Şahin Doğan'ın 'Korona Günlükleri' Kitabı Üzerine

Habibi Nacar YILMAZ

Haksızlık etmeyelim, kitabın ismi "Korona Günlükleri" ama bir de kitabın isminin üst başlığı var. Üst başlıkta: "İnsanların En Eşit Olduğu Zamanlar, Kendilerini Güvende Hissetmedikleri Zamanlardır." cümlesi serlevha yapılmış. Bu üst başlığı okuyunca, özellikle uçak kazaları aklıma geldi. Düşmekte olan bir uçakta, güvenlik açısından nasıl, genç-yaşlı, zengin-fakir, okumuş-cahil fark etmiyor. Kimse, kendini güvende hissedemiyor. Dünya da gökyüzünde bir uçak değil midir? Dünya uçağından her an, ölüm kazasıyla inebiliriz. Özellikle, koronada inme hızının arttığını görmedik mi? Ölüm de insanları, zengin- fakir, okumuş-cahil, inkârcı-iman ehli olarak ayırmıyor. Allah dünyamıza kefil ama ahiretimize kefil değil. O noktada da güvende değiliz yani.

"Hakikatle yüzleşmek için" logosunu taşıyan "Yüzleşme" yayınlarından çıkan 206 sayfalık kitap, "Korona Günlükleri" başlığı taşıyan ve günlük tadında yazılmış 63 denemeden meydana geliyor.

Bu fakire göre Şahin Doğan'ın kendini tam güvende hissetmediği konularda yazılmış kitap, benim için epeyce istifadeli oldu. Her bir günlükte, Şahin Bey'in uzun okumalarından damıtılmış, o gün içinde gördükleri, okudukları, dinledikleri ve yaşadıklarıyla daha bir görünür hâle gelmiş; güzel bir dil işçiliği ile akıcılık kazandırılmış; yine bize göre, önemli konulara yer verilmiş. Bu günlüklerin bazılarını yazıldığı dönemde sayfasından okuduğumu da hatırlıyorum.

Öncelikle, o günlerde bu fakirin de üç haftalık bir hastane dönemi olmuştu. Hatta hastanenin birinden diğerine nakledilme esnasında, ilgili doktor, yine doktor olan oğluma, babanın artık kurtulma imkânı yok, bile demiş.

Hastalığı ağır geçirdiğimiz o dönemde, Eyyub Aleyhisselam gibi, acz ve fakrımızı vesile kılarak "Günahlardan gelen manevî ve ruhî yaralarımızın şifasını niyet ederek" dua etmekten başka çaremiz yoktu. Hastalık bize, beş vakit câmi arkadaşımız birinden bulaşmıştı.

Şahin Bey'in de Birinci Günlüğünün sonunda isabetle ifade ettiği gibi "Günahlar da korona gibi bulaşıcıdır. Hatta manevî anlamda çok daha tehlikelidir." Peki, niçin tehlikelidir? Bunun cevabı Eyyup Aleyhisselam'ın kıssası özelinde, kötülük probleminin de genişçe işlendiği, İkinci Lem'a'da "Bizim manevî yaralarımız olan günahlar, pek uzun olan hayat-ı ebediyemizi tehdit ediyor." cümlesi ile verilmiş. Kaçımız bunun farkındayız acaba? Şahin Bey de koronadan öncesi ve koronadan sonrası diye ayırıyor. Fakat görüyoruz ki bu fakir de dahil, pek ders almışa benzemiyoruz. Hayatımızda, özellikle manevî hassasiyetimizde ciddi olarak değişen bir şey yok.

Bu vesileyle çok önemli bir hususu ifade etmekten geçemeyeceğim. Said Nursi, başta 2.Lem'a'da; kitaplarda pek denk gelmediğimiz orijinal bir yorumla, musibetleri ve musibetin hastalık olan kısımlarını "menfi ibadet" olarak tanımlıyor. İbadetin aslının ve asıl manasının dergâh-ı İlâhide insanın kendi kusurunu, acizlik ve fakirliğini görmesi olduğunu biliyoruz. İşte hastalıklar, hususen son korona günleri, acz ve fakrımızı tam hissettiğimiz günlerdi. Acaba acz ve fakrımızı ne kadar hissettik veya hissediyoruz. İnsanlıkta ilerlemek için, biraz düşünmek ve bunda derinleşmek gerekiyor.

