İsim Değiştirmekle Hakikat Değişmiyor

Habibi Nacar YILMAZ

Bir arkadaşımızla olan diyaloğumuzda "Ama Said Nursi de tımarhaneye girmiş." demişti. Olabilir, dedim. Ama tımarhaneye girdiğini biliyorsun da sonrasını niye söylemiyorsun? Said Nursi ömür boyu mu orada kaldı? Sonrasına baksana kardeşim. Hem tımarhaneye niye ve kimler tarafından konuldu? Orada ne kadar kaldı? Onu muayene eden doktorlar ne rapor verdi? Biliyor musun bunları? Bu arkadaşımızla diyaloğumuzdan sonra "Yarım bilmek, hiç bilmemekten kötü." sözünün geçerliliğini daha iyi anladım. Yarım veya yanlış bilginin insanı götüreceği yer olamaz. Sadece yolunu şaşırtır insanın. Bazen seni hazineden de mahrum bırakabilir, geri kalmana sebep olur. Özellikle bilgi kirliliğinin çoğu insanı Nurlardan uzak tuttuğunu söyleyebiliriz.

Evet, Said Nursi kısa süreliğine tımarhaneye konuldu. Ama orada doktorlarla olan diyaloğundan sonra onların "Eğer Said Nursi deliyse, dünyada akıllı insan yoktur." rapor üzerine salıverildi. Üstad, tımarhanede doktorların teşhisine yardım için, onları birer hasta kabul ederek, onlara "Ey tabib efendi! Sen dinle ben söyleyeceğim, cinnetime bir delil daha senin eline vereceğim." şeklinde hitap ederek; kendisini medresede hoca, onları da talebe kabul ederek konuşmuş. Zaten dinledikten sonra, bu uzun konuşma üzerine doktorlar tarafından salıverilme raporu verilmiş. O konuşmada üstad, tımarhaneye sevk sebeplerini anlatarak asıl deli olanların kendisini buraya sevk edenlerin olduğunu doktorlara da ispat etmiş.

O konuşma, daha doğrusu ders, üstadın küçükken uğradığı medreselerde başlayan ve bir ömür boyu devam eden "cesaret, izzet-i nefis, salabet-i diniyesinin" tezahürüydü aslında. Üstadın başta İslâmın izzetini, ihlâsı, dine hizmetteki hassasiyeti, farklılığı gösterme, dalâlet ehlinin hücumlarına set çekmeyi amaçlayan "hediye kabul etmeme, talebelerine de ettirmeme gibj düsturları" vardı. Bunun dışında en temayüz etmiş bir vasfı daha var ki o da "izzet-i İslamiyeyi her hâl ve şartta" ve en cebbarların karşısında bile muhafaza ve her dönemde, bildiği doğruyu söylemesidir, bundan çekinmemesidir.

İlk dönemde, zaman içinde uğradığı medreselerde birtakım bed muamellerin altında kalmadığı, bunlara tahammülü olmadığı ve herkese merdane tavırlar sergilediğini biliyoruz. Hatta bunu, Van'da vali konağında kaldığı dönemde, üst düzey bir toplantıdayken bile, dışarıda biraz da eski bir elbise ile kendini bekleyen babası Sofi Mirza'yı tâ kürsüye kadar getirip "Bu Sofi Mirza'dır ve benim babamdır." diyerek de sürdürüyor. Bu merdane tavrı, Divan-ı Harpteki savunması sırasında "Kabr-i kalpten hakayık çıplak çıktı, namahrem olan kimseler nazar etmesin." cevabında da görürüz. Yani İçim neyse, dışım da odur, bir sırrım yoktur. Her maksat ve faaliyetim alenidir.

