İrade Hürriyeti, Mutluluk ve Kader

Erdem AKÇA

(Said Nursi’nin Kader Risalesi’nin Şerhi)[1]

3. Mebhas: Kadere îmân, îmânın erkânındandır. Yâni: “Herşey, Cenâb-ı Hakk’ın takdiriyledir.” Kadere delâil-i kat’iyye (kesin deliller) o kadar çoktur ki, hadd ü hesaba gelmez. Biz, basit ve zâhir bir tarz ile şu rükn-ü îmânîyi, ne derece kuvvetli ve geniş olduğunu, bir mukaddeme ile göstereceğiz.

Mukaddeme: Herşey vücûdundan evvel ve vücûdundan sonra yazıldığını

gibi, pekçok âyât-ı Kur’aniyye tasrih ediyor (açıklıyor) ve şu kâinat denilen, kudretin Kur’an-ı kebirinin âyâtı dahi şu hükm-ü Kur’anîyi, nizâm ve mizan ve intizâm ve tasvir ve tezyin ve imtiyaz gibi âyât-ı tekviniyyesiyle tasdik ediyor. Evet, şu kâinat kitabının manzum (şiir gibi düzenli) mektûbâtı ve mevzun (ölçülü) âyâtı şehadet eder ki, herşey yazılıdır. Amma, vücûdundan evvel herşey mukadder ve yazılı olduğuna delil, bütün mebâdi ve çekirdekler ve mekadîr ve sûretler, birer şahiddir. Zira, herbir tohum ve çekirdekler, “Kâf-Nun” tezgâhından çıkan birer lâtif sandukçadır ki, kaderle tersim edilen bir fihristecik, ona tevdi edilmiştir ki, kudret, o kaderin hendesesine göre zerratı istihdam edip, o tohumcuklar üstünde koca mu’cizât-ı kudreti bina ediyor. Demek, bütün ağacın başına gelecek; bütün vâkıatı ile çekirdeğinde yazılı hükmündedir. Zira tohumlar maddeten basittir, birbirinin aynıdır, maddeten birşey yoktur. Hem, herşeyin miktar-ı muntazaması, kaderi vâzıhan (açıkça) gösterir. Evet, hangi zîhayata (canlıya) bakılsa görünüyor ki, gayet hikmetli ve san’atlı bir kalıbdan çıkmış gibi, bir mikdar, bir şekil var ki; o mikdarı, o sûreti, o şekli almak; ya, hârika ve nihayet derecede eğri büğrü maddî bir kalıp bulunmalı veyahut kaderden gelen mevzun, ilmî bir kalıb-ı ma’nevî ile kudret-i ezeliyye, o sûreti, o şekli biçip giydiriyor.

Meselâ: Sen, şu ağaca, şu hayvana dikkat ile bak ki; câmid (ölü), sağır, kör, şuursuz, birbirinin misli olan zerreler, onun neşv ü nemasında (büyüyüp gelişmesinde) hareket eder. Bâzı eğri büğrü hudutlarda, meyve ve faidelerin yerini tanır, görür, bilir gibi durur, tevakkuf eder (durur). Sonra, başka bir yerde, büyük bir gayeyi tâkib eder gibi yolunu değiştirir. Demek kaderden gelen mikdar-ı ma’nevînin ve o mikdarın emr-i ma’nevîsiyle zerreler hareket ederler. Mâdem, maddî ve görünecek eşyada bu derece kaderin tecelliyatı var. Elbette eşyanın mürur-u zamanla (zamanaşımıyla) giydikleri sûretler ve ettikleri harekât ile hasıl olan vaziyetler dahi, bir intizâm-ı kadere tâbidir. Evet, bir çekirdekte, hem bedihî olarak, irade ve evâmir-i tekviniyyenin (yaratma emirlerinin) ünvanı olan “Kitab-ı Mübîn”den haber veren ve işaret eden, hem nazarî olarak emir ve ilm-i İlâhînin bir ünvanı olan “İmam-ı Mübîn”den haber veren ve remzeden iki kader tecellisi var.

Bedihî kader ise, o çekirdeğin tazammun ettiği ağacın, maddî keyfiyat ve vaziyetleri ve heyetleridir ki, sonra göz ile görünecek.

Nazarî ise, o çekirdekte, ondan halkolunacak ağacın müddet-i hayatındaki geçireceği tavırlar, vaziyetler, şekiller, hareketler, tesbihatlardır ki, tarihçe-i hayat namıyla tâbir edilen vakit-bevakit değişen tavırlar, vaziyetler, şekiller, fiiller; o ağacın dalları, yaprakları gibi intizâmlı birer kaderî mikdarı vardır. Mâdem en âdi ve basit eşyada böyle kaderin tecellisi var. Elbette umum eşyanın vücûdundan evvel yazılı olduğunu ifade eder ve az bir dikkatle anlaşılır.

