(Said Nursi’nin Kader Risalesi’nin Şerhi)[1]
İnsan iradesi, hakikat noktasında bir bebek; kader ise, insan iradesini emziren bir annedir. Bu derin ve çok kapsamlı meseleyi Said Nursi Kader Risalesi’nde irade-kader ilişkisine ayırdığı bölümde işler.
2. Mebhas: Bu bölümde Said Nursi insandaki cüz’-ü ihtiyari hakikatini, onun görünme şeklini ve işleme sistematiğini ele alıyor. Bediüzzaman başta bizi uyarıyor, “Bu bölüm bir ilmî tedkiktir.” Tahkik bir şin hakikatine, tedkik ise o işin sırlarına kadar insanı ulaştırdığından dolayı bu 2. Mebhas’ta kadere ait sırlar işin içinde bulunuyor diye Said Nursi bizi ikaz ediyor. Hakikate ermek zordur; sırlara ermek ise, zordan daha zordur. Bu açıdan bu kısmın anlaşılması okuyucuya zor gelebilir. Bu, normal bir durumdur. Açıklamalar yaparak meseleyi zihinlere ve duygulara yaklaştırmak istiyorum. Bediüzzaman 7 vecihle kader ile cüz’-ü ihtiyarî meselesinin bağdaşmasını çözümlüyor.
İnsan İradesinin Varlığına Dair Tahliller
1. Vecih: Elbette kâinatın intizam ve mizan lisanıyla hikmet ve adaletine şehadet ettiği bir Âdil-i Hakîm, insan için medar-ı sevap ve ikab olacak, mahiyeti meçhul bir cüz-ü ihtiyarî vermiştir. O Âdil-i Hakîmin pek çok hikmetini bilmediğimiz gibi, şu cüz-ü ihtiyarînin kaderle nasıl tevfik edildiğini bilmediğimiz, olmamasına delâlet etmez.
Bu adımda Said Nursi, cüz’-ü ihtiyarînin mahiyetini bilmediğimiz ama varlığından emin olduğumuz bir şey olduğunu vurguluyor. Mahiyeti bilinmeyince, kader ile bağlantısının kurulmasının da çözümü zorlaşıyor. Farz-ı muhal hiçbir zaman, kader ile uyuşmasını hiç kimse çözemese dahi İlâhî adalet ve hikmet gereği, kişinin ihtiyar ve iradesi onu mes’ul edecek ve ona mükâfât kazandırabilecek bir yapıda kader-ihtiyar bağdaşması gerekir. Aksi takdirde, insan belirli bir şıkkı seçmek zorunda bırakılsa, tercih serbestiyeti azaldığı ve yok olduğu zaman mes’uliyet de ortadan kalkar. O vakit işlenen bir suç, cezayı hak edemez. Kul, hür olmalı; istediğini zor da olsa yapabilmeli; istemediğini çok cazip de gelse reddedebilmeli ki, kulun ihtiyar ve iradesi görünsün ve derecesine göre mes’ul olsun.
2. Vecih: Bizzarure, herkes kendisinde bir ihtiyar hisseder, o ihtiyarın vücudunu vicdanen bilir. Mevcudatın mahiyetini bilmek ayrıdır, vücudunu bilmek ayrıdır. Çok şeyler var, vücudu bizce bedihî olduğu halde, mahiyeti bizce meçhul... İşte, şu cüz-ü ihtiyarî, öyleler sırasına girebilir. Her şey malûmatımıza münhasır değildir. Adem-i ilmimiz, onun ademine delâlet etmez.
İradenin varlığını biz insanlar, hissen biliriz. Yani irademizin varlığını hissederiz. Vicdanımızda, irademizin varlığını, yaptığı tercihler ile rahatça fark ederiz. Mahiyetini bilmiyoruz ama varlığından hakka’l-yakîn eminiz. Aynen aklımız, gönlümüz, ruhumuz gibi… İradenin mahiyetini, Allah bilir ve bildirdiği kişiler de bilebilir. Hemen hemen insanların tamamı bilmiyor. Biz bilmesek de, onun bir mahiyeti vardır.
İnsan İradesi ve Kader Uyuşması
3. Vecih: Cüz-ü ihtiyarî, kadere münâfi değil. Belki kader, ihtiyarı teyideder. Çünkü, kader, ilm-i İlâhînin bir nev'idir. İlm-i İlâhî, ihtiyarımıza taallûk etmiş. Öyle ise ihtiyarı teyid ediyor, iptal etmiyor.
