîz” ve “Muhyî” isimleri onda tecelli eder.
Bahar mevsimi ve yer yüzü baştan sona bu isimlerin tecellîleriyle doludur.
“Havanın, emir ve irâde-i İlâhiyyenin arşı olması ” ne demektir?
Bütün tekvînî ve teklîfî emirleri teblîğ edip neşreden ve İlâhî muradı yerine getiren hava unsurudur.
Şöyle ki: Cenâb-ı Hak, Güneşteki ışığı bize kavuşturmak için havaya emreder, “Zîhayâta ziyayı ulaştır !” der, hava da o emr-i İlâhîyi bize ve dünyamıza ulaştırır.
Çiçek açmasını,meyva vermesini murad ettiği bir ağacın emr-i Rabbânî ile Güneşe, suya ve toprağa kavuşması hava unsuru vâsıtasıyla gerçekleşmektedir.

O Hayy-ı Lâyemût, insânî, hayvânî ve nebâtî bir  varlık irade ettiğinde, yani mevcûdâtı ilim dairesinden kudret dâiresine çıkarmak istediğinde,  “ol” emrini erkek ve dişi unsurlara ulaştıran, döllenmeyi ve birleşmeyi temin eden hava unsurudur.
Bütün mevcûdâtın teneffüsünü oksijenle irade ederek, karbondioksit denilen zehirli gazların temizlenmesine vesile kılınan, yağmurun toprağa gönderilmesiyle bitkilerin yeşermesi, ölmüş kurumuş yer küreyi yeniden diriltme  görevini yerine getiren, yine emirber bir nefer hükmündeki hava unsurdur.

Seslerin ve ağızdan çıkan mübarek kelimelerin, Mürîd-i Mutlakın irade ettiği tarzda kulaklara ve gönüllere ulaşmasına vesile kılınan yine hava unsurudur.
Ve bunlar gibi binlerce vazifeyi İlâhî izinle yerine getirmekle hava unsuru, emir ve irade-i İlâhiyenin bir arşı (Allah\'ın kudret ve saltanatının tecellî yeri, tasarruf merkezi) olduğunu ortaya koymuş oluyor.
Yukarıdaki misâllerde izah edilmeye çalışıldığı gibi, tekvînî emirler nasıl ki hava unsuru yoluyla tebliğ ve icrâ olunuyor ise; teklîfî emirlerin de teblîğ ve icrâsı yine hava vâsıtasıyla olmaktadır. Şöyle ki:
Mütekellim-i Ezelî olan Allahü Azîmü’ş-Şân, tekellümünde hiçbir maddeye ihtiyacı olmadığı gibi, havaya da ihtiyacı yoktur. Hz. Cibrâil (as)’ın Hz.Peygambere Vahy-i İlâhîyi getirmesi, meleklerin Arş’tan yere iniş ve çıkışları; Hz.Peygamber (s.a.v)’in Allah’tan gelen vahyi cin ve insanlara teblîği; Cinlerin ve insanların inzal buyurulan Kur’ânı okumaları (kıraat) da hep hava vâsıtasıyla olmaktadır.

Yani Cenâb-ı Hakk’ın iki çeşit emri vardr.
Biri: İrâde sıfatından ve Kün = Ol ( كُنْ ) emrinden gelen ve Kâinatın bütün sistemleriyle düzenini sağlayan Tekvînî emirler,
Diğeri ise: Kelâm sıfatından gelen ve cin ve insin ihtiyârî fiillerini düzenleyen Teklîfî emirlerdir.
Evet,   كُنْ  , yani “Ol” emrini ilk olarak hava zerreleri yerine ulaştırıyor. Daha sonra diğer unsurlar O İlâhî emri yerine getirmek için seferber oluyorlar.
Demek ki, emirler hava vâsıtasıyla alınıyor, hava vâsıtasıyla teblîğ  ediliyor. Emir teblîğ edildikten sonra mükellefiyetler başlamış oluyor.
“ O nükte (Hüve Nüktes) anahtariyle açılan Âlem-i misâldeki seyâhat-ı ma’neviyye miftâhı ile, âhretin bir sineması ‘ayne’l yakîn’ görülmüş “ ( Gençlik Rehberi )
Öyle ise; sesimizi, nefesimizi, sözlerimizi ve fiillerimizi Sahibinin izni ve rızâsı dairesinde kayda geçirmeliyiz ki, âhiretteki sinema keyfini güzelce yaşamış olalım inşâallah…

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (2)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.