Bir Tashih: Kızıl Îcaz Ne Zaman Yazıldı?

Erdem AKÇA

Kızıl Îcaz, Üstad Bediüzzaman’ın mantık üzerine yazdığı Arapça üç eserinden birinin ismidir. Diğer ikisi Ta’likat ve Rumuzât’tır.[1] Kızıl Îcaz, Abdurrahman el-Ahdarî’nin mantık terimlerini şiir tarzında kaleme aldığı Süllemü’l-Münevrak isimli eserine şerhlerden veyahut ona yapılmış ta’liklerden meydana gelir.

Üstad Bediüzzaman, Kızıl Îcaz isimli bu eserini hicrî 1339, miladî 1920 yılında Darü’l-Hikmetü’l-İslamiyye’de a’za iken Lemeat isimli eserinden önce yazmış ve bastırmıştır. Kızıl Îcaz, 1920’de yazılıp basılan Sünuhat ile 1921’de yazılan Lemeat arasında kaleme alınmış bir eserdir. Bu eser, Üstad’ın belirttiği üzere daha evvel yazılmış olan ve İsmail Gelenbevî’nin el-Bürhan isimli mantık hakkındaki kitabına yapılmış ta’liklerden meydana gelen Arapça Ta’likat kitabının içerdiği hakikatlerden süzülmüş, daha öz ve veciz ifadelerden meydana gelir. (Kastamonu Lahikası, 95. Mektûb)

Üstad Bediüzzaman Ta’likat kitabını, Van’da Horhor Medresesi’nde, Molla Habib isimli talebesi ve diğer talebelerine el-Bürhan kitabını ders verirken yazdırmıştır. Ta’lik, ilmî bir eserin anlaşılması için bir eserdeki kapalı kelime ve cümlelere dair, başka bir âlim tarafından sayfa kenarına tutulan notlar demektir. Bediüzzaman 1913-1914 yılları arasında Van’daki Horhor Medresesi’nde, en büyük talebesi olan ve 1. Dünya Savaşı’nda şehid düşen Molla Habib başta olmak üzere talebelerine bu kitabı ders vermiştir. Üstad’ın kitabın anlaşılması noktasında söylediklerini Mola Habib Efendi notlar halinde kaydetmiştir. Fakat Üstad’ın notları, kimi zaman bir sayfa sürecek genişlikte yapısıyla ve orijinal tespitleriyle Üstad’ın açtığı yepyeni bir mantık yolunu ifade eder tarzdadır. Ta’likat’ın yazılış süreci ve içeriği hakkında kardeşi Abdülmecid Nursi şöyle der:

“Bu Tâlikat namındaki Risale Bediüzzaman Said Kürdî'nin Bürhan-ı Gelenbevî üzerine yazdığı hâşiyelerdir.

Bu Risale'yi yazan, halka-i dersinde bulunan en sevdiği Habib namında bir talebesi idi. Habib, Bürhan-ı Gelenbevî okurken Bediüzzaman'ın takrirlerini hâşiye şeklinde yazardı. Bu da 1329'da (1913) idi. Birinci Harb-i Umumî koptu, Bediüzzaman ile Habib vâiz sıfatıyla Van fırkasıyla (Tugay) beraber Erzurum cephesine gittiler. Bir sene sonra dönüp Van'a geldiler. Ermeniler tarafından Van alındı. Bizler de Gevaş kazasına çekildik. Habib orada şehid oldu.

Habib'in dest-i hattıyla ve Bediüzzaman'ın ifadesiyle yazılan şu Risaleyi muhaceret esnasında memleketten memlekete, şehirden şehire çıkıp girmek neticesinde 1940'ta Malatya'dan Ürgüp'e müftülük memuriyetiyle geldim. Bu Risale perakende bir halde evrak ve kitaplar içinde dağıtılmış. Topladım, ciltlettirdim. Olur ki, bir zaman gelir, ilmî ve dinî bir haşir ve neşir olur, bu gibi Risaleleri okuyacak insanlar meydana çıkarlar. O zaman bu Risale ne gibi bir zekâ ve ne kadar yüksek bir fikirden çıktığı anlaşılır. Fakat heyhat! Ne o zaman gelir, ne de o adamlar bulunur vesselâm."

