İlim ve Ahlak-3

Erdem AKÇA

Soru: İnsanın kalb ve ruhundaki potansiyelleri açarak ahlak-ı azimeye ve âdâb-ı kâmileye ermesinin yolları nelerdir?

Cevap: İnsanda ahlak ve âdâbın oluşması ve yerleşmesinin temeli “samimiyet” tir. Bu konuyu Üstad Bediüzzaman şu şekilde izah eder:

لَيْسَ الْكَحْلُ كَالتَّكَحُّلِ [1]kaidesine binaen sun'î ve tasannuî (yapmacık) olan bir şey ne kadar mükemmel olsa da, tabiî yerini tutmadığından; hey'atının feletâtını (bütününün tutarsızlıklarını), muzahrefiyetini (sahteliğini, göz boyayıcılığını) imâ edecektir.”[2]

Samimiyet, fıtrîliktir. Fıtrî olan ise, hem kâinatta hem insanın varlığında sabit şekilde durabilendir. Bu çerçevede diyebiliriz ki, güzel ahlakın tohumları fıtratta ekilmiştir. İnsan, fıtratında olmayanı hayatına ekleyip yaşayamaz. Güzel ahlak, insanın fıtratında ekili hakikat tohumlarının samimiyet sıcaklığı altında yeşermesi ve bir sarmaşık gibi insanın bütün benliğini sarmasıdır.

İnsanda ahlakın oluşabilmesinin, gelişebilmesinin ve birleşebilmesinin temel dinamikleri “ciddiyet” ve “sıdk” (doğruluk) hakikatleridir. Bu konuyu Üstad Bediüzzaman şu şekilde izah eder:

“Ahlâk-ı âliyenin (yüksek ve yüce ahlakın), hakikatin zeminiyle olan rabıta-i ittisali (yapışma bağı) ciddiyettir. Ve deveran-ı dem (kan dolaşımı) gibi hayatlarını idame eden ve imtizaçlarından tevellüd eden (kaynaşmalarından doğan) haysiyete kuvvet veren ve heyet-i mecmuasına (genel yapısına) intizam veren yalnız sıdktır. Evet, şu rabıta olan sıdk ve ciddiyet kesildiği anda, o ahlâk-ı âliye kurur ve hebaen (toz olup) gidiyor.”[3]

Laubali kişi, bataklık gibidir. Bataklıkta, hakikat ağacı bitemediği gibi ahlak denilen muazzam köklü ağaç da laubali bir kişinin fıtratında büyüyemez. Laubalilerin misali, insanlık âlemindeki ve din dairesindeki en bariz misali münafıklardır. Münâfıklar kişiliksiz, karaktersiz, kendi içinde bütünlüğü bulamamış bir yapıdırlar. Buna mukabil ciddiyet ehli kişi, verimli arazi gibidir. Onun bedeni, ruhun tohumları ve istidatlarının ekildiği bir tarladır. Bu tohumlar, ciddiyet vesilesiyle hakikatle bağ kurup büyümeye başlarlar. Doğruluk ise, ahlak ağacının kan dolaşım sistemi ve fotosentez mekanizması gibidir. Ahlak ağacı, doğruluğun insana hediyesi olup ilimden beslendiği gibi, doğruluğun bağlandığı sabit hakikatte her türlü ahlaki güzellikler birleşirler, kaynaşırlar. Ahlakın bu şekilde kaynaşmasından “haysiyet” adı verilen sosyal kişilik ortaya çıkar. Bu çerçevede ahlaksız kişi yalancılığından ötürü, haysiyetsizdir ve diğer insanlar arasında itibarı ve saygınlığı yoktur. Var olan saygınlık ve itibarını da söylemeye başladığı yalanlarla kaybeder.

Bu çerçevede Peygamberler, Hz. Peygamber (SAV) modelinde geldikleri toplumda bir ahlak ve edeb inkılabı yapacakları zaman işin temeline inerek “Din nasihattir, din nasihattir, din nasihattir”[4] derler. Nasihat, samimiyet manasındadır. Samimiyeti elde eden bir kişi kendi iç dünyasında bir ahlak kumaşını ve âdâb ipeğini nesc etmeye başlar. Bu samimiyetin kimlere karşı olacağını ve çapını hadisin devamında Allah Resulü (SAV) şöyle ifade eder: “Allah için, Kitabı için, Resulü için, Müslümanların imamları ve onların geneli için.”[5]

Akabinde Allah Resulü (SAV) şöyle buyurur: “Bir müminde her haslet bulunabilir. Ancak hıyanet ve yalan bulunamaz.”[6]

Yalan, imanın düşmanıdır; insanı hakikatten ve gaybdan kopartır. Hıyanet ise, İslamın düşmanıdır, insanı haktan ve şehâdet âleminden kopartır. Bu cihetten bir müminde bu iki haslet bulunamazlar. İmanı, Hakikat var derken, aynı anda yalancılığı “Hakikat diye bir şey yoktur” diyemez.