Ahir zamanın ve dehşetli kişilerinin zuhur ettiği dönemde, onlara mukabelenin onlarla paralel çizgide olarak değil; onlar tarafından, imandan tut aileye, kültürden tut edebiyata, ezandan tut maneviyata vurulan darbelerin tamiratının ancak manevî ve imanî hizmetlerle mümkün olabildiği İkinci Said Döneminde de yine üstad Emirdağ'ında talebelerine yazdığı bir mektupta "Çok ihtiyat ediniz, sır vermeyiniz. Zaten sırrımız yok, fakat vehhamlar çoktur." cümleleriyle bu merdane tavrını sürdürüyor. "Hile ile, dalkavukluk ile, yalanlarla kendini müdafaaya tenezzül etmiyor." Cebbar kumandanlara Divan-ı Harpte, Rusya'da nasıl bir tavır gösterdiyse; aynı tavrı, vefatına kadar da devam ettiriyor. Belki bedenen çok zahmetler çekiyor, sıkıntılara maruz kalıyor. Ama ruhunun, vicdanının ve aklının ezilmesine müsaade etmiyor. Daha da önemlisi; sebatı, kendisini dünyaya çağıran sebeplere karşı müstağni duruşu sayesinde, milyonların ebedî hayatının kurtulmasına vesile oluyor.

Ne garip tecellidir ki Said Nursi'nin yaşadığı mutlakiyet, meşrutiyet ve cumhuriyet dönemlerinde, isimler hep serbestiyet ve güya cumhuriyete doğru ilerlemesine rağmen, tatbikat ve uygulamalar daha hızlı şekilde istibdada, baskıya, zulme doğru ilerlemiş. Mutlakiyet döneminde istibdâdî uygulamalar, meşrutiyet döneminde hem artmış hem de şahıslara sıçramış. Yani devletin gücünü elinde geçiren müstebitler olmuş. Cumhuriyete geçmişiz, isim daha çok halka açılmasına rağmen, durum daha da katlanmış; istibdat bu sefer köy muhtarlarına, nüfus memurlarına kadar inmiş. Yani "Tebeddül-ü esma ile hakaik değişmemiş." İsim değişmiş, cumhuriyet olmuş, ama hakikat yani uygulamada yapılanlar, tam tersi şeklinde önceki dönemlere göre katlanarak devam etmiş. Peki, üstad ne yapmış? Geri çekilmemiş, istibdâdî uygulamalara "müspet iman hizmeti" düsturu ile tahammül etmiş ve Allah'ın avn ve inayetiyle hizmetinde muvaffak olmuş.

Geçenlerde tanıdık bir emekli eğitimci paylaşımında "Cumhuriyet değerleri, Türk inkılâbı" diye bir şeyler yazmıştı. Ona "Hocam cumhuriyet ne demek, bu ülkede 1950'ye kadar cumhuriyet var mıydı, Türk inkılâbı derken neyi kastediyorsunuz?" diye sordum. Cevap yok. 1950'ye kadar ülkemizde cumhuriyet mi oldu ki arkadaş? Halkın sözü mü geçti o dönemde? Harfleri Lâtin harfleri ile değiştirmek, serpuş takmak Türk inkılâbı olabilir mi?

İşte bu dönemi üstad "Muarızlarımız olan zındıklar ve münafıklar istibdad-ı mutlaka cumhuriyet namı vermekle, irtidad-ı mutlakı rejim altına almakla, sefahet-i mutlaka medeniyet ismi vermekle, cebr-i keyfi-i küfriye kanun ismini takmakla hem sizi iğfal, hem hükümeti işgal, hem bizi perişan ederek, hakimiyet-i islamiyeye ve millete ve vatana ecnebi hesabına darbeler vuruyorlar." cümleleri ile anlatıyor. Aslında durumu özetliyor. Bu dönemle ilgili ciltler dolusu yazılanlar, çizilenler, anlatılanlar var ama bu dönemi, bu kadar kısa ve veciz anlatan bir şeye denk gelmedim. Üstadın "Muarızlarımız olan zındıklar ve münafıkların iğfal ve hükümeti işgal" ifadeleri çok önemli. Bu tespit her dönem için geçerli. İşin içinde münafıklık olduktan sonra, kandırılmayacak kimse kalmaz.

Evet dostlar, hangi surette veya adla olursa olsun, gelirse gelsin, istibdâdî uygulamalarla bu millet ve devlet bir yere gidemez. Uzun dönemde de bu zaten görüldü. Hayali dahi zor hürriyet zemininin elde edildiği bu nazik dönemi, çeşitli arızalar, adlar veya izimlerle lekelemek, son vermek için çalışanlar çıkabilir. Aman dikkat! İkazlar bizden, dinlemesi ilgililerden.

Selam ve dua ile.

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (2)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.