Bize verilen maharet ve malzemeyle, gözlük yapıyoruz ama göz yapamıyoruz, gözün hem fakiri hem de aciziyiz. Kulak da öyle. Kulağın fakiriyiz ama kulağı yapamadığımız için de aciziz. Koronodan hastanede yatan bir Batılının önüne kabarık bir fatura konulunca ağlamıştı. Onu teselli edenlere "Ben faturadan değil, sevinçten ağlıyorum." diye cevap vermişti. Devamı çok ibretlik. "Hayatımızın devamı için bir haftalık havanın karşılığı bu muydu? Halbuki her an burnumuzun önünde hem de tam akciğerimize göre hazır bulduğumuz hava için, kaç kuruş ödüyoruz? Bu büyük nimetin bedava oluşunun sevinciyle ağlıyorum."

Evet, sadece havanın mı fakiriyiz? İhtiyacımız olan her şeyin fakiriyiz. Onları yapamadığımız için de aciziz. İşte ibadet de bunun farkında olmanın adı ve zamanıydı. Şahin Bey de İkinci Günlükte farkındalık meselesine farklı ve derin bir boyut daha katıyor. "İnsan çok trajik bir varlık, öleceğinin farkında olan tek canlı." altın cümlesiyle bunu dile getiriyor. Sevgili Şahin Bey, evet öleceğinin farkında ama bunu unutuyor insan. Birtakım fantezi şeyler de bu unutmasına yardımcı oluyor. Hem de günde elli yüz ölümü gözünün önünde görmesine rağmen unutuyor. Sizin de tanıdığınız hem de korona günlerinde, meşhur bir ateiste "Evlat ve dostlarınızdan ebedî ayrılık size bir ızdırap vermiyor mu?" diye sormuştum."Yaşarken ölüm yok, ölünce ben ve hayat yok, bundan daha iyi rahatlatıcı bir şey olur mu?" diye cevap vermişti. Bu cevaptan bir hafta sonra da sanırım en yakın arkadaşı vefat etmişti. Günde bu kadar ölüme rağmen, ben varken ölüm yok, demek nasıl bir kayıp ve feci bir sukût ve unutmadır, anlayamıyorum.

Bazıları, insanın saf vicdanından gelen ebed sesinin olmadığını iddia etse de Şahin Doğan "Rezilce bile olsa, her şeye rağmen yaşamak, yaşamda kalmak çok güzel bir duygudur." diyor, İkinci Günlüğünde. Bu kitabında Şahin Bey biraz melonkolik de olsa, onu arafta görmedim, diyebilirim. "Üstadım" dediği Said Nursi'nin ilk döneminde olduğu gibi, çokça kitap okumuş.Fakat kendini, okuduğu kitapların özellikle bir çöplük görünümdeki felsefenin dişleri arasına bırakmamış. Okudukları, güçlü ve olgun bir süzgeçten geçerek, onun leziz sentezlerine yardımcı olmuş. Risale-i Nur'dan beslenmenin bunda payı büyük. Onun çoğu yazısında bu izi, bir nur okuyucusu olarak hemen anlıyoruz ve görüyoruz. Ama bu güçlü sentezler, sadece nurlardan istifadeye de verilemez onu da seziyoruz.

Bu arada tahminimizin de üzerinde kitap okuduğunu hem yazılarındaki kaynak ve mevzu çeşitliliğinden de anlamak mümkün. Ama tartıştığı mevzularda Kur'an merkezli kalmayı da başarmış. Hele Üçüncü Günlükte "Bilimin açıklamaları, dinin kevnî boyutu." cümlesi var ki bu fakire göre asrın meselesi, kısa bir cümlede ancak böyle özetlenebilirdi. Gençlerin sorduğu "Öğretmenlerimiz Allah'tan bahsetmiyorlar, bize Allah'ı anlatır mısın?" sorusunun muhatabı olan Said Nursi öğrencilere, "Öğretmenleri değil, fenleri dinleyin.Zira fenler mütemadiyen Allah'tan bahsediyorlar." tavsiyesinde bulunuyor. Öğretmen insandır, neticede yanılabilir, yalan da söyleyebilir. Ama bilim, yalan söylemez. İyi niyet, kömürü elmasa çevirir tespiti, tanımı herhalde buna işaret ediyordur.

