Fıtratımızın farkına varmak

Afife ARTIK

Allah’a iman içinde Allah’ı bilmek var ve marifetullahın içinde de Allah’a muhabbet var. Muhabbetullah içinde de ruhun lezzeti var. Bunları iç içe daireler olarak hayal edebiliriz. Peki en geniş daire Allah’a iman dairesi mi yoksa lezzet-i ruhaniye dairesi mi?

Sathi bir nazarla baktığımızda en geniş daire Allah’a iman dairesi olup en dar, en içteki daire, has daire yani ruhun lezzetine ait gibi görünüyor. Halbuki bu iç içe daireler metaforu kimi zaman en iç daireyi en geniş, kimi zaman da en dış daireyi en merkezde görebilmemize imkan tanımaktadır. Aynı arş ve kevn meselesinde zahir isminden mi Batın isminden mi baktığımıza göre hangisinin hangisini ihata ettiği meselesinin değişmesi gibi.

Ruhun lezzeti nedir peki? Ruh nasıl lezzet alır ve bu lezzet hayatın devamı ve kalitesi açısından ne anlama gelir?

Ruhun lezzeti insandaki istidatların inkişafı ile ortaya çıkıyor. Yani fıtratımıza verilmiş olan çekirdeklerin sümbüllenip meyve vermesiyle oluyor. Bu çekirdeklerin sümbüllenmesi kainatta cari olan kanunlar dairesinde vuku buluyor. Uygun toprak, uygun hava, uygun mevsim ve yeteri kadar su olmalı ki bu çekirdekler çatlayabilsin. Ayrıca tekamül meyline de müdahale etmemek ve bu çekirdekleri dışarıdan gelecek etkilerden muhafaza etmek gerekiyor.

İstidatlarımızın nemalanması önündeki en büyük engel ise kendimiziz. Kendimizi tanımadan ve bilmeden önümüze koyduğumuz hedefler, kendimizi güya korumak için geliştirdiğimiz sahte benliğimiz, taassuplarımız, takıntılarımız, melimalılarımız… Bilmeden kendimize zarar verdiğimiz daha nice yapıp ettiklerimiz.

Kendimiz için ama kendi fıtratımıza zıt olarak yaptıklarımız bizi bir sıkışıklığın bir cenderenin içine atıyor. Bu halimizle “ben illa ki gül olacağım ve gül olmalıyım” diyen bir papatyaya benziyoruz. Tabi kainatta böyle bir şey yok, rıza ve kabullenmişlik ve olduğu gibi olmak var kainatta. Bizim aklımız ve cüz-i ihtiyarımız olmakla ve nihayetsiz ihtiyaçları bulunan istidat ve cihazlarımızla ve bilhassa en büyük emaneti kabullenişimizle kainatın sair mahlukatından hem çok üstünüz hem de bunu fark edip emaneti bile isteye ve cana minnet bilerek kabullenemezsek şeytandan da aşağı düşme tehlikemiz var.

Peki bu kadar mühim bir meselede ve böylesine kritik bir durumda ne yapacağız?

Her şeyden önce kendimizi tanımak ve yaratanımıza teslim olmakla feraha erebiliriz. Allah bizi ne olarak yarattı ise o olmak ve o kalmak. Kulluk ve kendisini tanımak vazifelerimi öncelemek ve hep gündemde tutmak. Nihayetsiz acz ve fakrımı derk edip Halık-ı Rahimimin Kudret ve Rahmetine iltica etmek. Gelen her şeyin O’ndan geldiği şuuru ile şuurlanmak ve dahi şuurlu bir imana ulaşmak.

Allah’ın benim için taktir ettiklerini anlamaya çalışıp kendi planlarımı suya atmak. Verilen nimetlerin farkına varıp şükrünü eda etmek ve onlarla yani Allah’ın fazlı ve rahmeti ile ferahlanıp, ferahı başka yerde aramamak.

Şükür, hamd, sena, tefekkür, tezekkür, tedebbür, muhabbeti meyve verecek bir ömür sürmek. Ruh ayinemde temessül eden Şems-i Ezeli’nin nurlarını hissedip O’na iştiyak göstermek, kalbimin göz bebeğinde nurunun aksini yerleştirmek. İntisabımı kuvvetlendirip tahkiki imanın mertebelerinde seyr-i süluk etmek.

Acz, fakr, şefkat, tefekkür tarikinde kardeşlerimi önceleyerek ilerlemek. İhlasın sırrının peşine düşmek ve uhuvvet rabıtalarına riayet etmek.

Kısacası Risale-i Nur’ talebe olmak. Okumak, anlamak, yaşamak, anlatmak, yaşamaya gayret edenlerle bir arada olmak ve yaşamakta zorlanan kardeşlerime ruhumda yer açmak, kuvvet almak ve kuvvet vermek, en yakın dost, en fedakar arkadaş, en güzel taktir edici yoldaş ve en civanmert kardeş olmak. İhlası kazanmaya ve muhafazaya gayret etmek.

Fıtratımı yaşamak demek Risale-i Nur’u yaşamak demek, bu hazır asırda yaşadığımız ülke gibi çok darbeler almış ve ona layık olmayan libaslar giydirilmeye çalışılmış yani zorlanmış olan fıtratımızın dahî kendisine yakışmayan ve cendereye sokan libasları çıkartıp, yapay ve yapmacıklıklardan temizlenip Kur’an tezgahında dokunan bu libası, bu zevkli ve şevkli ihramı giymeye çok ama çok ihtiyacı var. Şükür ki Rabbim elimize vermiş, ihsan etmiş bize de kıymet bilip şükrünü eda etmek ve hem cinsimiz ile paylaşmak düşüyor.

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (3)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.