Hulusi Dinden Nasıl Çıktı?

Habibi Nacar YILMAZ

Çok değerli, eski bir bürokrat arkadaşın yakında okuduğum bir kitabında anlattığı, onlarca örneğine değişik şekillerde denk geldiğimiz "Hulusi Dinden Nasıl Çıktı?" adlı hikayesini okudum. Önce, kendi nefsime baktım; sonra okuduğum, dinlediğim benzer hikayeleri hatırladım.

Üç sene kadar çalıştığımız bir okulda, öğretmen arkadaşlar bir eğlence tertiplemişlerdi. Davet edilecekler içinde bu fakiri yazmamışlardı. Sebebini sorduğumda "Hocam, sizi böyle bir programa davetten çekindik" dediler. Çok sevinmiştim. İçimden "Arkadaşlara kimliğimi açıkça gösteren böyle bir izlenim vermişiz demek ki" dedim. Ama yine aynı okulda, bir bayan öğretmenin bir vesile ile bu fakire tokalaşmak için elini uzatması da bir o kadar beni üzmüştü. "Demek, ona düzgün bir resim verememişiz" dedim.

Yine birlikte kaldığımız ve epey bir seviye kazanan bir öğretmen arkadaşın öğretmenler odasında, pişti oynayanları önce seyretmesi, sonra onlara eşlik etmesi, sonra da kaybolmasına uzaktan da olsa şahitlik etmişimdir. İşte, dinden çıkmalara kadar uzanan serüvenler, böyle başlıyor. "Bir defadan bir şey olmaz." cümlesi felaketin habercisi oluyor.

Nefse itimat da büyük bir tehlike. Nefisle oyun olur mu? Yusuf Aleyhisselam, suçsuzluğu ortaya çıkmasına rağmen yine "nefsime güvenemem" diye Allah'a sığınıyor. "Erteleyen helak oldu" hadîs-i şerifi de bir uyarıcı olarak her daim karşımızda asılı olmalı. Ertelemeler, okumadan başlıyor önce. Birikenler, gözümüzde dağ oluveriyor.

Yine bir zamanlar yeni açtığımız bir iş yerine uğrayan çok değerli dostum, servis arabamızın eskiliğini görünce "Hocam, falan banka kredi veriyor, arabanızı niçin yenilemiyorsunuz?" diye sormuştu. Çok taaccüb etmiştim o zaman. Bu fakire faizli muameleyi nasıl teklif eder, diye içimden düşünmüştüm. Kısa süre sonra, araba için değil ama başka bir ihtiyaçtan bankaya gitmiştik. Arkadaşın sözü hatırıma geldi. Düştüğümüz hâle bak, dedim bu sefer.

Elimizden geldiği kadar kendimizi şüpheli şeylerden uzak tutmaya karar verdik o zaman. İfrattan ve tefritten mümkün oldukça uzak durmalı. Sonradan bizi mahcup edecek kınamalardan da kendimizi men etmeliyiz. Kınadığını görmeden ölmüyorsun. Mesela, ayakta değil de oturarak namaz kılanlara hoş bakmaz içimden "Gezebiliyorsa, ayakta da kılabilir" diyordum. Şimdi, dizlerimizden dolayı biz de kısmen oturarak namaz kılabiliyoruz. Kınadığımız, başımıza geldi. Sadece namaz değil, diğer hangi konuda kimi kınadıysam, aynı şey başıma geldi.

Empati yapmak çok önemli. Kimsenin içinde bulunduğu keyfiyeti de bilemeyiz. İnsaflı olmak lazım. İnsaf Arapça "nısf" (yarım) kökünden geliyor. Yani, karşıdakini yarım kabul et, diğer yarının yerine de kendini koy, anlamında.

Hikâyedeki Hulusi de iyi bir dindardır. Yüksek bir makama atanıyor. Rüşvetle karşılaşıyor. Önce, şiddetle karşı çıkıyor. Sonra, rüşvete konulan hediye ismi, kulağına çalınıyor. O zaman rüşveti, hediye sınıfına sokuyor. İhtiyaç da şiddetlenince, normal kabul ederek rüşveti alıyor. Uğradığı kitapçıda, yeni çıkan bir Kur'an mealini rastgele açıyor. Tevafuken, Kur'an'ın had cezasına denk geliyor. "Bu asırda böyle bir ceza mı olur?" sözüyle de imanla bağını koparıyor.