Beşinci denemedeki Şahin Bey'e "Arafta bir entelektüel" denmesine sebep olabilecek "Ah şu eminlik, garanti ve itminan talebi."cümlesi var ki fakire göre hiç de öyle değil. Bu talep insanî ve imanî bir sancının peygamberî ifadesini bize hatırlatıyor. İbrahim Peygamberin de böyle bir itminan talebini hatırlayalım. Hangimiz böyle bir talebi aklımızdan geçirmiyoruz ki? Biz de bu cümleye karşı "Ah, imtihan şartları ah. Az dikkatle arkasını gösterecek olan, sırlarla örülü ve örtülü perde! Gafletle, günahla, maddiyatla darlaşan akıllara perdeleri kalınlaşan büyük sır!" Elbette ki bu büyük sır bir gün açılacak, bu sırlarla sarılı perdeler kalkacak. Herkes Rabbini ve Halıkını bulacak.

Şahin Bey'in bazı hâllerini düşününce, iki kişi aklıma geliyor. Birisi, Otuz Bir Mart Mahkemesinde "Kabr-i kalpten hakaik çıplak çıktı." diyerek, merdane ve korkusuzca savunmalar yapan Said Nursi. İkincisi de:

"İhtiraz-ı ta'neden, kalmaktadır ahım nihan,
Bir hakikat kalmasın âlemde Allah'ım nihan."

beyti ile kötülenmek korkusu ile ahının gizli kalmasından şikayet eden Muallim Naci.
Ama ikisi de sonuçta kazandılar, kaybetmediler.Allah, samimiyet ve iyi niyetin yanındadır. Şahin Bey derecesinde bir yazar, şeffaf bir şahsiyet ve iyi niyet dolu olmayı çok isterdim.

Şahin Bey'in malûm Dücane konusunda bayağı geçerli tespitleri var. "İrfanın başı teenni, tevazu ve mahviyettir." tespitini de Dücane'de olmayan vasıflar olarak kayda geçirmiş. Dokuzuncu denemede, dünyada sağlık ve hastalıklar konusunda epeyce tahlillerin yapıldığı uzun cümleleri geçiyoruz. Ama her birisinde, araya sıkıştırılan tecrübe dolu özet cümleleri de notlarıma almadan geçemedim. Onuncu Günlüğün son paragrafındaki gaflet tanımını okumanızı özellikle salık veriyorum.

"Günlük sayıklama ve hasbihal" diye tanımladığı mezhepler arasındaki tartışma konularına, onlarla ilgili bazı meselelere de giriyor Şahin Bey. Biz de bunları sayıklama kabul edip geçiyoruz.

İnsanın unutkanlığını öne çıkararak, koronadan sonra dünyanın farklı olacağına da inanmıyorum, diyor Şahin Bey.Ne kadar haklı çıktığını zaman gösterdi. Haşir Suresinin 19. Âyetinde de tanımlandığı gibi, insan kendini çabuk unutuyor. Kendini unutan, kendinden haberi olmayanın, kendi Yaratıcısından haberi olması düşünülebilir mi? Basit bir heykeli, heykeltıraş olmadan izah edemiyor ama kendini tesadüfe verebiliyor.

Aynı mealde düşünür ve ifade etmeye çalışırım ama Şahin Bey'e ait 19.Günlükte geçen "İnsan ölüme bir başkasında inanır, öleceğini bilir ama öleceğine inanmaz; inanmak istemez belki de. Şiddetle, yaşamak istemesine rağmen, ölüme nişanlı insan." cümlelerini kuramam bir türlü. Şahin Doğan, müellif bir yazar, bizim gibi derlemeci değil.Buna, dobralık ve samimiyet de eklenince, bunların yansıdığı cümleler de insanı sarıyor ve insanın zihninde ayrı bir iz bırakıyor.

Anlaşamadığımız konular da yok değil Şahin Beyle. Kur'an'ın tertibiyle ilgili yazdığı 21.Günlükte bu konuda bazı bilgilere yer veriliyor ama değerlendirmelerinde biraz uçlarda dolaştığını belirtmeliyim. Bilhassa akademia camiasında, geçmişte tartışılmış fakat neticeye bağlanmış konuları, eskide kalmış tartışmaları yeniden gündeme getirmeleri, bazen insanı yanıltabiliyor. Çoğu şaz çıkışlar, mazide kalmış, onların cevapları verilmiş. Böyle tartışmaların yeniden makyajlı cümlelerle takdimine pek aldırmamak gerekiyor. Mesela İmam-ı Azama eksik bilgilerden dolayı çeşitli suçlamalar yapılmış ama sonradan bunlar tashih edilmiş. İletişimin zor ve arızalı olduğu o dönemi, bugünün şartlarıyla değerlendirmemek gerekir.

