İnsan içtimai hayatın bir parçasıdır. Biz müminler tek bir Allah’a inanırız. Peygamberimiz bir, dinimiz bir, hep birlikte aynı havayı teneffüs ederiz, temel ihtiyaçlarımız aynıdır, birlikte okur, birlikte dinler ve düşünürüz. Bu birleri daha da çoğaltabiliriz. Biz beşer arasında bu kadar birler söz konusu olduğu gibi cemaatler ve sosyal hayatın farklı kesimleri arasında da bu ortak paydalardan söz etmek mümkündür. İnsanların mizaçları, istidatları farklılıklar gösterebilir. Bazen aynı insanın farklı zaman ve zeminlerde davranışlarında birtakım değişimler görebiliriz. Bu durumu iç dünyamızda yadırgayabiliriz ancak bunu hoşgörü ile karşılamamız gerekir. Yeter ki temel prensiplerde ve inançlarda herhangi bir sapma olmasın. Bezen, öyle insan var ki hayatının bir dönemini veya geri kalanını kronik hastalıklarla geçirebilir, bu hastalıkların onun psikolojik dengesini değiştirebileceğini hesaba katarak hoşgörülü olmamız gerekir. İnsanlar arasında mizaç ve tabiatlar farklı olduğundan herkesi aynı potaya koymak doğru değildir. Bir meseleyi ölçüp tartarken, tartışıp konuşurken farklı düşüncelere saygı göstermemiz gerekir. Yeter ki karşımızdaki arkadaşımız ihlası kaybetmesin, itirazını Lillah için yapsın, düşüncesinin arkasında art niyet taşımasın, gerisi teferruat sayılır. Armudun çöpü, üzümün sapı derseniz işin içinden çıkamazsınız.
Laf yetiştirmekten kendini yetiştirmeyi unutmak
Toplumda ve cemaatlerde, hatta günümüzde sosyal medya mecralarında ‘her şeye maydanoz olan’ insanlara rastlamak mümkündür. İşi gücü laf yetiştirmek olan insanın sermayesi de az olur, okumaya zaman ayıramaz, sermaye az olunca farklı düşünce ve fikirlere de saygısı o derece azalır. İnsanın kendini yetiştirmesi, çok okuması, çok çalışması, hayat potasında kavrularak tecrübe kazanmasıyla mümkündür. Herkesin tecrübesi bir olmaz, ne kadar zorluk çekmişseniz tecrübeleriniz bir o kadar çoğalır ve güçlenir. Bu tecrübeleri paylaşmak ve topluma kazandırmak insani görevlerimizdendir. Tecrübeleri ile kendini yetiştirenler, uygun gördüğü zamanda ve zeminde karşı tarafı incitmeden taşı gediğine koymayı da bilmelidirler.
Gemisini kurtaran kaptan mı?
İnsan başta nefsini sever, ‘önce can sonra canan’ derler, buna rağmen, neticede insanoğlu sosyal bir varlık olması itibariyle arkadaşının, kardeşinin, akrabalarının, hemcinsinin menfaatini istemelidir. ‘Az olsun benim olsun’, ‘bana değmeyen yılan bin yaşasın’ düşüncesi kardeşlik bağlarını zayıflatır. Bazen insan bu tür davranışlardan dolayı üzülerek ‘tırnağın varsa başını kaşı’ demek durumunda kalabiliyor. İnsanoğlu aynı gemide yaşıyor, birbirine yardım etmeli, durumu iyi olanların zayıf olana, bilenin bilmeyene elini uzatması gerekir.
Bilgili insanların yetkisi, yetkili insanların bilgisi yoksa
Ne yazık ki sosyal hayatın birçok kademesinde etki ve yetki uyuşmazlığına rastlamak mümkündür. Etkili insan tecrübeli, okuyan ve bilge insandır. Bilge insanın tecrübesi oranında yetkisinin de olması gerekir. İster amir ister memur olalım, bilgi ve tecrübeye yaş ve konum fark etmeksizin saygı gösterelim. Tasarrufumuz altında bulunan emanetleri emin ellere, layık olana teslim etmeli ve onun tasarruflarına da itimat etmeliyiz. Bir hata veya yanlış gördüğümüzde kırmadan, incitmeden düzeltmeye çalışmalıyız.
Risale-i Nur talebelerinde marifet artar, enaniyet güçlenirse
Malumunuz üzere, babanın birisi ileride vali olan evladına bir hatalı davranışından dolayı şunu demek zorunda kalır: ‘Oğlum sen vali olmuşsun ama daha adam olamamışsın.’ Aynen bunun gibi, insanın kariyeri, marifeti, şöhreti artabilir. Her ne kadar marifet ve ilmimiz artsa da kamuoyunun ahlaki temel görüş ve düşüncelerine uygun hareket etmeliyiz. Sonradan gören insanlar gibi aslımızı unutursak bu marifet ve ilimden topluma fayda gelmez. Küçük bir nezaketsizlik ve davranış toplum nezdinde kazandığımız ilim ve marifete gölge düşürebilir. Bu nedenle ‘ne oldum değil ne olacağım’ demeli. Bir ağacın kuru dalının sulu ve şirin meyvelerini taşıması gibi gönlümüzü ve kalbimizi engin tutmalı ve kapsayıcı olmaya çalışmalıyız. Şan ve şöhretin, nefis ve enaniyetin tuzaklarından uzak durmalıyız. Biliniz ki, en makbul şefaatçi ihlası kazanıp ve enaniyeti terk etmeliyiz.
Benim dediğim ve yapacağım kadar
Zaman zaman, çalışma hayatında bir amir, ya da patron, okul hayatında bir öğretmen veya hoca, herhangi bir cemaatte abi veya kardeş ilmi enaniyetini üstünlük marifeti sayarak iş arkadaşına, öğrencisine, kardeşine ister istemez üstünlük vaziyeti takınabilir. Bunun altında yatan nedenlerden birisi, aklından geçenleri dikte ederek kendi dediğinin olmasını sağlamaktır. Anlamadan, sormadan, dinlemeden, karşısındaki herhangi bir muhatabı yargılamak, ona sırtını dönmek amir-memur, hoca-öğrenci ve kardeşler arasında saygıyı ve sevgiyi, yardımlaşmayı, samimiyeti, muhabbeti ve ihlası zedeler. Birbirimizin kusurunu görmeden, affedici ve bağışlayıcı, kucaklayıcı ve hoşgörü içerisinde nefsin ve şeytanın hoşuna gidecek davranışlara fırsat vermemeliyiz.
Rabbim bizleri ilmi enaniyetten, kibir ve gururdan muhafaza eylesin. Hepimize marifet ile hoşgörülü olmayı İhlas ile samimi olmayı nasip eylesin. Amin.