Gördün mü macerayı? Dünyanın iki kuruşluk ve neticede sadece birkaç senelik dünyevî bir kazancı, insanın ebedî hayatına nasıl mal oluyor, olabiliyor?

Üstad bunun altını, üstünü, öncesini, sonrasını, psikolojisi ve sosyolojisini İkinci Lem'a'da anlatıyor. Onun için, çok değerli Yusuf Kaplan 2.Lem'a için "Asr-ı Saadetten sonra, İslam tarihinde böyle bir metin yok." diyor. Bu yazıyı yazdığım gün, eski bir öğrencim aradı. Musibet meselesini sordu. Yanında külliyat da var, daha önce almıştı. 2. Lem'a'yı oku, ondan sonra sorularını veya anlamakta zorlandığın yerleri birlikte okuyalım, dedim.

Diğer peygamber kıssalarında olduğu gibi, Eyüp Aleyhisselam'ın kıssası bu asr-ı hazıra nasıl bir ders veriyor? Bunu bilmek hakkımız. Yani bilmemiz lazım. Kur'an'ın dersleri bir asra değil, asırlaradır. Zaman geçtikçe Kur'an gençleşiyor, rumuzu tavazzuh ediyor, bilinmeyen sırları anlaşılıyor. Nasıl ve kiminle gençleşiyor peki? İşte Kur'an'ın bu dehşetli asra olan dersini de Risale-i Nur'dan tahsil ediyoruz. 2.Lem'a, başta kötülük problemi denen ve çağımızın imanını sorgulaması ve bir kısmının da kaybetmesine sebep olan meseleyi, kökünden çözüyor. Biz, sadece Hulusi'yi dinden çıkaran hususun başlangıç noktasına işaret eden Birinci Nükteyi anlamaya çalışacağız.

Evvela, imanımızı muhafaza etmede ne kadar hassasız? Bu hassasiyet, günahlarımıza karşı hassasiyetimizle eş değerde, biliyor musunuz? Çünkü her bir günahın içinde küfre gidecek bir yol var. Hulusi'nin dinden çıkmasının başlangıcı da bir günaha olan meyli değil miydi? Günahların hazır lezzeti olduğu için, bir anlık gaflet bunun içine düşmek için yeterli. Din de zaten kalbin uyanıklığı değil midir? Kalbin her an uyanık olacak. Kalbin gıdasız kalırsa, zamanla ölür; veya uyanıklığını kaybeder. Kalp, ihmale gelmez, çünkü ihmalin neticesi vahim oluyor.

Peki, kalbi nasıl hem uyanık tutacağız hem de bunu sürekli kılacağız? Bunun için okuma ve mütalasını bitiremediğim 3.Lem'a'ya müracaat edelim. "Hayat-ı kalbi ve ruhiye medar olan, marifet-i İlâhiye ve muhabbet-i Rabbaniye ve ubûdiyet-i Subhaniye ve marziyat-ı Rahmaniye cihetiyle, bu fani ömür, baki bir ömrü intac eder."

Demek, kalbi uyanık tutan marifet, muhabbet ve ubudiyet-i İlâhiye. Bu üçünde ne kadar ilerler ve derinleşirsek kalbimizi o kadar uyanık ve teyakkuzda olur. Bu teyakkuz ve dikkatlilik hâli bana "Gelme" şiirini hatırlattı.

"Ne hasta bekler sabahı,
Ne taze ölüyü mezar,
Ne de şeytan bir günahı,
Seni beklediğim kadar."

Hasta sabahı, mezar ölüyü, âşık da sevdiğini nasıl bekler? Dört gözle değil mi? Şeytanın desiselerine her an açık nefis, hem kabile hem nakile durumundaki şehevî ve gadabî kuvvetler, insanı günahı dört gözle bekler duruma getiriyor. Bir an öfkesine yenik düşüyor, cinayet işliyor. Menhus lezzet, insanı bir ömrü berbat edebilecek fiillere yöneltiyor. "Hazer et, dikkatle bas, batmaktan kork!" cümleleri, insanın bu yönüne yapılmış paha biçilmez ikazlardır.

Evet dostlar, batmaktan korkmalıyız. Gemi batar, tüccar batar, ama bunların neticede telafisi mümkün şeyler. Ama Hulusi'nin batmasının telafisi yok. Onu bir tane batırdı, bizi de bir kelime ya da öpme batırabilir. Aman dikkat!

Selam ve dua ile.

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (3)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.