Esbaba güvenmek ve Müessir-i Hakiki

Baki ÇİMİÇ

Sebeplerin tesiri olmadığını, sebeplerin ancak ve ancak kudretin perdeleri ve ilanatçıları olduklarını biliyoruz. Eğer bizler Allah’tan değil, sebeplerden netice beklemeye yönelirsek bunun bizlere bir ceza olarak döneceğine dair bir kıssa ile devam edelim.

Biliyorsunuz ki Kur’an’da Kıssa-i Yusuf (as)’un durumu bizlere bildirilir. Kısaca bu kıssayı hatırlayacak olursak sebeplere teşebbüsün ilerisinde sebeplerden yardım beklemenin hatalı olacağını göreceğiz. Hz.Yusuf (as) kardeşleri tarafından kuyuya atılır. Sonra kuyudan çıkarılarak Mısır’a götürülür ve köle olarak satılır. Bir iftira ile zindana düşer. Zindanda beraber kaldığı arkadaşının (hükümdarın şerbetçisi ve ekmekçisi iki gencin) rüyasını tabir eder ve şerbetçinin buradan kurtulacağını, hatta çıktığında görevini tekrar alacağını, ekmekçinin ise asılacağını söyler. Tabi ki rüya doğru çıkar ve gençler zindandan kurtulur. Yusuf (as) şerbetçiye “Sizinle beraber epey yaşadık. Ve benim halimi biliyorsunuz. Beni hükümdarın yanında zikret, masum olduğun halde hapsimin uzadığını anlat” der (Yusuf suresi:42). Şerbetçi genç, sarayın depdebesine kapılır ve şeytan kendisine Hz.Yusuf'u (as) efendisinin yanında anmayı, onun kurtulması için ricada bulunmayı unutturur.

Bu yüzden de Hz.Yusuf (as), Allah’tan başkasından yardım istediği için, beş seneden sonra yedi sene daha zindanda kalarak bu unutmasının keffaratını öder. Şerbetçiye “Beni efendinin yanında zikret” dediği zaman yedi sene unutulması çok hikmetlidir. Hz.Yusuf'un (as) aciz bir insandan yardım talebine, Rabbinden bir anlık gafleti sebep olmuştur.

İşte burada çok ince dersler var. Esbaba teşebbüsün, güvenmenin ve esbaptan netice beklemenin zahir hata olduğu ve Allah tarafından razı olunmayan davranış olduğu anlaşılır. Çünkü bir hikmete binaen Yusuf (as) Yüce Allah’tan kurtarılmayı beklemeyi değil insanlardan kurtarılmayı beklemiştir. Bunun neticesi olarak da yedi sene daha fazla zindanda kalarak unutulmuştur. Yedi sene sonra ise kral bir rüya görmüş ve o zaman genç şerbetçi Yusuf'u (as) hatırlamış ve Yusuf (as) zindandan kurtulmuştur.

İşte sebeplere tesir vermek ve sebeplerden netice beklemenin neticesinde gelen bir ibret dersini Kur’an bizlere her hali hikmetli olan peygamberlerin hayatı ile anlatmaktadır. Zindanlar ne kadar derin ve karanlık olursa olsun bizlere zarar veremez. Yeter ki bizler Rabbimizin razı olmayacağı duruşlar yapmayalım. Bizlere bu sosyal ve siyasi karanlıklar ve zindanlar zarar veremez. Yeter ki sebeplere tesir vermeyelim. Çünkü “Evet, izzet ve azamet ister ki, esbab perdedar-ı dest-i kudret ola aklın nazarında. Tevhid ve celâl ister ki, esbab ellerini çeksinler tesir-i hakikîden. (Mesnevî-i Nuriye, 2006-s:20 )

Sebeplerin bizlere zarar veremeyeceğine yine Kur'anî kıssalardan Hz.İbrahim (as) ve Hz.İsmail (as) kıssaları ile devam edelim. Hadise-i âlemdeki yaşanan olaylara birde bu boyuttan mana-i harfi ile bakmaya çalışalım.

Malumunuzdur ki Hz.İbrahim(as)’ı Nemrut ateşe atmak için gerekli hazırlıklarını yapar ve Hz.İbrahim(as)'i yakmak ister. Tam da Hz.İbrahim(as)'i ateşe atacağı esnada Yüce Allah(cc) Cebrail'i Hz.İbrahim(as)'ın yanına gönderir ki;”Git kulum İbrahim'e söyle bir isteği var mı?” diye. Cebrail gelir ve bu soruyu Hz.İbrahim(as)'e sorar. Hz.İbrahim(as) ön şartsız iman ettiği için "Hasbinallahu venimel vekil." cevabını verir. Çünkü O biliyordur ki Rabbi onu koruyacaktır. Nemrut’un ateşi O’nu yakmayacaktır. Çünkü hakiki imanı bu şekilde ön şart koymadan inanmayı zaruri kılmaktadır.

