Soru: Duanın temeli nedir? Niçin bu kadar önemli? Hem insan ne için davaya kapılıyor? Onu buna sevk eden unsur ne?
Cevap: Dua, bir çağrı, bir yalvarış ve yakarıştır; kudret ve ilim sahibinden talepte bulunmadır. Talepler temelde 2 şeye dayanır: a) Korunma eksenli olanlar. b) Beslenme eksenli olanlar... Bu 2 dua çeşidi de 2 ana hakikate dayanır: Acz ve Fakr... Acz, kudretin zıddıdır. Bu özelliğiyle acz, insanın bir şeyi yapabilme, var edebilme, ona hayat verebilme vs. bütün yapıcılıklar noktasında çaresiz kalması demektir. Fakr ise, gına (zenginlik) sıfatının zıddıdır. Bu özelliğiyle fakr, insanın kendi kendine yetersizliği, sonsuz ve sınırsız ihtiyaçlar içinde bulunması, bu ihtiyaçlarını kendi başına temin ve tatmin edememesi vasfıdır.
İnsanın ihtiyaçlarının büyüklüğü ve gücünün küçüklüğü, insandaki acz ve fakrı mutlak hale getiriyor. İnsanın ihtiyaçlarının en küçüklerinden biri olan bir buğday tanesi ve bir zeytinin şu an avucunda var olabilmesi için gökyüzü ve havanın, bulut ve yağmurun, toprağın ve derinliklerinin, maden ve minerallerin, akarsuyun ve denizlerin, güneşin ve ışığının, hem o zeytin ve buğdayın bütün ecdadının yüz milyonlar yıl boyunca yaşamasının ve kesintisiz neslinin devamının aklen ve biyolojik açıdan zorunluluğu nazara alınırsa hakka’l-yakîn bir kanaat hasıl olur ki, insanın aczi, bütün zaman ve mekanları içine alır. Hem insanın ihtiyaçları bütün geçmiş-gelecek zamanları kuşatır. Bu misalin gösterdiği pencere insanın istifade ettiği her bir şey için de geçerlidir. İnsanın dua çapını Üstad Bediüzzaman şöyle ifade eder: “İnsan kâinatın ekser envaına muhtaçtır ve alâkadardır. İhtiyacâtı âlemin her tarafına dağılmış; arzuları ebede kadar uzanmış. Bir çiçeği istediği gibi, koca bir baharı da ister. Bir bahçeyi arzu ettiği gibi, ebedî Cenneti de arzu eder. Bir dostunu görmeye müştak olduğu gibi, Cemil-i Zü’l-Celali de görmeye müştaktır. Başka bir menzilde duran bir sevdiğini ziyaret etmek için o menzilin kapısını açmaya muhtaç olduğu gibi, berzaha göçmüş yüzde doksan dokuz ahbabını ziyaret etmek ve firak-ı ebedîden (sonsuz ayrılıktan) kurtulmak için, koca dünyanın kapısını kapayacak ve bir mahşer-i acaib (sıradışı işlerin toplandığı yer) olan Âhiret kapısını açacak, dünyayı kaldırıp Ahireti kuracak ve koyacak bir Kadir-i Mutlak’ın dergahına ilticaya muhtaçtır. ”[1]
Beslenme ihtiyaçlarının çapı noktasında insan böyle külli olduğu gibi korunma noktasındaki ihtiyaçlarında da öyledir. En ufak bir hava akımında hasta olan, en ufak bir darbede dengesi bozulan, en küçük bir düşmede kas ve kemiklerini incitip kırabilen; maddi ve kırılgan yapısından tut ta en küçük bir imalı bakış, en ufak bir yanlış anlama, en hafif bir hakaretle yaralanan ve yıkılan manevi yapısı, hassas duyguları, ince özellikleri nazara alınırsa insanın beden ve ruh sağlığı noktasında nasıl bir hassas himayeye, ne derece özel bir muhafazaya muhtaç olduğu ayan-beyan olur. Bu kadar hassasiyetler içinde sonsuz zararlı şeylerden korunarak geçirilen ve devam ettirilen bir ömür gösterir ki, bir Hâmi-i Meçhul (Bilinmeyen bir Koruyucu) o şuursuz gafil insanı koruyor. Belki bir Rabb-i Rahim o mümin kulunu himaye ediyor.
Hayatın varlığı savunma ve korunmasına bağlı olduğu gibi ihtiyaçlarının da tatminine bağlıdır. İnsanın bu kadar âciz ve hassas, bu kadar muhtaç ve nazlı yapısına rağmen gerekirse ağzına kadar lokmalarının ve ilaçlarının uzatılması gösteriyor ki bir muhteşem şefkat ve bir muazzam rahmet onu koruyor, gözetiyor, besliyor, yaşatıyor. Bu nazik, kırılgan, nazlı ve niyazlı haliyle insan şu âyetin vecizliğini ve mucizeliğini ilan ediyor: “Elem nec’ali’l-arde mihâde”[2] (Yeryüzünü size bir beşik kılmadık mı?)
