Yaşam tarzına müdahale mi?

Habibi Nacar YILMAZ

Bediüzzaman Hazretleri, "Üç Said Döneminde" de muktezâ-yı hâle göre, siyasete taalluk eden meselelerle ilgili makaleler neşretmiş veya talebelerine mektuplar yazmıştır. Üstadın her üç dönemini birlikte değerlendirdiğimizde; devlet, siyaset, rejim, idare vs. konularındaki neşrettikleri, ortaya koyduğu ölçüler, yaptığı muhalefet veya dostane tavırlar, herkes tarafından anlaşılabilecek açıklıkta ve netliktedir. Nur talebelerinin bu konudaki birtakım asla taalluk etmeyen, geçici ihtilafları, "tatbik-i nazariyat ve muktezâ-y ı hâli düşünmemekten" kaynaklanıyor. Yani okuyoruz, anlıyoruz; fakat bunu günlük hayata tatbik ettiğimizde, fikirler çatallaşıyor, farklılaşıyor. Bunun da eski alışkanlıkları devam arzusundan kaynaklanan bir marazdan doğduğunu düşünüyorum.

Bu konu biraz önemli. İman hakikatlerini nurlardan talim eden biri, içtimâî meselelerde çıkılmaz yollara sapabiliyor. Onun için, üstadın bir müceddid-i din olarak, birçok konuda olduğu gibi, siyasi meselelerde de ölçüler ortaya koyması bir zarurettir.

Şer'i hukukun geçerli olduğu Birinci Said Döneminde idarecileri ikaz etmiş, imparatorluğun geldiği noktada karşılaştığı veya karşılaşacağı tehlikeler konusunda ilgilileri ikaz etmiştir. Özellikle uzun bir emekle hazırladığı "Medreset-ü Zehra" projesinin tahakkukunu her üç döneminde de idarecilerden talep etmiştir.

Üstad, yeni rejimin kuruluş döneminde, hatırlı insanların tavassutu ile ısrarla çağırıldığı Ankara'da, lüzum üzerine neşrettiği on maddelik manifesto niteliğindeki tavsiye ve ikazların, pek de dikkate alınmadığını ve alınamayacağını fark edince, mevcut idare ile çalışamayacağını anlamış ve onların önemli tekliflerini reddetmişti. Ya onların istediklerine razı olacak ya da memleketi bekleyen manevî tahribatı tamire yönelecekti. Maddî kılıç dönemi kapanmak üzereydi. Çünkü kurt gövdenin içindeydi. Millet ancak irşad edilebilirdi. Bu da ancak "maddî ve manevî her şeyden feragat mesleğinin" zamanına işaret ediyordu. İşte, üstadın Ankara'dan ayrılışı onu, İkinci Said dönemine taşımaktaydı.

Emsalsiz, akılsız ve ahlaksız uygulamalara sahne olan 25 yıllık ceberrut döneminde üstad, "maddî ve manevî her şeyden feragat mesleğini" takip ederek, bir iman hareketi olan Risale-i Nur Külliyatının ana omurgası olan eserleri te'lif etti. Te'lif etti derken evinde, sıcak çorba ve masasının başında olmadı bu te'lif. Bin bir türlü ve akıl almaz takipler, tertipler, caydırma ve baskılar altında; iman, sabır, itina ve gayretle başardı bu te'lifi. İman tekniğe meydan okudu ve biiznillâh muvaffak olundu.

Üstad, bu İkinci Dönemindeki ceberrut idareye de mektuplar yazdı. İslâm'ın hakikatlerini hatırlattı. Zulüm ve küfrî uygulamaları baştaki yüzde beşe verdi. Kabil-i hitab olanları kavl-i leyhinle ikaz etti. Fakat bu ikazlar, yerini bulmadı bulamadı. İşte, nazariyatın tatbikini yanlış veya eksik anlayan bazı arkadaşlar, üstadın bu ikazlarını sanki üstad onlara dostmuş veya dost olmak istemiş şeklinde anlatıyorlar veya öyle zannediyorlar. Elbette ki üstad, iman dersi makamında dinleyenleri ayırmayacaktır. Bu, tarafgirlik olur. Derste kimseyi ayıramayız. Ama bu, onun ceberrut anlayışa müsamaha ile baktığının veya dost olduğunun delili olmaz.

Şimdilerde nazariyâtı bugüne tatbik edersek, bugünkü Halk Fırkasının idarecileri, üstadın sorumlu tuttuğu yüzde beşten farklı olmadığı gibi, imana ve Kur'an'a düşmanlıkta, eskileri fersah fersah geçtiklerini, yetkili olmaları hâlinde geçeceklerini beyan veya bazı uygulamalarından anlıyoruz. Bu konuda hiçbir şüphe olmaması için, ellerinden geleni yapıyorlar.

Bunlardan biri de Diyanet'in cuma hutbelerine karşı geliştikleri zehirli dilleridir. Hani basit bir taraftardan sudûr etse, bu beyanın bir izahı ya da te'vili olabilir. Ama resmî sözcüleri hatta genel başkanları çıkıp mensubu olduğu komite, fırka adına fikirlerini söylüyor. İmana, Kur'an'a, mukaddesata düşmanlıklarını birtakım siyasi paravana sığınarak açık ediyorlar.