Bu asrın inananlarına çok ders yüklüdür bu duruş. Bizler olsak belki de "Ben bu ateşin içinde ne yaparım, Allah beni bu ateşten kurtarsın, bu zulme ben dayanamam gibi ön şartları sıralayabilirdik. Tabiî ki Hz.İbrahim(as)'in bu teslimiyette olduğunu bilemeyen Nemrut O'nu ateşe atar. Ancak ateş de emir altında yaktığı için Yüce Rabbimiz ateşe "Ey ateş, kulum İbrahim’e karşı serin ve selametli ol." emrini verir. İşte bütün sır buradadır. Ateş de bir sebeptir. Ancak ve ancak emir altında yakar ve yine emir ile yakmaz. O zaman sebeplerin bir tesiri yoktur.

Bizler de Hz.İbrahim(as) gibi duruş yapar ve iman edersek bu asrın fitne ateşleri bizleri de yakmaz ve bizlere zarar veremez. Esas zarar, zarar verir vehmi ve vesvesesidir. İşte böyle bir imtihandan geçiyoruz. Şeytan ve nefiste bu arada vazifesini daha fazla yapacaktır. Bu ateş size dokunur vesvesesi.

Şimdi hep birlikte İbrahimî duruşlar yapmak zorundayız. Eğer yapamazsak bu fitne ve asrın Nemrutlarının ateşi o zaman bizlere zarar verebilir. Çünkü bu dünya imtihan dünyasıdır. Akla kapı açılır irade elden alınmaz.

Aynı hikmetli duruşu Hz.İsmail(as)'ın hayatından da okuyabiliriz. Kesen bıçak İsmailî bir iman ve duruşla Hz.İsmail(as)'i kesmez. Hâlbuki zahirde bıçağın kesmesi gerekirdi. Ancak hakikatte bıçakta emir ile keser. Bu asrın fitne bıçakları da İsmailî iman ve duruş yapanları kesemez. Keser zannına kapılmak mana-i harfî bakıştan esbaba tesir verir durumuna düşmektir. Allah korusun bu duruş bizlere zarar dokundurur.

Şimdi geniş dairelerdeki boğuşmalardan dolayı dinimize ve bizlere zarar gelir diye endişe etmeye gerek yoktur. Ancak bir şartla ki İbrahimî ve İsmailî duruşlardan sonra. Çıkış yolu ve kurtuluş bu duruşlardadır.Allah'ı razı edecek duruşlar yaptıktan sonra esbabın bizlere zarar veremeyeceği ile ilgili Üstad Bediüzzaman Said Nursi'nin hayatından da bazı anekdotlar aktaralım.

Hepimizin bildiği gibi Bediüzzaman Hazretleri Kosturma'da esarette iken Çarın yeğeni olan Nikola Nikolaviç esir kampını ziyarete gelir. Bütün esirler ayağa kalkar ancak Bediüzzaman ayağa kalkmaz. Niçin kalkmadığı sorulduğunda "Ben bir Müslüman âlimiyim. Bir kâfire ayağa kalkmam."der. Çünkü ilmin izzeti Bediüzzaman’a böyle bir duruş yaptırır. Bediüzzaman’ın bu duruşu İbrahimî ve İsmailî bir duruştur ve Allah bu duruştan razıdır. Bunu Bediüzzaman bütün imanı ile bilmektedir. Çünkü "iman tevhidi, tevhid teslimi, tesilim tevekkülü ve tevekkül ise saadet-i dareyni iktiza eder."

İşte bu duruştan ve rıza makamına ulaşıldıktan sonra Rus komutanının idam emri verilir. Ancak Rus komutanı bilmezdi ki kendi kalbi de Allah'ın elindedir. Yüce Allah razı olduğu bir duruşun neticesinde elbette ki insan olan sebeplerin tesir edemeyeceğini gösterecekti ve gösterdi. O zalim komutanın kalbi yumuşatıldı ve idamdan vazgeçildi. Hatta Bediüzzman'dan özür dilendi. Demek rıza makamındaki duruşların da bu zamanımızda numunelerinin var olduğunu görüyoruz.

Hatta zehir insanı öldürürken yirmi bir kez zehirlenen Bediüzzaman’a bir şey yapmamıştır.  Zehir de Allah’ın emri ile zehirlemektedir. Çünkü zehirde sebep zehirleyenler de sebeptir. O zaman sebeplerin tesiri olmadığını esbap perdesi arkasında Müessir-i Hakiki olan Rabbimizin tasarrufu olduğunu görmeliyiz.

baki@risalehaber.com

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.