Abdülmecid Nursi sözlerine şöyle devam eder: “Ey bu ibretâmiz evraka bakan zat! Birinci Harb-i Umumi'den evvel Van vilayetinde Bediüzzaman talebelerine, hususan kardeşi ve Molla Habib'e ders verirken ilm-i mantıka dair telif ettikleri ve henüz ikmâl edemedikleri iki adet eserlerinin[2] müsveddeleridir. Zamanın selleri içinde her iki kardeş birbirinden ayrıldılar. En nihayet Abdülmecid namındaki küçük; Ürgüp Müftüsü olup 1940'ta Ürgüp'e geldi. Bu müsveddeleri o zamanın yadigârı olarak muhafaza etmekte idi. Fakat heyhât, sümme heyhât o da gitti, o da gitti, zaman da geçti gitti. Acaba bu müsveddeleri açıp okuyacak bir kimse olacak mı ve öyle bir zaman gelecek mi?”[3]

İfadelere dikkat edilirse Abdülmecid Nursi, bizzat Ta’likat ve Rumuzât dersini alan kişilerden biridir. Derste tutulan notlar kendisinde bulunmaktadır. Abdülmecid Nursi’nin bu sözleri Ta’likat ve Rumuzât’ın te’lif tarihlerinin net olarak 1913 yılı olduğuna dair bir bilgi vermektedir.

Ta’likat, Üstad devrinde matbaada basılmamıştır. Kızıl Îcaz ise, yazıldıktan kısa bir süre sonra Evkaf Matbaasında hicri 1339 yılında basılmıştır. Kızıl Îcaz ile Ta’likat arasındaki ilişki hakkında Üstad’ın beyanatı şöyledir: “Hem Eski Said'in ilm-i mantık noktasında bir şaheser hükmünde bulunan gayr-ı matbu Ta'likat'tan süzülen i'câzlı bir îcâz-ı harikada müdakkik ulemaları hayret ve tahsinle dikkate sevk eden matbu Kızıl İcaz namındaki risale-i mantıkiye Risale-i Nur'la bağlanmasına ve şakirtlerinin, âlimler kısmının nazarına göstermek lâyık gördüm; fakat çok derindir. Bugünlerde, Feyzi'ye[4] bir parça ders verdim. Belki bir zaman Feyzi kendisi, başkasının da anlaması için dersini Türkçe kaleme alacak.” (Kastamonu Lahikası, 95. Mektûb)

Üstad’ın bu beyanatı göstermektedir ki Kızıl Îcaz kitabı, Ta’likat te’lif edilirken tespit edilen mantık kaidelerinin Süllemü’l-Münevrak isimli esere tatbikinden meydana gelmektedir. Bizzarure yazılışı da Ta’likat’tan sonra olmaktadır. Bu çerçevede Kızıl Îcaz’ın te’lif tarihi, 1913 yılından sonra olup basıldığı 1920 yılından önceye veyahut 1920 yılına tekabül etmektedir. Üstad Bediüzzaman Dârü’l-Hikmeti’l-İslâmiye’de a’za iken kaleme aldığı eserleri matbaada bastırmadığı sürece ruhen huzursuz olduğunu Mesnevi-i Nuriye kitabının Zerre Risalesi’nin Mukaddime kısmında şöyle ifade eder: “Malûm olsun ki: Şu ‘Zerre’ Risalesi, benim riyakâr nefs-i emmarem ile olan mübarezede ânî cevablar ve def’î müdafaalardır. Hem ‘Katre’ risalesinde olduğu gibi, ona atılan şeraratdan bir yaylım ateşidir. Zannederim ki, ben onun neşrinde me’zunum. Zira her bir remzin mualecesine tâ yazılmayıncaya kadar ihtiyaç hasıl oluyordu. Vakta ki kuvveden fiile çıktı, yani kağıt üzerine nakşoldu, o ihtiyaç zail oluyordu. Fakat bu defa tab’edilip neşredilmeyinceye dek münakaşaya bir nevi meyil baki kaldı. Vakta ki, tab’ ile neşre başladı; o da zail olup kalb mutmain oldu.” Bu çerçevede bakıldığında Kur’anın i’cazının anlaşılması ve dinin kemalinin idrakine olması için kaleme alınan ve ilmî boyutuyla Zerre Risalesi’nden daha derin ve külli olan Kızıl Îcaz Risalesi’nin matbaada basılması evleviyetle ümmet-i Muhammed’in (ASM) fikir sağlığı ve ilmî terakkisi açısından elzemdir. Bu nokta-i nazardan Kızıl Îcaz’ın te’lif ve tab’ tarihleri arasında zaman aralığının alabildiğine kısa olması hadiselerin akışı açısından daha doğru görünmektedir.