24 .yazıda Kemal Tahir ile delillendirilen "Ölümden sonra bir hayat yoksa eğer, hiçbir şeyin manası kalmıyor sahiden." cümlesi de zihnime çakıldı sanki. Tarihçi, romancı ve sosyolog Kemal Tahir şöyle demiş; "Ya çocuklar, öldüğümüz zaman bu birikim kaybolacak; kültürümüz, düşüncemiz her şey kaybolacak, yok olacağız.Bu, dehşet verici bir şey."

25. Günlükteki son cümle şöyle:"Şunu biliyoruz ki mahkeme-yi Kübra, çok renkli ve sürprizlerle dolu olacak." El-hak öyle olacak. Aynı şeyi çok defa ifade ederiz sohbetlerde.

Bir yazarı, şairi ve eserlerini doğru değerlendirmek için, onu tanımak, çevresini, beslendiği kaynakları, yaşadığı zemini ve zamanı da bilmek gerekiyor. Bütün bunları toptan ele aldığımız zaman, 30. yazıda kendisi için kurduğu "Düşünmeye devam eden bir zekâ için, araf hâlleri bitmez." son cümlesini, önce de ifade ettiğimiz gibi, onun mutmain olma talebi olarak anlıyorum. Bu da ebedî hayatı ciddiye alan her insan için geçerlidir.

Otuzuncu yazıda "İman da inkâr da bilinçli bir tercih." diyen Şahin Doğan'ın birçok yazısında, bir insanın Müslümanlığını sadece yöresele, doğup büyüdüğü yere bağlamasını tam anlayamıyorum.Gerçi bu ilk yıllar için geçerli olabilir belki. Ama bu görüş Batıdaki ihtidalar ve Doğudaki binlercenin dinsizliğe düşmesi ile hark oldu aziz kardeşim.Dunyanın köye dönmesi ile modası geçti bu tip argümanların.Elbette sahih bir itikattan bahsediyoruz biz.

"Şirk, bir düşünce suçudur." anlamındaki cümlesini de bir ramazan sayıklaması veya şirkin anlamını es geçmek olarak görebiliriz.

33. yazıda geçen "Ateizm, çok yorucu bir entelektüel faaliyet sonucu ulaşılan yer."cümlesi de sakat bir yargı bence. Bir insanın bunca mu'cizenin sanatkârını,göz göre göre inkâr etmesi veya buna ilgisiz kalması, aklın küle dönmesi sayılacağından, ateizmin en dipteki bir akıl için bile bir azap ve yorucu bir düşünme olduğu doğrudur da böyle bir zihnî çöküş, nasıl bir entelektüel faaliyet olur, anlayamadım doğrusu. Bu durum,olsa olsa, bir cünûn hâli olabilir.Gördüğüm ateistlerin inkârı, entelektüel bir çabadan değil de boşvermişlik,mükellefiyetin eziciliği, yanlış örneklikler, cehalet veya eksik bilgiden kaynaklanıyor. Buna biraz da entel takılma diyebiliriz belki. Dinle de ilgisi olmayan, sefih bir biyoloji profesörünün tabiriyle "moda" da denebilir.

Kitaptaki en, belki de tek absürd cümle 30.Günlüğün sonundaki"Sonsuz bir merhamet ile sonsuz bir azabın aklen ve mantıken uyuşmadığı ortadadır." cümlesidir, diyebiliriz. Aslında tam tersine, sonsuz bir azap olmasaydı, merhamet olmamış olurdu hâlbuki.Sonsuz azabı aklına sığıştıramayan saftiriklerin bu kısa dünyada yapılan zulümlerin karşılığını da izah etmesi gerekir. Bu cümle, küfrün mahiyetini ve hangi izzete dokunduğunu bilememekten, biraz da küfrün hangi küllî ibadetin iptali olduğunu anlayamamaktan kaynaklanıyor. Yıllarca bu soruyu fakir de sordu, araştırdı.Fakat küfrün mahiyetini, dehşetini anladıkça, ebedî azaba kanaat getirdim.

