Erzincan gezisi ve Veladet-i Nebi (asm) Sergisi

Habibi Nacar YILMAZ

Erzincan memleketimize yakın olduğu, Trabzon'a da çok uzak olmadığı halde, pek gidip geldiğim vilayetlerimizden değildi. Bundan on yıl kadar önce, bir grup öğretmen arkadaşla bir okuma programı için on gün kadar kalmıştık sadece. Bu sefer de Osmanlı devrinden Cumhuriyet Türkiye'sine intikal eden, dünyaca meşhur, reis-ül hattatîn merhum Hamid el Âmidinin talebesi (belki de son talebelerinden) üstadı da ziyaret etmiş Re'fet Kavukçu abimizin çizimlerinin de yer aldığı Peygamber Efendimizin (ASM) dünyaya teşrif yıldönümüne denk getirilen sergiyi gezmek maksadıyla, beş kardeşle Erzincan'ı ziyaret ettik. 

Ulaşmamızın hemen sonrasında, serginin yer aldığı merkeze gittiğimizde, eski(mez) dostlarla karşılaşmamız ilk sevincimiz oldu. Başta Refet abi yıllardan beri görme imkânımız olmadığı abi ve kardeşlerle, çay eşliğinde hasret giderip mâziyi anarak hatıralarımızı tazeledik. Devam eden hizmet haberleri şevkimizi; ebedî âleme göç haberleri aldığımız ağabey ve kardeşler ise, hüznümüzü arttırdı. Erzincan'a pek gidememiştik ama orda bulunan kardeşler ve abiler sanki yıllarca orada kalmışız gibi, bize acemilik yaşatmadılar maşallah. Akşam ise, sergiyi de o isimle düzenledikleri Zübeyir Gündüzalp Vakfı'nın 1994'te inşa edilen güzel binasına, hem ikâmet hem de ders için vasıl olduk.

Hem Refet abinin yakın dostu hem de hizmetlerin görünen yüzlerinden ismen ve şahsen aşina olduğumuz emekli öğretmen ve gayretli insan İsmet Yıldırım hocamız ve İnşaat Muhendisi Ahmet Canpolat abimiz, akşam ders için bizden söz almıştı. Derste ise, Erzincan mukimlerinin yanında, İstanbul ve Ankara'dan hizmetin çok değerli, kadîm ve eskimez yüzleri vardı. Ders yaparken, az dikkatle fark ettiğimiz Muhsin Demirel benim için gecenin en güzel sürprizi oldu. Neyse kürsüye oturmuşken dersi bitirdik. Ama Muhsin abinin İkinci dersi benim için çok istifadeli oldu. Özellikle Eski Said'in Yeni Said'e inkılâp zamanı olan esaret dönüşü İstanbul hayatını tafsilatlı anlatması ve Mesnevi'nin beş noktalı mukaddemesini okumasını, tekrar dinlemek isterim. Geniş ve müdellel izahları, bizleri ziyadesiyle memnun etti.

O gece geç saatlere kadar İsmail Yazıcı abi ve diğer kardeşlerle sohbetimiz, unutulmaz hatıraların sahnesi olmuştu. Konya'dan merhum Mustafa Özsoy abinin mahdumu Abdulkadir Özsoy ile eski Konya hizmetlerini, merhum babası ile olan hatıralarımızı yâd ettik. Eski dost ve günleri hasretle yâd etmemiz, dostlarımızı her daim dualarımızda hatırlamamız, bizler için bir vecibedir diye düşünenlerdeniz. Dost TV yapımcısı Muhammed kardeş ile televizyon programlarını, Ankara hizmet haberlerini müzakere ettik. Daha doğrusu merak ettiklerimizi öğrendik.

Ertesi gün, Refet abinin resim atölyesini de gezdik. Refet abi her gün, öğleden sonra bir binanın beşinci  katındaki bu atölyeye geliyor; hem yapabildiği kadar çalışmalarını yapıyor, hem de ziyaretçilerin suallerine muhatap oluyordu. Anladığım kadarıyla mekânın hizmetini Hasan abimiz, Refet abinin hizmetini ise, vefakâr mahdumu Ahmet kardeş ifâ ediyordu. Hasan kardeşin verdiği bilgiye ve oradaki hatıra defterinden anladığıma göre, epeyce devlet ricali ve siyasî Refet abi ve mekânı ziyaret etmiş. 

Hem Üstad hem de Nur menzillerinin çizilen tüm resimlerini inceledik. Kartpostal niteliğinde ya da daha büyük ebadda malzemeleri temin etmek de mümkün. Hatta istenilirse, istenilen ebatta basıp gönderme işlemini de yapabiliyorlarmış.

Kısa süren bu Erzincan ziyaretimiz, yolumuzun üzerindeki Kelkit ilçesi ve Gümüşhane dershanelerine uğramamıza da vesile olmuştu. Bu da bu yolculuğunuzun hem semeredâr hem de kendi açımdan feyizli kılmıştı.

