Grupçuluk

Hayrettin KARAMAN

Kulüp, cemaat, dernek, tarikat, mezhep, sendika, parti… hepsi gruptur; her birine gevşek veya sıkı bir şekilde mensup insanlar ve bunlar arasında Müslümanlar vardır.

Bir gruba mensup olmak, "taassup ve grupçuluk yaparak bölünme" gibi haller bulunmadıkça sosyal bir gerçeklik, hatta bazen zaruret olarak normaldir. Bu aidiyetlerin bazı kimselere ve bazı durumlarda ve şartlarda faydaları da vardır.

Faydalı da olabilen "gruplu olmaktan", zararlı olan "grupçuluğa ve grup taassubuna" geçiş nasıl olmaktadır?

Bu sorunun sosyal-psikolojik açıklamaları vardır. Biz bunlar yerine sonucu ortaya koymaya çalışalım: Bir grup kendisini en üstün veya yegâne doğru, iyi, faydalı olarak görür, ilan eder, açıklar veya bu görüntüyü verirse ve başka grupları ya değersiz veya zararlı ve gayr-i meşru olarak değerlendirirse, buna rağmen ona mensup olanlar da grup içinde kalmaya ve grubun iddiasını temsil ve tebliğ etmeye devam ederlerse grupçuluk ve grup taassubu oluşmuş demektir.

Konuyu genelden özele, din alanına çekelim.

Din alanında cemaatler, mezhepler ve tarikatlar var.

Bunlar da ehl-i sünnet çizgisinde olanlar ve olmayanlar diye ikiye ayrılmışlardır.

Bu ayrımda (ehl-i sünnet olan ve olmayan) tefrika (bölünme, ümmet birliğini bozma) karşı taraf ile kurulan ilişkiye bağlı oluyor. Mesela "Dinimiz bir, kitabımız, peygamberimiz bir, dinin temel inanç konularında (âmentüde, usûlü'd-dinde) önemli bir ihtilafımız yok, bu sebeple hepimiz din kardeşiyiz ve ilişkimizi bu esasa göre kurup yürüteceğiz, itikad ve ameldeki farklılıklarımızı ise tartışma ve çatışma konusu yapmayacak, her mezhebi kendi halinde mensuplarına bırakacağız" dense taassup ve tefrika olmaz.

Böyle olmazsa, denmezse tefrika doğar.

Ehl-i sünnet çizgisinde olduğunu iddia eden gruplar arasında tefrika da yine taassuptan doğuyor.

Müctehid olmayan fıkıh alimleri, farklı mezheplere bakışlarını şöyle bir formül ile ifade etmişlerdir:

"Bizim tâbi olduğumuz mezhebin imamı, hata etmesi de mümkün ve muhtemel olmakla beraber ictihadlarında isabet etmiştir. Diğer mezheplerin imamları ise isabet etmeleri de mümkün ve muhtemel olmakla beraber hata etmişlerdir."

İmam-ı A'zam da ictihadları için mealen şöyle demiştir: "Bunlar benim doğru ve güzel bulduğum sonuçlardır, kendilerine göre daha doğrusunu bulanlar da onlara uyarlar."

Bu iki ifadeyi tahlil edersek şu sonuçlara ulaşırız:

Mezhep farklılıkları tabîîdir. Ehliyet sahibi alim tarafından yapılmış her ictihad meşrudur ve bunların tamamı ile amel edilebilir, kulluk ödevi yerine getirilebilir. Bir müctehide, inceleyerek, seçerek tâbi olan kimse onun ictihadında isabet ettiğine kani olmakla beraber, karşı tarafın isabet etme ihtimalini de inkar etmiyor. Farklı mezheplerde olan Müslümanlar aralarında hısımlıklar kuruyorlar, dayanışma yapıyorlar, bir cemaat teşkil ederek namaz kılıyorlar…

Peki bu böyle ise Sünnîler arasında mezhep taassubu ve tefrika nasıl oluyor?

Cevabını gelecek yazıya bırakalım.

Yeni Şafak

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.