Çok okunan kitaplar listesinin başlarında Risale-i Nurlar da var. Niçin acaba? Risale-i Nurlara ciddi eleştiri getiremeyenler, eften püften meseleler yüzünden, bu hazineden kendilerini mahrum ediyorlar. Okuyanların bir kısmı da istifade için değil, tenkit için okuduklarından istifade edemiyorlar.
Hâlbuki Risale-i Nur'a ciddi muhatap olunca, insanı munis yaklaşımlarla aklından yakalıyor; imanda, insanda derinleştiriyor. Sadece iman ve insanda mı? Hayır. İnsanı Kur'an'ın geniş ve müstakim caddesi ehl-i sünnette sabitleştiriyor. Aklın eline, delil ve ispatı veriyor; kalbi de hissesiz bırakmıyor. Ama ciddi muhatap olacaksın.
Her neyse, böyle bir girişten sonra sözü, Nurları ilk okuduğumda, Onuncu Söz'de geçen ve her daim beni düşündüren "Felsefe şakirtleri ve millet-i küfriye ve nefs-i emmarenin en müthiş dalâleti, Cenab-ı Hakk'ı tanımamaktadır." cümlesine getirmek istiyorum.
Yarım asrımızı bu dava içinde geçirdik, geçiriyoruz. Yukarıda sayılan "felsefe şakirdi ve millet-i küfriye" mensubu yüzlerce insanla karşılaştık, konuştuk, münazara ve münakaşa ettik. Hiçbirinden sadra şifa bir cümle duymadık. Akıl felci yaşanıyor gerçekten. En kallavisinin ağzında "Allah benimle niye konuşmuyor?" cümlesinden tut "Varsa Allah'ı niçin göremiyoruz?" gibi bir sürü cevabı içinde ya da cevabı verilmiş sualler dolaşıyor. Biraz felsefî kitap karıştırınca kendilerini farklı dünyalarda zannedenler de oluyor bunların içinde. "Bir dâne-i hakikat, bir harman hayali yakar." misali, sizden duydukları bir cümle, bazılarını biraz sarsıyor ama içinde bulundukları derin ve kalın gaflet, onların tabiat bataklığından çıkmalarına engel oluyor.
Geçen, yine Kayserili "millet-i küfriyeden" birini dinliyorum. Bir arkadaşımızla tartışıyor. Âyetlerde çelişki var diye, ortalığı yıkıyor. Daha önce de böyle birileriyle karşılaştığımız için, biliyorum bunların sıkıntısını. Biraz dinleyeyim, dedim. Basit bir ilkokul müsamere çocuğunun bile anlayabileceği bir konuda inat ediyor. Çeşitli mealleri almış eline; kısa, kıt anlayışı ve yetersiz bilgisi ile âyetlerde tenakuz arıyor. Söz konusu âyetlere baktım hemen, küçük dilimi yuttum, diyebilirim. Çünkü âyetler ne onun anladığı gibiydi ne de söz konusu ettiği gibi, diğer ayetlerle tenakuz içindeydi. Sadece çeşitli mealler arasında bazı farklar vardı. Âyetlerin tamamının anlaşılması, ancak tefsirlere bakmakla mümkün olabiliyordu. Keşke notlarımın arasına alsaydım, burada âyet numaralarını yazardım. Maalesef not alamamışım.
Bunlar içinde "dalâlet-âlûd felsefe ve evham-âlûd aklın şakirtleri" daha biraz acib oluyor. Uydurdukları masallara, biraz felsefe sosu ilave edince, bununla akıllarını bir müddetliğine de olsa uyuşturabiliyorlar. "Felsefe şakirtlerinin en müthiş dalâleti Cenab-ı Hakk'ı tanımamaktır." cümlesi, bu gürûhu tam deşifre ediyor. Onların düştükleri çukur, "en müthiş dalâlet" ile ancak tarif edilebilir.
