Her Hâlin Bir Ubûdiyeti Vardır

Habibi Nacar YILMAZ

Son cumartesi dersinde Uşak'tan gelen misafir kardeşimiz, 23. Mektup'tan ders okudu. Özellikle birinci sayfadaki "Madem dünya bâkî değil ve musibetlerinde bir nevi hayır vardır." cümlesi, dikkatimi çekti. Başlık da bu cümleden doğdu zaten.

Musibette hayır olur mu? Olur, evet. Hatta musibet hâli, senin için bir ibadet yolu, vesilesi de olabilir. Bu, bir bakış, karşılayış, neticede kendini tartma, hadisâta basiretle yaklaşma ile ilgili bir şey. "Şu gaflet zamanında, musibet şeklini değiştirmiş. Bazı zamanda ve bazı eşhasta bela, bela değil; belki bir lütf-u İlâhidir." cümleleri buraya bakıyor. Rizeli Hızır Abi vardı. Hareketli ve gayrimeşru bir hayattan hizmete, hatta velayete uzanan yolu, bir musibetle elde etti. Bâkî olmayan, geçici dünyan, belki birçok yönüyle ağlıyor; ama ahiretin, ebedî hayatın yönüyle gülüyorsun. Daha kârlısın. Aceleciliğimiz, burada da kendini gösteriyor ve asıl musibeti göremiyoruz.

Mesela, bu fakirin başına bir kısım ağır musibetler gelmiştir. Hangisinin hangi hatamız, ihmalimiz ve günahımızdan geldiğini sonradan anladım. Onun için de biraz korkuyorum. Gevşeklik veya ihmallerimiz, şefkat tokatlarını geçip zecre (kovmaya) vardı mı bu bizim felâketimiz olabilir.

Her yönüyle bize rehber olan peygamberler, başta Resûl-ü Ekrem(ASM) bize numuneler sunmuşlar. Hâllerine, başlarına gelenlere hikmet ve basiretle bakan ibrahim'e (Aleyhisselam) ateş, gül bahçesi olmuş; Yunus'a (Aleyhisselam) balığın karnı gemi olmuş; Eyüp'ün (Aleyhisselam) pek çok yara ve beresi, afiyetine vesile olmuş; Yusuf Aleyhisselam zindanı, medreseye çevirebilmiştir. Biz de musibetleri fırsata çeviremez miyiz?

Hapishane, medrese deyince üstadı hatırlamadan geçemiyoruz. Yıl 1935. Eskişehir hapishanesindedir ve bir cumhuriyet bayramında, hapishanenin karşısındaki lise mektebi ve mektebin avlusunda raks eden kızlar gözüne ilişir. Manevî bir sinema ile onların 50 sene sonraki vaziyetlerini müşahede eder. Bir kısmı toprak olmuş, bir kısmı da azap çekmekte olan bu kızların acınacak bu hâllerine ağlar. Başkasının günahına ağlayan adam olur.

Zahirine baktığımızda, kimin kime üzülmesi, hatta hâline ağlaması gerekirdi? Zahiren, kızların Said Nursi için ağlaması gerekliydi değil mi? Fakat öyle olmadı. 60 yaşındaki Said Nursi, 20'lik genç kızlar için ağladı. Demek, kaderin mahkûmu, nefislerin mahkûmlarına ağladı. Halbuki biri hapishanede, kış mevsiminde tek odada ve sobası yanmıyordu. Hatta her an zehirlenmesi muhtemeldi. Diğerleri okullarında, evlerinde, dans ve eğlenceli oyunlarla güya günlerini gün ediyorlardı. Hangisi musibette bunların? Sadece buna bakarak bazı musibetlerde hayır olduğunu, bazılarında da sıhhat hâlinin asıl musibet olduğunu kolayca anlayabiliriz.

Üstad "Asıl musibet ve muzır musibet dine gelen musibetlerdir." derken, bunu da anlatıyordu. Dinimize, kendi dini hayatımıza gelen musibetler, ebedî hayatımıza zarar veriyor; dünyevîler ise, ya günahımızı silip süpürüyor ya da intibahımıza vesile oluyor. Ne güzel değil mi?

Kahramanmaraş merkezli depremden sonra, misafir olarak Trabzon'a gelen çok oldu. Hâliyle dükkânda da bayağı bir yoğunluk yaşadık. Tesettürsüz bir bayanın hararetle tesettür elbisesi arayışını unutamam. "Burada size göre elbise yok." cümlemiz, onu çok üzmüştü. "Abi ben depremde iki yakınımı kaybettim, aklım başıma geldi, örtüneceğim" demişti ve hemen oracıkta örtünmüştü. Musibetin onu getirdiği noktayı gördünüz mü?

Üstadın ağlaması, örtü meselesi, ülkemizde örtü meselesinin gündemde olduğu kara ve ayıplı günleri hatırlattı bu fakire. Eşim KTÜ Kimya Bölümündeydi ve okula alınmıyordu. Her gidişinden sonra, adresine soruşturma yazıları gönderilmekteydi. Kâbus gibi günlerdi. Okulu bitirebilmesi, bir hoca arkadaşın soruşturmaları geciktirmesi ile mümkün olabilmişti. Görünüşte musibetti. Fakat sonra ne oldu? O baskı ve zulmü uygulayanlar, insan içine çıkamaz; bulundukları fakültelerde çalışamaz hâle geldiler. Mağdurlar ise, el üstünde tutuldular. O dönemde çekilen sıkıntılar, dinî bir gayretin neticesiydi, asıl musibetti. Hiçbir akla, mantığa, vicdana uymayan zulüm yönleri vardı. Küfür devam ediyor fakat zulüm devam etmiyordu. O dönemdeki sebat da gayret de bir ibadetti. Her hâlin ibadeti var dedik ya. O hâlin ibadeti de hak üzere bulunmak, zor şartlarda dinine, diyanetine sahip çıkmaktı.

Üstadın hapis musibetine düşenleri teselli makamındaki ifadeleri tam da bunu ifade ediyor. Ağır şartlar altındaki saatler, günlere denk gelebiliyor. Şartların ağırlığı, ibadeti daha makbul hâle getiriyor. Önemli olan, içinde bulunduğumuz hâli, ibadete dönüştürebilmek ve bir duaya vesile kılmak. Hasta iken, sıhhatli hâle ihtiyacını ifade ve sıhhatli olmanın yollarını aramakla birlikte, bu hâlinin veriliş hikmetini düşünür ve o hâlde kaldıkça o hâlin ibadetini ve duasını yaparız. Fakirken zenginliğe geçme, bizim gayretimize Allah'ın karşılık vermesiyle olur ancak. Zenginlik ve fakirlik hâlimizi ubudiyete çevirme ise, tamamen bizim elimizde.

Evet dostlar, her hâlin ubudiyeti var. Üç sabır iksirini hâl'lerimiz üzerine sürersek onları görünür, bilinir ve ebedî hayatta sayılır hâle getirebiliriz.

Selam ve dua ile.

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.