Sergide, Refet abinin risalelerden aldığı parçaların muhtevasına göre çizdiği resimler sergileniyordu. İnsanların, okuduklarından çok gördüklerinden etkilendikleri mâlum. Yani yeni tâbiri ile eğitimde görsellik daha müessir. Onun için metnin, metne münasip resimlerle, fotoğraflarla daha görünür, bilinir ve câzip kılınması güzel olmuş. Resmi metinle birlikte yorumlarken, hem göz hem de akıl birlikte çalışıyor. Bu da daha kalıcı oluyor.

Sayamadığım epeyce resmin içinden bu yazının içinde yer verdiğimiz resim ve yazı üzerinde durmak istiyorum sadece. "Evet şöyle müzeyyen bir kâinatın öyle mukaddes Sâni'ine böyle bir Resul-i Ekrem, ışık şemse lüzumu derecesinde elzemdir." cümlesi, çeşitli resim ve fotoğraflarla daha görülür şekle getirilmiş. Fotoğraf ve resimler sanki bu mânayı akla getiriyor. Yani bu kadar süslü, hikmetli ve mucizelerle dolu kâinatın yaratıcısı, tanzim edeni elbette kendi sanatını, güzelliğini gösterdiği gibi; bu güzellikler ve mucizelerin neye işaret ettiklerini de bir tanıtıcı ile bildirecektir. Yani bir sarayın tarif edeni o sarayda gezme ve konaklama âdabını gösteren talimatnamesi olmadan olur mu? Bu antika sanatlar, harika süslemeler, hayret ve muhabbetle seyrettiğimiz değişim ve işleyişler kimin maharetiyle oluyor? Bu kadar süslemeleri kim yapıp basit bir topraktan sayısızca boya çeşidi çıkarıyor. Daha da önemlisi, bu saraya gelenler nereden ve kim tarafından gönderiliyor? Bu şehri belki yüz defa mezaristana boşaltan ölüm sevkiyatı nereye, hangi tarafa yapılıyor? Kâinat sarayında en küçüğünden en büyüğüne hükmeden muntazam değişimler ve dönüşümlerin, bizi hiç sarsmadan devam eden yolculuğumuzun anlâmı nedir? Bu yolculuğun sükunet içinde devam etmesi için, nelere dikkat edecek, neyi yapıp nelerden, niçin kaçacağız? Bu gelen ve saniyeden asırlara kadar değişik zaman dilimlerinde görünen ve kaybolan güzellikler, mükemmellikler hangi güzelden ve mükemmelden geliyor? bütün bu suallerin özeti sayılabilecek "Necisin, nereden geliyorsun, nereye gidiyorsun?" suallerinin cevabını kim verecek? Bütün bu suallerin cevapsız kalması, güneşin ışıksız kalması anlamına geliyor. Bu mümkün mü? Güneş kelimesini duyunca, aklımıza ilk ne gelir? Artık bu güneşin ışığı da var mı, diye sorar mıyız? Sormayız. Ne için? Çünkü güneş varsa, ışığı da vardır mutlaka. Öyleyse Allah da peygamber göndermeden, kendini tanıtmadan olmaz. Bize âlemi ve bizi yaratma gayesini bildirmeden olmaz.

Bu bir ispat şeklidir. Üstad bu tarza, çeşitli risalelerde yer veriyor. "Cenab-ı Hakk'a iman eden, elbette O'na itaat edecek."cümlesiyle; "Eğer Allah'a muhabbetiniz varsa, habiballaha ittiba edilecek, ittiba edilmezse, netice veriyor ki Allah'a muhabbetiniz yoktur." cümleleri de bu tarza örnek olabilir. Yine Haşir Risalesi'nde "Madem dünya var, elbette dünyanın vücudu gibi kati olarak ahiret de var." cümleleri bu kesinliktedir. Dünyanın olup ahiretin olmaması olur mu? Allah'a iman edip itaat olmaması mümkün mü? Bu kadar süslü, sanat eserleriyle adeta sanatı ile konuşan bir Zât, lisanı ile kendini tanıtıp maksadını bildirmez mi? Bu da ancak peygamberlerle mümkündür. 

Üstad birçok derin meseleyi güneş örneği ile çözdüğü gibi, bu meseleyi de "Güneş varsa, ışığı olmamak olmaz, öyle de şu kâinatın her türlü noksandan uzak Sanatkârı da peygamber göndermeden olmaz." misaliyle anlatıyor. Nübüvvet hakikatini, hususen Peygamber Aleyhisselatu Vesselam Efendimizin zaruretini, en kısa ve daha güzel nasıl anlatabiliriz ki?

Evet dostlar, bir gezi, gezideki intibalar ve buna vesile olan bir sergiden yakalanan duygu ve düşünceler bunlar oldu. Bu gezimizle "irtibatta ifrat" tavsiyesinin faydalarını bir kez daha müşahede etmiştik böylece.

Selam ve dua ile.

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.