Hatimenin hatimesi

Mustafa ÖZCAN

Hani Sıbai adlı müellif ve yazar ‘edebiyat ve düşünce zındıkları’ başlıklı yazısında çok ilginç tespitlerde bulunmaktadır. Abbasi Halifesi Mehdi’nin ve bazı muakkiplerinin ‘Sahibu’z zindıka’ adıyla zındıkları takip kurumları kurduklarını yazmaktadır. Bu kurumun başında Abdulcebbar ve Ömer el Kuluzi gibi yargıçlar vardır.  O dönemde en büyük iç gaile, nifak cereyanının devamı olan zındıka ve zındıklıktır. Abbasiler döneminde içlerinden İslam’a teslim olmamış eski inanç sahipleri gizlice Maniheizm ve açıktan da Yunan felsefesinin dalgasını binmişlerdir. Şimdi ise bu cereyanın devamı olanlar laiklik dalgasına binmişlerdir. Mehdi’den başka Hadi, Harun Reşid, Memun ve Mutasım zındıkları takip ve tenkile devam etmişlerdir.  Bununla birlikte bazı gayur alimler de zındıkları pusuda beklemişler ve onların argümanlarını çürütmüşlerdir. Bunların en meşhurlarından birisi mutedil Mutezile ulemasından Cahız’dır. Diğeri de İbni Kuteybe’dir.

Hani Es Sibai’nin dediği gibi, günümüzde artık zındıklığın takibatı ve İslam sahasının savunulması konusunda devlet himayesi ve şemsiyesi kalkmış ve Bediüzzaman’ın ifadesiyle Kur’an etrafındaki surlar ve zırhlar yıkılmıştır. İslam’ın ve imanın sahasını savunmak gureba ve ‘la tezalu taifetün min ümmeti’ hadisinde belirtilen kutlu topluluğa veya hak bölüğüne kalmıştır.  Selçuklu ve Osmanlı sonrası İslamı savunmak fertlerin ve cemaatlerin eline kalmıştır. Devletin şemsiyesi ve himayesi kalkmıştır.

Arap dünyasında Mahmut Şakir ve Abdulgani Ali Dakar emsali bu taifenin ve gurebanın temsilcilerinin sayısında da azalma mülahaza edilmektedir. Her ümmetin yoldan sapmayan hak bölüğü, gurebası ve bakiyesi vardır. Hud Suresinin 116’ıncı ayeti açıkça buna işaret etmektedir.  Hud Suresi 116’ıncı ayette eski devirlerin gariplerine ve haktan sapmayan bölüğüne açık işaret vardır. Şöyle ki: ”Sizden önceki nesillerden, yeryüzünde fesattan alıkoyan fazilet sahipleri bulunmalı değil miydi? Onlardan kendilerini kurtardığımız çok azı dışında bunu yapan olmadı. Zulmedenler ise kendilerine verilen refahın peşine takıldılar ve suçlu kimseler oldular.” Bu ayette geçen ‘ulu bakiye/kalıntı’ tabirinin gurebe taifesine intibak ettiği ifade edilmektedir. Karadavi, bu ayetle ilgili İbni Teymiyye’nin görüşünü aktarır. İbni Teymiyye bu ulu bakiye ifadesinin gureba anlamına geldiğini ifade etmektedir.  Garipler dinin ve dindarlığın alanı daraltıldığında bu alanı genişletmeye çalışan yalnızlar ve yıldızlar kümesi ve bikesler yani kimsesizler cemaatidir(1). 

*

Gureba, dini anlama ve yaşama konusunda akıntıya karşı kürek çekenler anlamındadır. İnsanlar bozulduğunda onları ıslah ederler.  Muslihundur ve Kur’an buna, ‘sülletü’m mine’l ahirin’  kipi ve ifadesiyle işaret eder.  İslam daveti üzerinden devlet şemsiyesi ve himayesinin kalkması ve hakkı himaye edecek gücün gitmesiyle birlikte bunu cemaatler deruhte ederler. Selçukluların yıkılmasından sonra bunu alimler ve zahitler yapmıştır.  Yunus Emre ve Mevlana gibi zevat bunlar arasındadır. Osmanlıların çökmesinden sonra da Bediüzzaman ve Hasan el Benna gibi zevat devreye girmişler ve geçmişte devletlerin yaptığını cemaat veya şahsı manevi olarak yapmaya gayret etmişlerdir. Bu gurebanın sıfatlarından birisi haktan şaşmayan topluluk olmalarıdır. Bu hususla ilgili hadisin versiyonlarından birisi şudur: ”Ümmetimden bir topluluk din/hak üzerine zahir ve kaim olacaktır. Yoldan ayrılanların ve muhaliflerinin onlara ezadan başka zararı dokunmayacaktır.  Bu hal Allah’ın emri (kıyamet kopması) gelinceye kadar böyle devam edecek ve onlar da hak üzerine sabit kalacaklardır.” Sahabeler ‘ya Resulullah bu topluluk nerede bulunacak?’ diye sorduklarında şu cevabı alırlar: ”Onlar Beytü’l Makdis ve çevresinde bulunacaklardır…” Bediüzzaman bu hadisin bir yönüyle  Risale-i Nura da baktığını söyler.  Keza bugün birilerinin marka haline getirmek istedikleri şekilde değil de Kur’an’ın bahsettiği biçimde gerçek Hizbullah’a istinatları olduğunu söyler.  Şüphesiz böyledir.

*
Gureba veya hak üzerine sabit olan topluluğun birçok adı, yüzü ve sıfatı vardır. Bunlardan birisini de Ruhu’l Beyan sahibi İsmail Hakkı Bursevi dile getirir. Saffat suresinin 171 ve 173’üncü ayetlerinin şerhinde bu hadise temas eder. Ayetlerin meali şöyledir: ”Andolsun ki, peygamber kullarımıza söz vermişizdir. Onlar mutlaka zafere ulaşacaklardır. Bizim ordumuz şüphesiz üstün gelecektir…” Mücadele Suresi 21’inci ayetinde de bunu teyit vardır: ”Allah: 'Elbette ben ve peygamberlerim galip geleceğiz' diye yazmıştır. Şüphesiz Allah güçlüdür, yücedir.” Bursevi Hazretleri söz konusu hadisin metnini şöyle aktarır: “La tezalu taifetun min ümmeti yukatilune ale’l hakkı zahirine ala men nevahum/ Ümmetinden bir taife ve grup hak üzerine çarpışırlar ve düşmanları üzerine galip gelirler…” Hadislerde bu ve benzeri topluluklar için ‘isabe ve useybetün mine’l müslimine’ tabirleri de kullanılmıştır.  Müslümanlardan bir bölük anlamındadır. İsmail Hakkı Bursevi Hazretleri bu tayfanın son bölüğünün ve hatimesinin Osmanlı devleti ve sultanları olduğunu ve ardından da hatimenin hatimesinin geleceğini ifade eder. Hatimenin hatimesi ise İsa Aleyhisselam ile Hazreti Mehdi’den başkası değildir (2).

1-El mübeşşirat Biintisari’l İslam, Karadavi, Müessesetü’r Risale, Dımeşk, s : 119
2- Tefsiru Ruhi’l Beyan, İsmail Hakkı Bursevi, Yedinci Cilt, s:  499, Mektebetü’l Mahmudiyy

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.