Akabinde de Allah Resulü (SAV) şöyle buyurur: “Size şerirlerinizin kimler olduğunu söyleyeyim mi? Onlar, çok ve lüzumsuz konuşan, konuşurken laubali davranıp ağzına her geleni söyleyen kimselerdir. Hayırlılarınızı söylememe ne dersiniz? Onlar da güzel ahlâklı olanlarınızdır.”[7]

Ahlak ve âdab inkılabı yapmak ancak bu esasları bizzat yaşamak ve yaymakla mümkündür.

İnsan fıtratı, ruhun madde ile teması neticesinde zuhur eden üç kuvvetten meydana gelir: Kuvve-i akliye, kuvve-i gadabiye ve kuvve-i şeheviye… İslam ahlak felsefesi âlimleri bu üç kuvvetin ifrat-vasat-tefrit hallerini şöyle bir tablo olarak izah etmişlerdir:

İfrat (Aşırılık) Vasat (Denge) Tefrit (Noksanlık)

Kuvve-i Şeheviye[8] Fısk ve fücur[9] İffet Humud[10]

Kuvve-i Gadâbiye Tehevvür[11] Şecaat Cebânet[12]

Kuvve-i Akliye Cerbeze[13] Hikmet[14] Gabâvet[15]

Kur’ân ve bütün vahiyler insanı vasata, dengeye ve bunların anlattığı hal olan sırat-ı müstakime getirir ve bu yol ebedî Cennete dek uzanır. Bu yolun sağı “mağdûb” (aşırı gidip İlâhî gazaba uğrayanlar), yolun solu ise “dâllîn” (verilen nimetlerden istifade etmeyip sapkınlıkları içinde kaybolanlar) yoludur.[16]

Üstad Bediüzzaman insanın vicdanını meydana getiren unsurlar ve onların vazifeleri ile bu üç kuvvet ve terbiyesinin yaratılış sırrı arasındaki bağı şöyle okur:

“Vicdanın anasır-ı erbaası (dört unsuru) ve ruhun dört havassı (hasseleri, duyuları) olan "İrade, Zihin, His, Lâtife-i Rabbâniye" her birinin bir gâyâtü'l-gâyâtı (asıl gayeleri) vardır.

· İradenin ibadetullahtır.

· Zihnin mârifetullahtır.

· Hissin Muhabbetullahtır.

· Lâtifenin müşehadetullahtır.

İbadet-i kâmile (kâmil bir ibadet) dördünü tazammun eder. Şeriat; şunların itidal ve muvazenetlerini muhafaza ve gâyâtü'l-gâyâtına (asıl gayelerine) sevkettiği gibi, nefsin fıtraten serbest bırakılmış olan kuva-ı selâsesini (üç kuvvetini) ifrat ve tefritten kurtarıp hikmet, iffet, şecaâtı tazammun eden adalet noktasına sevkeder.”[17]

Bediüzzaman Kur’anın makasıdı, vahyin gayeleri ve insanlık dünyasındaki hedeflediği meyveleri şöyle sıralar: “Kur'ân'ın anasır-ı esasiyesi (temel unsurları) dört hakikattir. Yani; "tevhid," "nübüvvet," "haşir" ve "adalet"tir.”

Bu çerçevede adalet, insanın kuvve- akliyesini “hikmet”, kuvve-i gadabiyesini “şecaat”, kuvve-i şeheviyesini “iffet” haline getirmesi, kendi fıtratını elde ettiği hakikat ilmiyle formatlamasıdır. Bu sırra binaen diyebiliriz ki Cenab-ı Hakk, Halık isminin cilvesi ile kâinattaki zerreleri insanın ruh programı ile formatlayarak insanı “halk” eylediği gibi insan da ömür boyu elde ettiği ilim ve tecrübe ile kendini formatlayarak, Cenab-ı Hakk’ın Hallak ismiyle kendini bağlayıp güzel ahlaka erişir.

Ahlak-ı hasene, insanın halk-ı cedîdi ve ahsen-i takvimidir. Âdâb-ı cemilesi ise, insanın a’lâ-yı illiyyînidir. Ahlakın cem’iyle zuhur eden “seciye” ise insanın “şahsiyet-i Âdemiyet” idir. Bir birine zıd ahlakları kemal seviyede kendinde cem’ ederek zamanında ve zemininde kemal seviyede sergileyecek şekilde “azametli bir ahlakı”[18] elde etmek ise mu’cize-i Muhammediyettir (SAV). Evet böyle azametli bir ahlakı sergilemek Üstad Bediüzzaman’ın ifade ettiği üzere Hz. Peygamber’in (SAV) en büyük mucizesi ve mucizeler mucizesidir.[19]

[1] Fıtrî karagözlülük, sunî (yapma) karagözlülük gibi değildir.

