Eşyanın yüzleri ve Cern'in yüzleri

Caner KUTLU

Tarihin tozlu sayfalarında nefret, intikam ve hesaplaşma devşiren Ebu Heysem'in, Harizmi’nin, Endülüs'ün torunları arınmanın kıvranımlarını yaşarken, Kurtuba'nın şaşkın Avrupalı’ları, bugünün meraklı bakışları, Cern'de büyük gerçekleri en küçük bir mekanda, eşyanın diplerinde arayışlarını sürdürüyor.

Evren, elbette kendinde kendini arayayanlara cömert davranıyor, büyük sanatın içinde yolculuk edenlere rehberlik etmekten gocunmuyor. Hakikat ararken eline batıl da gelse ısrarla isteyenler bir keşfe medar olabiliyor.

Kainat sergisine gelen meraklılar için mutlaka bir cevap bulunuyor. Soruların cazibesi cevapların sırlarını açabiliyor. Neyi soruyorsa merakla onun cevabına (tutamasa da) yaklaşabiliyor.

Meraklı yolcu merakına engel olamadığı için her şeyi bir şeyde istiyor. Her şeyi onda sorup öğrenmek istiyor. Bu nedenle her şeydeki bir şeye, en başa, tek bir noktaya dönmeyi istiyor. Nasıl, niye, kim, nereden soruları ile bir büyük kapıyı çalıyor.

Kâh bir bilimci, kâh bir alim, ya da derviş, kâh bir seyyah olarak sorularıyla eşyayı terletiyor.

Buldukça terk ediyor, terk ettikçe terki de terk ediyor.
Her geldiği yerden terk ederek çıkıyor, her terkte yenisine yaklaşıyor.

Bir anda görünüyor bu görünmek binlerce neticeyi veriyor. Sonra ‘gayb’a gidiyor; bir siyahlığın, bizim için ‘kara’ görünen bir anlamın kucağına; bizim için görünecek tarihin bir parçası, kaybolarak tarihsizliğin bir anlamını bularak çıkmayı umut ederek...

Zaman içinde bir sürecin parçası olurken, zamanın dışında nihayetsiz yüzlere kavuşuyor.

Aynanın iki yüzü gibi, bir yüzü parlak ve iç içe sonsuz, bizce sanal, manalardan suretler giyerken; mülke bakan, bizce reel olan suretiyle zamanı ve tarihi parçalıyor, bir anına konuyor.

Aynanın mat yüzüyle diğerine bir suret olarak intikal ediyor, çoğalan manaların sayılamayacak çoklukta yaratılmasının anlatıldığı bir kitabin kapağı olarak kalıyor.

Biz onu oradan tanımaya başlıyoruz.

Bir varken birden yokluğu ile sınırsız varlığı kazanmasını takip ederek, her bir yeni suretinde bir anlamı yakalıyor, buradan seyrin derecesine, bakışın derinliğine göre, açılan pencerelerin sayısına bağlı olarak aynanın içindeki mülk suretindeki üç, zamanla birlikte dört boyutu aşıp; belki ilk yaratıldığındaki dokuz, zamanla birlikte on boyutu da geçerek, yaratmanın ardındaki mana-i hakikiyi, şeriatın içindeki hakikati, münezzeh ve mücerred olan büyük iman sahrasında bulabiliyoruz.

Bu büyük sahranın her nefes alışımızla içimize kattığı ‘muhabbetullah’ı derinden soluyarak kalbimizdeki gayba açılan siyah perdenin ardındaki Zat’ı (cc), tarih içinde, dağın üzerine düşen en büyük hakikatin bilinci alması, varlığını söndürmesi gibi bir halet-i ruhiye ile seyretmemizi ve varlığın ve masivanın birlikte yanıp kül olacağı, ‘pure’ hakikate bindirilerek, ama öncesinde kalbin ve perdelerinin yıkanması ile hazırlanılacak en büyük buluşmaya, Zat'ın huzuruna alınmaya, hem tarih içinde hem de gayb içinde perdesiz buluşmanın ayak izlerini bularak, büyük insanlığa (insaniyet-i kübra) katılabilmeyi umut ederek yol alıyor, yol veriyoruz.

Cern'deki Atlas deneyi'ne ehli imanın karşı olması veya ‘yaratılışı kurcalamak olarak görmesi’ ifadesi bu yüzden büyük bir iftiradır.

Yaratılışı seyretmek, keşfetmek ve dokunabilmeyi istemek (yaradılışa dokunmak) ehli imanın 'temaşa' zorunluluğunun bir sonucu olarak görülmelidir.

Kimi Müslümanların ilgisizliği olsa olsa yüzyıllardır aşamadıkları uyuşukluklarından ötürüdür.

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.