Feraset

M. Fahri UTKAN

"Mü'minin feraseti karşısında titreyin; zira o bakarken Allah'ın nuruyla bakar." (Tirmizî, Tefsirü'l-Kur'an 15)

Ferâset veya firaset de denilen konumuz olan kelime, sözlüklerde;  Zihin uyanıklığı, bir şeyi çabucak anlayış kabiliyeti,idrak, keskin bakış, keskin kavrayış ve sezgi anlamları verilir. Ferâset, aslında  “SEZGİ”nin ötesindedir!

Akıl belli bir kemâle geldiğinde, beş duyuya dayalı örnekleri alıp kendi bünyesinde değerlendirir ve buna dayalı bazı çalışmalar yapabilir.
Bu arada altıncı, yedinci, sekizinci duyular durumunda olan sezgi veya sezginin ötesinde olan ferâset veya ilham yolları ile gelen çeşitli bilgileri de bir potada eritip değerlendirir ve bunun çok üst neticelerini yaşar!
Akıl, işte o zaman 'akl-ı kül'e yaklaşmağa başlar.

Bilinmeyen bir sistemi, olayı anlamak-okumak , varlığını meydana getiren “rabbani kudret + bilinçle”, yani basiretle, ferâsetle, nüfûziyetle, beş duyunun algıladığı boyut değerlendirilerek yapılmalıdır. Bu bir idrâk ve anlayış meselesidir...

Bunu anlamanın iki yolu vardır.
Birisi, kapsamlı ileri görüşlülüktür. İşte buna, insanlar arasında “Ferâset” denir.
Kişinin karşısındakinin yapısal özelliklerini derhal fark edebilmesi, idrak edebilmesi hâlidir. Bu ender rastlanır, hatta çok ender!
Onun için Sevgili Peygamberimiz (sav) Efendimiz; “Mü'minin feraseti karşısında titreyin; zira o bakarken Allah'ın nuruyla bakar." demiştir.

Feraset, mü'minlere Allah'ın bir lutfudur. Ama nasıl mü'minlere? Hakk'ın yoluna gönül koymuş, haramlara gönlünü kapamış, hayatına ve hizmetine Hak rızasını koymuş gönül erlerine. Onları aldatmak pek zordur.
Düşünce ve tasavvurda zenginlik, muhakemede tutarlılık, varlığın perde arkasına muttali olma ve basiretli davranma diyebileceğimiz feraset; insanın, kalbini kin, nefret, iğbirar, nifak ve ucub gibi manevî hastalıklardan temizleyip, imân, marifet, muhabbet ve aşk u şevkle bezemesi sayesinde Allah'ın, onun içine attığı öyle bir nurdur ki, ona mazhar olan fert, ferdîleşir, duyuş ve sezişleriyle derinleşir; hatta başkalarının gönüllerindeki sırlara aşina olup, simaların arkasındaki gerçekleri görebilir.. ve tabiî, eşyanın perde arkasına uyanabildiği ölçüde Allâmü'l-Guyûb'un parlak bir aynası haline gelebilir...
Bu mânâdaki ferasete işaret sadedinde, gayb ve şehadet aleminin fasih lisanı Rûh-i Seyyidi'l-Enâm(asm), "Mü'minin feraseti karşısında titreyin; zira o bakarken Allah'ın nuruyla bakar."  buyurmuştur.

Feraset hakkında, Ebu Saidi'l-Harrâz: "Feraset ziyâsıyla temâşâ eden, Hak nazarıyla bakmış sayılır." der.
Vâsıtî; "Feraset kalbte şimşek gibi çakıp, mukayyet bütün gayb âlemlerini aydınlatan ve insanoğlunu, topyekün varlığı, olduğu gibi görüp değerlendirme seviyesine yükselten ledünnî bir şuâdır." tesbitinde bulunur.
Dârânî; "Feraset, nefsin derinliklerinin keşfi ve gaybın ayan, pinhânın(gizli) da nihân(açık) olmasıdır." yorumuyla yaklaşır konuya.
Şah-ı Kirmânî ise; "İnsan, haramlara karşı gözünü kapar, şehevânî duygulardan elini-eteğini çeker; iç dünyasını murakabe ile, dış âlemini de sünnet-i seniyyenin ihyasıyla onarır ve her zaman helal dairesinde kalabilirse, böyle biri ferasetinde asla yanılmaz." hatırlatmasını yapar.

Bunların hemen hepsi de, imân sayesinde inkişaf eden ferasetlerdir ve bunlarda yanılma payı da oldukça azdır. Gördüren O ve gören gözler de O'ndansa niye yanılsınlar ki!..