Şimdi; vücûdundan sonra herşeyin sergüzeşt-i hayatı (hayat macerasının) yazıldığına delil ise; âlemde “Kitab-ı Mübin” ve “İmam-ı Mübin”den haber veren bütün meyveler ve “Levh-i Mahfuz”dan haber veren ve işaret eden insândaki bütün kuvve-i hâfızalar (hafıza güçleri) birer şahiddir, birer emâredir.

Evet herbir meyve, bütün ağacın mukadderat-ı hayatı (hayata dair takdirler), onun kalbi hükmünde olan çekirdeğinde yazılıyor. İnsânın sergüzeşt-i hayatıyla beraber kısmen âlemin hâdisat-ı mâziyyesi, kuvve-i hâfızasında öyle bir sûrette yazılıyor ki, güya hardal küçüklüğünde bu kuvvecikte dest-i kudret, kalem-i kaderiyle insânın sahife-i a’mâlinden küçük bir sened istinsah ederek, insânın eline verip, dimağının cebine koymuş. Tâ, muhasebe vaktinde onunla hatırlatsın. Hem, tâ mutmain olsun ki; bu fena ve zeval herc ü mercinde beka için pek çok âyineler var ki, Kadîr-i Hakîm, zâillerin hüviyetlerini onlarda tersim edip ibka ediyor. Hem, beka için pek çok levhalar var ki, Hafîz-i Alîm, fânilerin mânâlarını onlarda yazıyor...

Elhasıl: Mâdem en basit ve en aşağı derece-i hayat olan nebâtat hayatı, bu derece kaderin nizâmına tabidir. Elbette en yüksek derece-i hayat olan hayat-ı insânîyye, bütün teferruatıyla kaderin mikyasıyla çizilmiştir ve kalemiyle yazılıyor. Evet, nasıl katreler, buluttan haber verir; reşhalar (sızıntılar) su menbaını gösterir; senedler, cüzdanlar, bir defter-i kebirin vücûduna işaret ederler. Öyle de: Şu meşhudumuz olan, zîhayatlardaki intizâm-ı maddî olan bedihî kader ve intizâm-ı ma’nevî ve hayatî olan nazarî kaderin reşhaları, katreleri, senedleri, cüzdanları hükmünde olan meyveler, nutfeler, tohumlar, çekirdekler, sûretler, şekiller; bilbedâhe “Kitab-ı Mübin” denilen irade ve evâmir-i tekviniyyenin defterini ve “İmam-ı Mübin” denilen ilm-i İlâhînin bir divanı olan Levh-i Mahfuz’u gösterir.

Netice-i meram: Mâdem bilmüşâhede görüyoruz ki, herbir zîhayatın neşv ü nema zamanında; zerreleri, eğri büğrü hudutlara gider, durur. Zerreler yolunu değiştirir. O hudutların nihayetlerinde birer hikmet, birer faide, birer maslahatı semere verirler. Bilbedâhe, o şeyin mikdar-ı sûrîsi, bir kader kalemiyle tersim edilmiştir. İşte: meşhud, bedihî kader, o zîhayatın ma’nevî hâlâtında dahi bir kader kalemiyle çizilmiş muntâzam meyvedâr hudutları, nihayetleri var olduğunu gösterir. Kudret masdardır, kader mistardır. Kudret; o maânî kitabını, o mistar üstünde yazar.

Mâdem maddî ve ma’nevî kader kalemiyle tersim edilmiş müsmir hudutlar, hikmetli nihayetler olduğunu kat’iyyen anlıyoruz. Elbette herbir zîhayatın müddet-i hayatında geçireceği ahvâl ve etvârı, o kaderin kalemiyle tersim edilmiş. Çünki: Sergüzeşt-i hayatı, bir intizâm ve mizan ile cereyan ediyor. Sûretler değiştiriyor, şekiller alıyor. Mâdem böyle umum zîhayatta kalem-i kader hükümrandır. Elbette âlemin en mükemmel meyvesi ve arzın halifesi ve emanet-i kübrânın hâmili olan insânın sergüzeşt-i hayatiyyesi, herşeyden ziyâde kaderin kanununa tâbidir.

Bu Mebhasta Said Nursi, her şeyin vücudundan evvel ve vücudundan sonra yazıldığına dair bir ön giriş yapıyor. Her ağaçtan önce, onun plan ve projesi manasında bir çekirdek ve içine ruh konulur. Bu ilmî ve sabit yapıya “Hakikat” deniliyor. Hakikatin, kudret ve irade ile birleşmiş haline ise “Hakk” adı verilir.

Devam edecek

[1] Bu yazı bir mahkumun talebi üzerine hazırlandığı için sohbet ve karşılıklı konuşma üslubundadır. Okuyucunun bunu nazar-ı dikkate almasını istirham ederim. Bu yazı sadece Kader Risalesi’nden 3 ve 4. Mebhas’ların izahlarıdır. Önce ilgili metni aktarmak sonra izahını yapmak istiyorum. Ta ki eksik anlatımlar okuyucuyu mahrum etmesin ve okuyucu yazarla doğrudan da muhatap olsun.

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.