Cüz’-ü ihtiyarî, irade sıfatı ile ilgili; kader ise, ilim sıfatı ile ilgili… Aslında sahaları ayrı… Biz kendi ilmimizi, Kader ile karşılaştırabiliriz. “Kadere rağmen biz nasıl bilebiliyoruz? Allah’ın ilim ve takdirinden başka bir ilim olabilir mi?” diye düşünülse daha tutarlı olurdu. Veya “İlâhî İrade mutlak iken, nasıl bir kulda irade ve ihtiyar olabilir?” şeklinde sorgulanabilir ve araştırılsa daha makul olur. Kader, ilim nev’inden birisi… Yani bir çeşit bilme… İlim sıfatı, kalıp çizer; kudret sıfatı ise kalıplara dayanarak nesneleri yapar. Bu manada kader, bir çizim ve bir geometridir; çok ince hesaplarla bir nesneyi hazırlama ve bir plandır. Cansızlarda, irade sahibi olmayan canlılarda ve kâinattaki İlahî düzene muhalif hareket edemeyen nesnelerde, doğrudan doğruya takdir-i İlâhî, İlm-i İlâhiyeye dayanır. Fakat dünyada imtihan olan insan, cin, melek, şeytan gibiler şuur ve irade sahiplerinde; özellikle insan ve cinlerde, günah ve isyan edebilme yönü de bulunduğundan, eğer onların irade serbestiyeti olmasa, imtihan olamazlar. O vakit kaderin Kendine göre yazdıklarını fiilen yaşarlar. Bu durumda Cehennem denilen hapishane, adalet ve rahmet hakikatleri gereği iptal olur. Cebriye mezhebi bunu savunur.
Kulun iradesi, yaratıcı derecede etkili değildir. Bu manada ne hayrı ne şerri o yaratır; fakat İlahî İrade kul iradesinin tam mükellefiyeti görünebilecek şekilde bir serbestiyet tanıyarak, kulların iradî tercihlerini fiilleriyle yazar. Onların ihtiyarî tercihlerini hafızalarında, yaydıkları sinyallerle kâinatta ve manevi âlemlerde kaydeder. Hiçbir aklı başında kişi “Benim iradem yok” diyemeyecek şekilde bir irade hürriyetini insanlarda görebiliyoruz. Hayatının belli bir döneminde isyan ve günahın dibine batan ve sonrasında ibadet ve sevabın zirvesinde bir hayatı yaşayan tövbeci insanlarda, iradenin varlığı ve etkinliği güneş gibi parlak ve açık görünüyor. Bütün serbestiyetiyle… Dünün eşkıyası, bugün evliyası, yarının asfiyası dedirtecek derecede… Bu manada İlâhî takdir, şuur ve irade sahiplerine, onların tercih edebilecekleri, yapabilecekleri bütün her şeyi hesap ederek bir kader defteri yazıyor. Canlılardaki DNA, Kader’in İmam-ı Mübin denilen defteri ve RNA ise, Kazâ’nın Kitab-ı Mübin denilen divanıdır.
İmam-ı Mübîn, apaçık manevi önder ve rehber demektir. İmam-ı Mübîn tamamen İlahî takdir kalemiyle yazılmış, kulu hayra sevk eden bir rehberdir. Fakat insanlar genetik yapılarını reddederek veya ona zıt hareket ederek, Allah’ın o genetik yapıya koyduğu potansiyel yetenekleri kilitleyebiliyor. İşte küfür, bu potansiyeli reddetmek; fısk ise, bu potansiyel yeteneğin manyetik kabuğunu kırıp onu israf etmektir. Yanlış işlerde kullanarak...
Devam edecek
[1] Bu yazı bir mahkumun talebi üzerine hazırlandığı için sohbet ve karşılıklı konuşma üslubundadır. Okuyucunun bunu nazar-ı dikkate almasını istirham ederim. Bu yazı sadece Kader Risalesi’nden 2. Mebhas’ın izahıdır. Önce ilgili metni aktarmak sonra izahını yapmak istiyorum. Ta ki eksik anlatımlar okuyucuyu mahrum etmesin ve okuyucu yazarla doğrudan da muhatap olsun.