Allah Rasûlü'nün, şahısları çok iyi tanıyıp, herkesi yerli yerinde istihdâmında, Rabb'inin O'na bu tür ihsanı (feraset) söz konusu olduğu gibi, Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali'nin kerâmetvârî pek çok tesbit, teşhis ve takdirlerinde de aynı ikram-ı ilahî bahis mevzuudur..
Bir anlamda Feraset adeta, bazı insanlara İlahi bir Hediyedir

Feraset, ister yukarıdaki tarif ve izahlar çerçevesinde kalbin, Allâmü'l-Guyûb'un ilim ve füyûzâtına açılması ve bu mazhariyete erenlerin, görüş, düşünce, karar ve hükümlerinde isabet kaydetmeleri şeklindeki yorumu ile; ister, bilgi birikimi, tecrübe, mümarese, sez(g)i enginliği ve karakter bilgilerini değerlendirerek elde edilen neticeleriyle olsun, tamamen bir mevhibe-i ilâhiyedir(İlahi bir hediye) ve bu ilahî mevhibeden en çok hissesi olanlar da, hiç şüphesiz -derecesine göre, evliyâ, asfiyâ ve peygamberlerdir.

Bunlar arasında en ileri feraset ise, Hazret-i Seyyidi'l-Enbiyadır(asm) ki; Allah: "Keskin nazar feraset erbabı için elbette bunda ibretler vardır"  beyanıyla, umum basiret, his ve idrak insanlarına işaret buyurmasına mukabil, "Dileseydik onları sana (oldukları gibi) gösteriverirdik de simalarından hepsini tanır ve hepsini konuşma üsluplarından anlardın"   ferman-ı samedânisiyle o zirveler zirvesi Feraset insanının açık farkına îmâda bulunmaktadır...

Feraset, aynı zamanda, hadiselere ve eşyaya iman nuruyla bakmak, perde arkasındaki gerçekleri görüp hissedebilmek demektir.
Rabbimiz, "Ey iman edenler, eğer Allah'a karşı hep takva dairesi içinde bulunursanız, O size hakkı batıldan ayıracak bir kabiliyet (feraset) verir."  buyurmaktadır.

Üstad Said Nursi, Ayet’ül Kübra risalesi, Birinci Makamın On Altıncı Mertebesinde, Peygamberimiz Hz.Muhammed (asm) Efendimizin peygamberliğinin Allah’ın varlık ve birliğine olan delillerini sayarken, Yedinci delil olarak; “Âl ve Ashâb namında ve nev-i beşerin enbiyadan sonra feraset ve dirayet ve kemâlâtla en meşhuru ve en muhterem ve en namdarı ve dindar ve keskin nazarlı taife-i azîmesi, kemâl-i merakla ve gayet dikkat ve nihayet ciddiyetle bu zâtın bütün gizli ve âşikâr hallerini ve fikirlerini, vaziyetlerini taharrî ve teftiş ve tetkik etmeleri neticesinde, bu zâtın dünyada en sadık ve en yüksek ve en haklı ve hakikatli olduğuna ittifakla ve icmâ ile sarsılmaz tasdikleri ve kuvvetli imanları, güneşin ziyasına delâlet eden gündüz gibi bir delildir diye..” bahsettiği delilde bir özelliğini de feraset olarak saymaktadır.

Yine, Üstad Said Nursi, 19.mektupta, “Hazret-i Ali gibi harikulâde bir cesaret ve feraset sahibi, Hâşimî ve Âl-i Beyt gibi kuvvetli, hürmetli bir kuvvet lâzımdı ki dayanabilsin. Evet, dayandı. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın haber verdiği gibi, "Ben Kur'ân'ın tenzili için harb ettim. Sen de tevili için harb edeceksin."

15. şua’da ise, “Risale-i Nur nedir ve hakikatler muvacehesinde Risale-i Nur ve tercümanı ne mahiyettedirler?" diye bir takriznâme”de; Her asır başında hadisçe geleceği tebşir edilen dinin yüksek hâdimlerinin (müceddidlerin) özellikleri sayarken, Bediüzzaman hakkında; “O zât-ı zîhavârık, daha hadd-i bülûğa ermeden bir allâme-i bîadîl halinde bütün cihan-ı ilme meydan okumuş, münazara ettiği erbab-ı ulûmu ilzam ve iskat etmiş, her nerede olursa olsun vâki olan bütün suallere mutlak bir isabetle ve asla tereddüt etmeden cevap vermiş, on dört yaşından itibaren üstadlık pâyesini taşımış ve mütemadiyen etrafına feyz-i ilim ve nur-u hikmet saçmış, izahlarındaki incelik ve derinlik ve beyanlarındaki ulviyet ve metanet ve teveccühlerindeki derin feraset ve basiret ve nur-u hikmet, erbab-ı irfanı şaşırtmış ve hakkıyla "Bediüzzaman" ünvan-ı celîlini bahşettirmiştir.” denmektedir.

Bütün bunlardan anlamamız gereken, feraset sahibi olmak, insanlar arasında ayrıcalıklı olmak demektir. Bu özellik, tamamen Allah’ın bir ihsanı ve ikramı olarak görülmelidir. Elbette bu ikrama layık olabilmek için de insanın bir şeyler yapması gerektiği ortaya çıkmaktadır.

Feraset  sahibi bir mü’min olmamız duasıyla.

mfutkan@risalehaber.com

 

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.