Hac’daki tevafuk ve yeşil elma

Cezmi HUYUT

Eşim ve ben 46 günlük hac vazifemizin 40’ıncı gününe gelmiştik. Sekiz gün Medine’de kalmış sonra Mekke’ye intikal etmiştik. Mekke’de de 32 günümüz dolmuştu. Kurban Bayramını geçirmiş ve Allah’a şükür Hacı olmuştuk.

Paramızın çoğunu tüketmiştik. Memleketten getirdiğimiz yiyeceklerimiz ve bir miktar kavurmamız da bitmişti. Adeta ortada kalmıştık…

Hesabı kaçırmış kalan altı günü nasıl tamamlayacağımızı düşünüyorduk. Kalan paramız sadece ekmek almaya imkân verecek nispette idi. Kimseden de borç almak istemiyordum. Çünkü Hac parasının bir kısmını borçla ikmal etmiştim. Yeniden borç almak beni sıkıntıya sokacaktı. Zira emekli maaşı ile borç ödemek mümkün değildi.

Bu düşüncelerle Mescid-i Haram’ın avlusuna gelmiştim. O esnada tanıdık bir sima ile karşılaştım. Önce cemaatten biri zannederek kucaklaştım. Hal hatır sorduktan sonra birlikte Kâbe’ye yakın bir yerde namaza durduk.

Namazdan sonra bu kişinin amcamın damadı olduğunu hatırladım. Kaldığım yere göre Memleketin çok uzak ve ücra bir köşesinde ikamet ettiğinden sık sık görüşme imkânımız olmuyordu hem Hac süresince sakalını kesmediğinden sakallı haliyle biraz da değişmişti o nedenle tanımakta zorlanmıştım. Yine de kendi kendime teessüf ettim neden ben Yusuf’u tanıyamadım diye.

Namaz sonrası sohbeti koyulaştırdık. Meğer aynı mahallede elli metre mesafede iki ayrı otelde kalıyormuşuz. Buna rağmen 32 gün boyunca karşılaşmamışız. Kısmet bu güneymiş.

Sohbet esnasında bir ara “Mekke’deki vazifelerini bitirdiklerini ve Medine’ye döneceklerini” söyledi. Meğer onlar önce Mekke’ye gelmişler Medine kısmını sonraya bırakmışlar.

Ben yiyeceklerimizin bittiğinden hiç bahsetmemiştim ve hiçbir şekilde yiyeceğimizin tükendiğini ihsas dahi etmemişken, baktım birden bana dönerek, “Cezmi abi yarın bizim kafilemiz Medineye gidecek. Medine’de Diyanet yemeklerimizi ücretsiz verecekmiş. Benim bir miktar kavurmam ve zeytin ve benzeri yiyeceklerim var. Bunlar Medine’ye gidersem zayi olacak ve dökülecek ne yapayım bu yiyecekleri?” demez mi?

Bu garip tevafuka şaşırmıştım. Bir an durdum, duygulandım. Yusuf’un güzel yüzüne baktım. Dedim, “Yusuf kardeş merak etme o yiyecekler zayi olmayacak. Zira bizimde yiyeceğimiz bitmişti ve ne yapacağımızı düşünüyorduk.”
“Bizim yiyeceğimizin bittiğini ve senin de o fazla yiyeceğe ihtiyacın olmadığını bilen Rezzak-ı Zülcelâl bu gideceğin son gününde bizi bir birimizle Mescid-i Haram’da tevafuken buluşturdu.”
“Bu sayede bizi başkasının minneti ve borcu altına girmekten kurtardı, hem sana da yiyeceklerini zayi olmayacak şekilde tam ihtiyacı olan birilerine (bizlere) verme imkânı ihsan etti, sevabını ziyadeleştirdi. Artık bu saatten sonra bize düşen: bizi bizden çok düşünen Rabbi Rahimimize hamdü senalar olsun demek ve şükretmektir.”

Yatsı sonrası otele döndük, Yusuf’un yiyeceklerini aldıktan sonra onları uğurladık. Bu durum eşimi de çok sevindirmişti. Birlikte bu hususi lütfü İlahiye ve ikramı Rabbaniye karşısında hadsiz şükretmiştik.

Kıymetli okuyucular bu hac hatırası bana elma hatırasını derhatır ettirdi... Onu da sizinle paylaşmak istiyorum.

Eşimle birlikte Kurban Bayramındaki şeytan taşlamadan sonra, tavafımızı yapmış ve sa’yimizi bitirmiştik ve yorgunluktan adım atacak halde değildik. Merve tepesinde hitam bulan bu görevin sonunda ağzımız dilimiz kurumuş bir vaziyette bir köşede oturup biraz dinlenelim istedik. Baktım eşim çantasından yeşil bir elma çıkardı. O anda canım çok çekti. O istekle bende gayr-ı ihtiyari bir hareket oldu. Onun üzerine benim o elmayı çok istediğimi anladı ve benim nefsimi kendi nefsine tercih ederek bana verdi. Çok ısrar ettiğim halde geri almayı kabul etmedi.  Bende “herhalde canı istemiyor” zannederek, elmayı onun gözü önünde hatur hutur iştahla yedim, bir dakikada elmayı bitirmiştim. Ben elmayı yerken göz ucuyla beni izlediğini bile fark etmemiştim.

Meğerse o da o anda öyle yeşil ve ekşi bir elmayı çok arzulamış ama bana da bir şey dememişmiş. Hanımları şefkat kahramanı yapan da zaten onların bu yönü değil midir?
O anda çevremizde elma alacak yer de yoktu… O nedenle hanım bu isteğini göstermemeye özen göstermişti. Kalktık Merve’den caddeye doğru yürümeye başladık, 20-30 adım atmıştık ki, bir zenci bize doğru geldiğini fark ettik, yaklaştı, yaklaştı ve eşimin tam karşısında durarak tebessümle birlikte eşime bir elma ikram etmesin mi?

Ben, bir zenci adama, bir eşime ve bir de elmaya bakıyorum o duruma bir anlam vermeye çalışıyorum. Baktım adam elmayı verir vermez birden uzaklaştı ve kalabalıkta kaybolup gitti.

Eşim de şaşırmıştı…  Yaşadığımız hadise karşısında artık dayanamadı ve kendi halini itiraf etmek zorunda kaldı. Bana dönerek “sana verdiğim elmayı aslında ben yemeyi çok istemiştim ama senin daha fazla ihtiyacın olduğunu fark etmiş sana vermeyi tercih etmiştim. Seni kendime tercih etmiştim, etmesine ama bana “şu anda ne istersen iste dileğin kabul edilecek” diye sorsalardı, ben “o elmayı yemekten başka bir isteğim yoktur” derdim” dedi.

Durduk birlikte düşündük bu ikram ve ihsanı ilahiye ve bu garip tevafuka hayret ederek kalbimizin en derin arzularını duyan ve kabul eden Rabbi Rahimimize bir kez daha şükretmemiz gerektiğini anlamıştık.

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.