İslâmla şereflenen bir Batılı da bu sonsuz azap meselesini önce anlamıyor. Fakat son Gazze katliamına şahit olduktan sonra, tam kanaat getirdim,diyor. Bu yönüyle Şahin Doğan'ı biraz garipsedim doğrusu.Şahin Doğan'ın bazı ön kabullerini konuşturmayı ve tasdik ettirmeyi sevdiğini de söyleyebiliriz. Nurlarda bu konuyla ilgili özel parantezler açılmış. Tekraren eğilmesini öneririm.

46.yazıda "Cennette akla gerek yok." cümlesi, sakat değil ama hâzâ yanlış. Asıl tefekkür lezzeti ve manevî gıda alanı, akliyatta değil mi? Kaçmak yok, Şahin Bey, Bir lezzet diyarı olan cennette, tefekküre devam. Ama bu, mecburiyetten değil mahbubiyetten olacak. Ayrıca cennet bilgisinde ve özellikle cennet lezzetleri konusundaki değerlendirmelerinde de resete edilmesi gereken hususlar var. Eksikler çok bize göre.

Mehdilik, Said Nursi mehdi mi gibi subjektif şeyleri ele almayı zaman öldürmekten ibaret görüyorum. Bırakalım, nasıl görüyorsa görsün insanlar.

49. yazıda geçen "Yola gelmedim, yola gelmek için yoldan çıktım. Yolu bulmak için, yolu kaybettim. Yolda olmanın kahrı, yolu bulmanın hazzından daha çekici geldi bana."cümleleri, bir dehanın işareti sayılabilir. Risale-i Nur'ları okuduktan sonra, bu eserleri yazan Said Nursi'nin mehdi olmasına kanaat getirmek ve kısacık ömrünü insanların ebedî hayatları için adamak, nasıl bir haksa; yolda olmanın kahrını çekmek de bir hak elbette ki.Ama ahirete nispeten bir saniye bile olmayan dünyada, bir hakikat uğruna hayat feda edebilmek cesareti ve fedakarlığının, cehdinin ve gayretinin de yolda olmanın kahrından daha isabetli ve lezzetli olduğu muhakkak.

Şahin Doğan bazı meal ve tevilleri âyete ya da hadise takla attırmak, diye niteliyor. Ama bazen kendisi de yapıyor bunu. 34. yazıdaki "İblis, secde edip etmemekte özgür müydü?"sorusu da bunlardan birisi. Cin ve insanların şahane serbest olduğunu test etmek abesle iştigal olmaz mı? Cenab-ı Allah, iblisin secde etmeyeceğini bildiği için,onun bu isyanını ve isyanda ısrarını imtihana medar etmiştir.

Entelektüellik, doğru yolda olmak, isabet buyurmak anlamında olmadığı için, Dücane için muhafazakâr camia içinden çıkmış tek entelektüel, demenin de bir sıkıntı olmaması lazım. 115. sayfada cifir ve ebced için "Zan dışında ilmî bir kıymeti yok."ifadesine katılıyorum.

Ama zan için de "kimin zannı" diye sorarız.Özellikle felsefe, tümüyle zan, hem de zanlar mezarlığı. Bala bir kıymetin çıkarımlarının, daha kendi keyfiyetini bile keşfedememiş bir Urfalının veya Erzurumlunun zanlarından daha kıymetli olduğunu düşünüyorum.

60. makalede, kamu malını yemenin klasik fıkha göre orucu bozmamasını terslik olarak yorumluyor, Şahin kardeşim. Oruç, insanın elini kamu malından çekmiyorsa; o oruç, oruç olur mu, diye de sorabiliriz herhalde. Fakat eksik kaldığımız şey, bu hakkın karşılığının, kefaretinin 60 gün oruç değil, o dehşetli günde, çetin hesaplaşma olduğunu da unutmamız.

Şahin kardeşimi tashih veya ikaz etmek, haddimiz değil;bize kadar düşmez. Ama 61. yazıyı yeniden gözden geçirmesini isterim.Zaman geçtikçe Kur'an'ın gençleştiğini ve rumuzunun tavazzuh ettiğini, artık dost düşman ifade ediyor, herkes biliyor ve görüyor.

Evet dostlar, neticede bunca değerlendirmelerden sonra, bu kitap için, "Bize göre Şahin Doğan'ın yüz akı" diyebiliriz. Elimde yine onun "Ruhumun Masalı Şehr-i Urfa" kitabı da var. Bu da ilk kitabı olmasına rağmen, edebî havası ve tür yönleriyle alanında önemli bir yerde olduğunu söyleyebilirim.

Selam ve dua ile.

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.