İnsanın maddi hayatını sayısız rızıklarla besleyen ve onu sayısız zararlılardan koruyan Kadir-i Mutlak ve Ganiyy-i Mutlak’ın insanı manevi zararlardan muhafazası, hem aklının ve kalbinin, ruhunun ve vicdanının, duygularının ve latifelerinin, hayalinin ve manevi cihazlarının her birinin her gün yenilenen ve gittikçe artan ihtiyaçlarını tatmin etmek ve onların her birini düşmanlarından korumak için bir muamele ve bir müdahalede bulunması da aklen, fikren, hissen zaruri olarak görünüyor. İşte vahiyler bu zaruretin Rahmâniyetle karşılanmasıdır; hem ilhamlar, bu özel hallerin ve taleplerin Rahîmiyetle tatmin edilmesidir.
İnsanın umumi manevi ihtiyaçları Rahmaniyetin külli, ezelî ve ebedî hakikatleriyle tatmin edildiği gibi, Kur’anda gizli özel ihtiyaçları bildiren ilhamlar da cüz’i, anlık, şahsî hakikatlerle temin ve tatmin edilir. İnsanın asli bebekliği, manevi cephesindedir. İnsanın ruh çekirdeği bu İlâhî ışıkla, sıcak şefkat ve sevgi ile gelişir, muhteşem bir ağaç halini alır. Tin suresinin işareti ile eğer o ruh Celalli ve dışa dönük bir yapı ise, bir zeytin ağacı gibi olur; ne şarka (geçmişe) ne garba (geleceğe) ait, sermedî hakikatleri yaşayan ve nur veren bir kandil halini alır. Eğer Hz. İbrahim (AS) gibi içe dönük ise, Cemalli bir yapısı varsa o sermedî hakikatleri hayat aynasında kudsiyet ve selametle sergileyen bir incir ağacı gibi olur. Ona bakan, “Yâ Hayy" der. Hz. Musa (AS) gibi dışa dönük zeytin fıtratlılara bakanların “Yâ Kayyum” demeleri gibi...
Dikkat edilirse, Bakara suresi Allah'ın Hayy ve Kayyum oluşundan bahsettikten sonra insanın nura ermekle Allah tarafından koruma, yönetilme otağı altına alınmasına geçer. Sonra Hz. İbrahim'in (AS) “Âhirete iman” talebine geçer. O (AS) der ki: “Rabbim ölüleri nasıl ihya ediyorsun? Bana göster!” Rabbimiz Ona der: “Yoksa iman etmiyor musun?” O fıtratın ve kalplerin dili Hz. İbrahim (AS) der: “İman ediyorum. Fakat kalbimin itminanı için istiyorum.” Sonra Allah ona yapması gerekenleri anlatır, duasını kabul eder. Onun talebi aslında Âhiretin geleceğini tam hissetmekle dirilmektir.[3]
Sonra kuşların dirilişi ve özellikle 4 kuşun dirilişi, 4 latifenin -günahlarla öldürülmüş bile olsaydı-, Âhirete imanla dirileceğine işaret ettiği gibi insanın sayısız latifelerinin uyanışı ve dirilişi de manasındadır. Ki, insanın latifeleri rüyalarda manevi âlemlerde, evliyaların keşfinde birer kuş şeklinde göründüğü Mevlana Hazretlerinin Mesnevi-i Şerif’i gibi kitaplarda yazmaktadır. Hatta meşhur Mantıku’t-Tayr kitabı 30 kuşun yani latifenin hakikat ve hakka doğru yaptığı yolculuğu anlatır.
[1] Sözler, 23. Söz, 2. Mebhas, 1. Nükte.
[2] Nebe sûresi, 6.
[3] Enfal 24. Âyette Rabbü’l-âlemîn buyurur ki: “Ey imanla kendilerini inşa edenler! Allah ve Resulü sizi, size hayat verecek işlere çağırdığı zaman icabet edin; o diriliş çağrısına kulak verin!” Bu âyete göre din, gittikçe artan bir diriliştir. Bu dirilişten kaçanlara Kuran “münafık” ve “rics” (leş) diyor. Ki nifak, risaletin, kudsiyetin selamet ve amelin reddidir. Bu dirilişin diğer ismi “ihlas” tır yani kabuğundan kurtulup, özünü açmak ve yeşermektir (Tevbe sûresi, 95)