[2] Bediüzzaman Said Nursi, Şuaat-ı Ma’rifetü’n-Nebi, 2. Şua, Birincisi.

[3] Bediüzzaman Said Nursi, Şuaat-ı Ma’rifetü’n-Nebi, 2. Şua, Birincisi.

[4] Müslim 95/55, Ebu Davud 4944, Tirmizi 1990.

[5] Hadiste art arda 3 defa “Din nasihattir” denilmesi ve dinin “iman, islam ve ihsan” dan meydana gelmesi hakikati çerçevesinde hadise bakılırsa diyebiliriz ki, kişi samimiyetle hakiki imana erişir, yine kişi samimiyetle hakiki bir müslüman olur ve yine kişi samimiyetle ancak hakiki bir ahlak ve âdâba erişebilir. Bu çerçevede “Din, samimiyettir.” Samimiyetsiz ve sahtekâr bir kişi ya dinsizdir veya dinden uzaklaşmaya başlamış bir gafildir.

[6] Bkz. İbn-i Ebi Şeybe, Musannef.

[7] İbn Hanbel, II, 370.

[8] Bu üç kuvvet, sırasıyla insandaki bitkisel, hayvanî ve melekî yapıyı anlatır.

[9] Fısk, Kur’an’da, şehvetin aşırılıklarını ifade ve dinin koruyucu manevi manyetik kalkanını kırmak için kullanılır (Mesela, Zümer suresi 34. âyet) ve böyle bir halde insanlar arası ilişkilerde zulümlere varılır. Fücur ise, kendindeki hayat enerjisini fecir vakti güneşin zararlı radyoaktif ışınlarını yaydığı gibi etrafa zararlı şekilde saçmak demektir.

[10] Sönüklük, iştahsızlık demektir. Var olan şeylerden istifadeyi engelleyen bir haldir ve hastalık belirtisidir.

[11] Her şeye tepkili olmayı ifade eder. Toplumdaki baskıların, zulümlerin, haksızlıkların birçoğu böyle marazi ruh hallerine sahip insanlardan kaynaklanır.

[12] Korkaklık demektir. Korku insan bilincini baskı altına alan ve onun sistemini çökertip istidatlarının yeşermesine fırsat vermeyen dehşetli bir illettir. Resulullah (A.S.M.) “korkaklık ve tembellikten daima Allah’a sığınırdı.” (Buhârî, Daavât, 38, 40, 41; Tirmizî, Daavât, 71 ve saire…)

[13] Dengesiz akıl yürütmedir. Bediüzzaman Said Nursî cerbezeyi şöyle tarif eder: “Dağınık büyük işlerde yalnız kusurları görmek cerbezeliktir; aldanır ve aldatır. Cerbezenin şanı, bir kötülüğü sünbüllendirerek iyiliklere galip etmektir. (Cerbeze çirkin olduğu için misalleri de çirkindir. Gelecek temsildeki kusura bakılmasın.) Mesela, bir aşiretin her bir ferdi bir günde attıkları balgamı, cerbeze ile vehim yoluyla mekanları atlayıp, birden bir şahısta onların tamamını temsil edip, başka ferdleri ona kıyas ederek, o nazar ile bakılsa... Veyahut bir sene zarfında birisinden gelen iğrenç kokuyu, cerbeze ile zamanları atlayıp, bir dakika içinde, o hazır şahısta ortaya çıkışını tasavvur etse, acaba evvelki adam ne derece pis, ikinci adam ne derece kokuşmuş... Hatta hayal gözünü kapasa, vehim dahi burnunu tutsa, mağaralarından kaçsalar, akıl onları kınamaya, azarlamaya hakkı olmayacaktır.” (Osmanlıca Âsâr-ı Bediiye, Tulûât, 159-160) Cerbezeli bir insanın sözleri, ağızdan çıkan balgam gibidir.

[14] Dengeli düşünmek ve hakikatleri araştırmaya yarayacak aklî fonksiyonlarda bulunmak demektir. Kur’ân’da “Ve men yu’te’l-hikmete fekad ûtiye hayran kesiran” (Her kime hikmet verilmişse yani kâinatı ve hadiseleri yorumlayabilme kabiliyeti verilmişse ona sonsuz ve sınırsız hayır verilmiş demektir.) ( Bakara suresi 269. âyet) denilir.

[15] Ahmaklık ve anlayışsızlık demektir.

[16] Fâtiha suresi 7. ayet.

[17] Bediüzzaman Said Nursi, Şuaat-ı Ma’rifetü’n-Nebi, Şeriatın Ferde, Neve, Medeniyete Karşı Birkaç Nüktesi, Birinci Nükte.

[18] Kalem suresi, 4.

[19] Bediüzzaman Said Nursi, Şuaat-ı Ma’rifetü’n-Nebi, Zeyl, Üçüncü Noktaya Cevap.

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.