Değerli bir arkadaşımızın bir kanaldaki tartışmasında, arkadaşımız yine mantık cambazlıklarıyla meşhur birine "Madem muntazam bir fiil failsiz olmaz, mânidar bir kitap kâtipsiz olmaz, sanatlı bir nakış nakkaşsız olmaz. O halde şu kâinatta sinek kanadından tâ semavat kandillerine kadar olan mükemmel bir intizamın sahibini, nakkaşını görmemek, nasıl mümkün olabilir?" diye sormuştu. Cevaba bakalım. "Bir yeri ıslak gördüğümüzde, oraya yağmur yağdığından dolayı ıslak olduğunu düşünmeyelim hemen. Islaklığın başka bir nedeni de olabilir." Yani diyor ki arkadaş; sanat varsa, bunun bir sanatkârı vardır, diye düşünmeyelim. Bu sanat, başka bir sebeple de olmuş olabilir. Bunu alaya alan "Ordunun Dereleri" diye bir yazı kaleme almıştım. "Ya arkadaş bu yer devamlı ıslaksa ne diyeceksin?" diye sormuştum.
"Sanatlı bir eser sanatkârı icap eder." istisnası olan bir kanun değil ki bir sanat için, sanatkâr olmadan şöyle de olabilir ihtimali düşünelim. Arkadaş güya sanatı kabul ediyor, sanatkâra karşı gözünü kapıyor. Aklını da bulduğu esassız karşılaştırmalar, birtakım vahi ve asılsız mantık oyunlarıyla tatmin etmeye çalışıyor.
Bu "millet-i küfriyeden" biri de kendisine bir okuyucusu tarafından sorulan "Bize, bir iğne ustasız, bir harf kâtipsiz olmaz. Her şey sanatlı olduğuna göre, bunların bir sanatkârı olmalı, diyorlar. Bunlara karşı ne diyelim?" sorusuna, peri bacalarının oluşum serüvenini örnek vererek cevap vermişti. Okuduğumda, "müthiş dalâletin" bir de çirkinliğini görmüştüm. Zaman içinde, rüzgâr ya da suyun sabit bir şekil verdiği birkaç peri bacası, nasıl olduysa; güya kâinattaki her sanat da karışık ve sel gibi akan şuursuz unsurların akması, karışıp ayrışması sonucunda tesadüfen olmuştur. Akan su ve esen rüzgâr elbette uzun zaman içinde sürekli aynı yönde hareket edince, yataklarında birtakım şekillere sebep olabilir. Bu durum, başta hayat en küçük yapı taşından en büyük kürelere kadar hikmetle hükmeden ilim, irade ve kudretin yerine "sel gibi akan külli anasır ve esbabı koymaya" delil olur mu? Bu fikre "ahmakâne, sarhoşâne, divanece bir hezeyan" diyen üstad, ne kadar haklıymış?
90'lı yılların başıydı. Öğrencilerden epeyce sualler gelince, bu durumun kaynağına indim. Bu sual ve tereddütlerin temelinde o zamanlar meşhur olan Turan Dursun'un eserlerinin olduğunu gördüm. Bu sefer, Turan Dursun'un hayatını ve kitaplarını inceledim. Kitapları tamamen çarpıtmalar ile doluydu. Hayatını ise, Şule Perinçek'le yaptığı ve hayatını anlattığı röportajından okudum.
Adam tâ çocukluğundan beri iman etmemiş hiç. Allah'ı rüyada gördüğünü, ona sevdiği kızla ilgili sorular sorduğunu anlatıyor röportajında. Ve asıl imanını kaybettiği noktaya geliyor. Bir gün evinde bir kova suya bir süpürge batırıp çıkarıyor. Sulu süpürgeyi duvara doğru savurunca, duvarda ister istemez birtakım şekiller oluşuyor. Bunu hayretle seyreden eşine seslenen Turan Dursun "Hanım, Allah'ın varlığı var mı diye şüphelenirdim. Şimdi bu deneyden sonra tam kanaat getirdim ki bir yaratıcı yoktur." Peki, bu kanaate nasıl gelmiş? Suyu serpince, bazı şekiller oluşuyor ya. Kâinat da böylece kendiliğinden oluşmuş olabilir, bir yaratanı yoktur, noktasına kadar düşüyor. "Millet-i küfriyenin" çirkinliği yanında sefaletini de görüyor musunuz?
Evet dostlar, felsefe ehlinin gülünç ve esassız, fakat mutantan izahlarına giremedik hiç. İnanın, hemen hepsi "İnsan nedir, hayatın anlamı nedir? diye sormuşlar. Fakat şairin dediği gibi "gökyüzünden habersiz uçurtma uçurttuklarından" esasa ait kendilerine bile çare olup insanlığa şeref katabilecek bir şey söyleyememişler.
Selam ve dua ile.