Kaçırmış olabilirim ama üstad, Halk Fırkasını konu ettiği hiçbir mektubunda, hitabının başında cumhuriyet kelimesini kullanmıyor. Yani Cumhuriyet Halk Fırkası demiyor, cumhuriyeti atlıyor. Bunun unutulmayla değil de kasıtlı bir tercihle yapıldığını rahatlıkla söyleyebilirim. Bu durumu zımnen, bu fırkanın cumhurla hiçbir ilgisinin olmadığı şeklinde anlıyorum. Kuruluşundan bu yana milletten kopuk ve keyfî uygulamaları bunun ispatı. Hem bu fırkaya her daim hâkim olan yüzde beşlik kısım, şimdiye kadarki beyan ve icraatlarıyla buna ispat ettiler; cumhuriyetle alakaları olmadığını gösterdiler.

Daha önceki birtakım fecaatlerine ilaveten, şimdi de cuma hutbelerine karşı yüksek düzeyde takındıkları tavır ve son söylemleri, sanki bunların bir Müslüman ülkede yaşıyor değil gayr-i müslimlerin olduğu bir ülkede siyaset yaptıklarını gösteriyor ya da öyle zannediyorlar. Diyanetin Millî Eğitim Bakanlığı ile ortaklaşa, okul öncesi çocuklar için geliştirdikleri Kur'an merkezli eğitim için "çağdaşı uygulama" diyen arkadaş, o zaman ikinci derecedeydi. Şimdi birinci derecede yetkili. Şimdi de Diyanetin örtüyle ilgili hutbesine taktılar üst düzeydeki arkadaşlar. Yıllarca okullarda, kışlalarda, devlet dairelerinde, hatta hastanelerde uyguladıkları barbarlık nüksetti zahar. Kadınlara, kızlara Allah'ın kat'î ve zahir bir emrini hatırlatan Diyanet, laikliğe aykırı hareket etmişmiş. Sevsinler sizin laiklik anlayışınızı. Yıllarca örtülülere çektirdiğiniz çileler, laikliğe uygun muydu? O defterleri tekrardan açarsak, sayfalar yetmez anlatmaya. Bir insana Allah'ın emrini hatırlatmak, hele bununla vazifeli Diyanetin bunu hatırlatması kadar normal bir şey olabilir mi? Bir cami imamı, "Allah, kadınların örtünmesini, açık olmamasını, zinadan, fuhuştan uzak olmasını istiyor." demesinde anormal ne olabilir? Türkiye'nin 1950 öncesinde olduğunu, kendilerinin de şeflerinin kapıkulu olduklarını zannediyorlar zahar.

Hele son "Kul Hakkı" konusundaki hutbeye karşı geliştirdikleri itirazlarına ne demeli? Malûm fırkanın sözcü görevindekinin sözleri, yenilir yutulur değil. Diyanet, kıza hak vermemenin bir kul hakkı olduğunu söyledikten sonra, kızın hakkından fazla hak almasının da bir kul hakkı olduğunu söylüyor hutbede. Peki, bu ülkede ne oluyor? Kızlara, pek hak verilmiyor değil mi? Diyanet de birinci olarak bunu hatırlatıyor ve kızlara hakkının verilmemesinin bir kul hakkı olduğunu söylüyor. İkinci olarak da kız, hakkından fazla hak alınca, aileler arası huzursuzluklara sebebiyet verebileceğinden, Allah'ın tayin ettiği hakla yetinilmesini tavsiye ediyor kızlarımıza. Bu sözcü ne diyor? "Diyanet, dinî öğütler vereceği yerde, AKP tarzı yaşam tarzı dayatıyor." Hızını alamıyor devam ediyor. "Bu AKP zihniyeti, Kuşadası'nda denize mayo ile girilmemesini de anlatır yakında." (Mealen yazıyorum)

Akp zihniyetiyle ne kastettiğini, akp zihniyetinin ne olduğunu bilmiyorum. Ama bu ülkede denize mayo ile girilmesine karışılmamasına rağmen, bir site havuzuna tesettürlü bir şekilde girilmesini site yöneticisi engellemişti. Ne adına? Laiklik adına. Bir kokona, kendi yolunda giden tesettürlü bir bayana hadsiz bir şekilde saldırmış, hatta fiziki müdahalede bile bulunmuştu. Yıllarca yapılan zulümleri saymıyoruz bile. Hızını alamayan sözcü devam ediyor. "AKP, Diyanet eliyle toplumun dizayn etmeye çalışıyor. Bunları tartıştırmayız ve tartışanların alnını karışlarız."

Bu milletin bağrından çıkmasına rağmen, yıllarca bu milletin değerleriyle mücadele etmiş askerî ve bazı güç odaklarının vesayetinin bittiğinden habersiz bu tip hadsizler, kendilerini valilerin ve müftülerin Halk Fırkasının il başkanlığı yaptığı dönemlerde zannediyorlar herhalde. O karanlık ve çağdışı dönemde, validen tut müftüye ve en küçük memura kadar Halk Fırkalı olmayan yoktu ki. O döneme özlem duyanlar, o dönemde olduğu gibi Diyanetin normal görevini ve Kur'an ışığındaki hutbelerini siyasî bildiri zannediyor ve tepkilerini de yanlış adrese siyasete gösteriyorlar.

Evet dostlar, bu mesele bir siyaset meselesi değildir. Bu fakiri tanıyanlar, siyasî meselelere pek girmediğimi bilirler. Fakat bu şebeke ve sözcüleri, ar damarlarınaı yırtmışlar. Açık âyetlere ve âyetin okunmasına tavır aldıkları gibi, tehditvâri bir dili de eksik etmiyorlar. En azından, anladıkları dilden tepki gerek.

Selam ve dua ile.

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (4)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.