Gerger, ya da Nemrut’un mahzun vatanı olmak!

Hüseyin YILMAZ

Gerger, hayata gözlerimi açtığım diyar... Kâhta üzerinden dünyaya Kan Boğazı ile bağlanır. Küçük bir Gülek Geçidi gibidir, Kan Boğazı. Güneydoğu Toroslarının kuşattığı Gerger vâdisinin doğusunu ise Fırat’ın baraj ile denize inkılâb eden masmavi suyu keser. Kısacası, Gerger’den öteye yol yoktur; Kâhta’ya dönmeye mecbursunuz.

Merhum babam, ilk gençliğinde ormanlarında dağ keçilerinin boynuzları sebebiyle rahat dolaşamadığnı, kesif ağaçlarının arasından geçemediklerini söylediği Gerger, bölge coğrafyasına göre hâlâ çok yeşildir. Bahar mevsimlerinde ise iyi işlenmiş iri ve yekpâre zümrüt bir mücevhere benzer. Kan Boğazı’ndan itibaren insanı saran ıssızlık vehmini vâdiye dağılmış köylerin uzak manzaraları dağıtır. Dağların bağrına serpilmiş yüksek platolar Gerger’in yaz aylarında bile buz gibi soğuk ve gürül gürül çağlayan kaynak sularına hazinedarlık yapar; içme ve sulamada kullanılan rahmet pınarlarına...

Vâdi’nin Kuzey cephesinde ve neredeyse uzunlamasına vâdiyi ortalayan Sülük Gölü, asırlardan beri Gergerliler ile uzak-yakın bölge insanına şifâ dağıtır. Şifâ turizmi için ciddi bir merkez olmaya namzed bu rahmanî göl, maalesef bölgenin müşterek kaderini yaşar: Kötü bir yol, tesis yok, tanıtım hak getire...

Güney cephesinin Fıratla öpüşen noktasına tarîhî Nefsî Gerger kalesi hâkimdir. Kalenin sarp bir kayalığa tutunarak yeşermeye başladığı târih Milattan Önce II. Yüzyıl. Kale, bölgede Nemrut Dağı, Kâhta Kalesi, Cendere Köprüsü ve Karakuş tepesini tamamlayan târihî bir köşe. Komagene Kırallığının bu sarp saltanat bölgesi turizm için hayli çekici bir coğrafya olabilecekken maalesef ilgisizliğin kurbanı oluyor. Gerger’in doğru dürüst bir yolunun olmayışı, onu Diyarbakır’a bağlayacak bir köprünün Fırat’ın üzerine atılmayışının yegâne sebebi siyâsî bir hamakat değilse, en bön cinsinden bir ihmâlkârlıktır. Adıyaman milletvekillerinin Gerger’in coğrafyasının haritadaki yerini bildiklerinden bile emin değilim. Hükmü ağır buluyorlarsa, kolları sıvamalarını beklerim...

Dünyanın sekizinci hârikası olarak vasıflandırılan Nemrut Dağı’nın zirvesine 2 Mayıs’ta çıktığımızda buz gibi soğuk bir rüzgârın çarpıştırdığı bulutlar çığlık çığlığa gürlerken incecikten bir kar yağıyordu bu sarp, çetin ve bir o kadar da göz alıcı dağların zirvelerine.

Bugünün teknoloji ve imkânları ile de inşâsı kolay olmayan bu sekizinci hârikaya vücud veren irâde, ilim ve emeğe hayran olmamak, hayret ve şaşkınlıkla ürpermemek mümkün değil. Ama asıl tüyler ürpertici olanı, dünyanın bu eşsiz târihî mirasının her türlü itinâ ve ihtimamdan uzak, korumasız, üstüste yığılmış heykel mezbeleliği gibi turistlerin nazar-ı dikkatine arzedilmiş olmasıdır. Aslına uygun bir tanzim ve inşânın âkabinde girişilecek bir tanıtım kampanyası ile dünyanın en ücra köşelerinden bile ziyaretçilerin teveccühüne mazhar olup ciddi bir gelir kaynağı olabilecek bu mirasın elim vaziyetine hayıflanmamak kabil değil... Tutunduğu sarp kayalıkta bir kartal edasıyla zamana direnmeye çalışan Kâhta Kalesi’nden bahsetmeye ise içim el vermiyor. Memleketimde târih, şifâsız, derin bir yara gibi kanayıp duruyor.

Putperest değilim, inancımın gereği heykellere de sahip oldukları soğukluklarına emsâl bir soğuklukla mukabele ederim. Meydan ve sokak başlarına kondurulan çoğu mânâsız, şekilsiz ve estetikten mahrum heykellerin hebâ edilmiş bir sermaya olduğuna da gönülden inanırım. Fakat burası Nemrut Dağı, dünyanın sekizinci harikası...

Nemrut noktasında Adıyaman ile Malatya’yı birbirine bağlayacak olan yolun iki şehrin stratejik ve siyâsî menfaatleri sebebiyle açılmaması da bir başka trajedi. İki şehrin menfaat kavgasının çözülmesi, Nemrut Dağı’nın ihyasına da zemin teşkil edebilir. Fukaralığın bütün ümidlerini kırdığı bölgenin zenginlik kapılarına akıl almaz hesaplarla ağır asmalı kilitler vurmak iz’an fukaralığıdır ve maalesef Türkiye bu fukaralığın belli başlı ana vatanlarındandır.

Bir bahar mevsiminde Gerger’i kuşatan sarp dağların fethine çıkmak, fetihlerin en zararsızı, hiç can yakmayanı. Sahil şeritlerinin sıcağında cinnet saraları geçirenlere Anadolunun yüksek dağ ve yaylalarının, derin ve yeşil vâdilerinin cennetmisâl olduklarını hatırlatmak isterim...

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.