Üstad Bediüzzaman Ta’likat kitabını Risale-i Nur Külliyatı’na dahil etmemiş fakat Kızıl Îcaz’ın dahil edilmesini muvafık görmüştür. Külliyâta Ta’likatın dahil edilmeyip Kızıl Îcaz’ın dahil edilmesinin sır perdesini şöyle aralayabiliriz: Ta’likat kitabının nazarî mantık yönü daha ağırlıklıdır. Kızıl Îcaz’da ise, nazarî ve tatbikî mantığı beraber gösteren, hatta nazariyat-ı mantıkıyeyi nazariyatta bırakmayıp tatbikî mantık seviyesine yükselterek

  • Yaratılış âleminin sağlıklı okunması,
  • Yaratılışın hikmetlerinin şerh edilmesi,
  • İnsan şuuru ve benliğinin varlık gayesinin hikmetlerinin izahı,
  • İlim-malum bahsinin detaylıca izahı,
  • Fiilî ilim ve infiali ilim farkının beyanı ile insan ve kâinat ilişkisinin perdelerinin açılması,
  • Şuur-ilim ilişkisi

ve benzeri konuların beyanı gibi, kelam ilminin en hayatî meselelerinin izahında mantık kaideleri kullanılmıştır. Kızıl Îcaz kitabı bu çerçevede, gayb ve şehadet âlemlerini beraber ele alan bir tarzdadır. Bu bilgiler ışığında diyebiliriz ki Ta’likat, bir müdakkik âlim eseri iken, Kızıl Îcaz, müdakkik bir asfiya eseri hüviyeti sergilemektedir. Mesela: ilim hakikatinin gıda ile sembolleşmesinin bildirilişi ve malumatın sindirilerek hakiki ilim haline getirilmesinin elzemiyetinin ifade edilmesi[5]; sahabelik hakikati ile yıldızın sembolleşmesi[6]; zihin ve kalb, akıl gözü ve kalb gözü yani “nazar ve şuhûd” bağlantısı ve birlikteliği gibi konular Kızıl Îcaz’da veciz olarak ele alınır ve işlenir. Üstad, Kızıl Îcaz’da Kur’andaki mantık cephesini ele almış ve açmıştır. Bu cihetlerden Üstad Bediüzzaman, doğrudan mantık ilmine dair olan Ta’likatı Risale-i Nur Külliyatı’na dahil etmezken, Kızıl Îcaz’ı dahil etmiştir. Fakat yine de Ta’likat’ın mantık ilmi noktasında bir şaheser hüviyetinde olduğunu belirtir.

Kızıl Îcaz’ın ilk matbu nüshası 1339 yılına aittir. Lemeat Risalesi’nin de ilk matbu nüshası aynı yıla aittir. Üstad Bediüzzaman’ın Kastamonu Lahikası’nda bulunan Ta’likat ile Kızıl Îcaz arasındaki ilişkiyi anlatan ilgili mektubuna ve ilk matbu Kızıl Îcaz’ın basım tarihinin 1339 (1920) yılında olduğu tarihen ve vesikalı olarak sabit olmasına rağmen Risale-i Nur dairesinde Kızıl Îcaz’ın yazılma tarihi 1899 yılı olarak kabul edilmektedir. Bu bilginin kaynağı ise nur araştırmacısı ve Risale-i Nur dairesinde çok emeği geçen kıymetli yazar Abdülkadir Badıllı’dır. Kendisi bu tarih bilgisine nasıl ulaştığını Mufassal Tarihçe-i Hayat kitabında ifade eder. Abdülkadir Badıllı kaleme aldığı Mufassal Tarihçe-i Hayat eserinin 1. Cildinin 161-162. sayfalarında şu bilgileri verir:

Bediüzzaman’ın Van’a ilk gelişiyle, fikrî inkılâb geçirdiği tarih arası iki senelik bir zaman müddeti içerisinde; medresesinde talebelerini çeşitli ilmî yönleri ile yetiştirmek için uğraşmakla ve Tahir Paşa’nın meclislerinde ilmî münazara toplantılarında geçirmekle meşgul olduğu anlaşılmaktadır. Fakat 1899 tarihinden iki sene sonra, yani 1318-1901 tarihi için Bediüzzaman: “tedristen te’lif vazifesine” şeklindeki ifadesine nazaran, bir te’lif mes’elesi de mevzu-u bahistir. Yani 1901’de ba’zı te’liflere başlamış olduğu anlaşılıyor. Lâkin bu telifat sırasına göre hangileridir? Bilinmemekle beraber, 1901’den 1907’ye kadar bilinen yalnız dört tane telifi vardır. Lakin Sikke-i Tasdik-i Gaybî kitabında, 1906 tarihi için: “Mukaddemât-ı Nûriyenin te’lif tarihi” şeklindeki ifadesine göre ve Kastamonu Lahikası kitabında: “...Eski Said’in ilm-i mantık noktasında şâh-eseri hükmünde bulunan gayr-i matbu’ “Ta’likat”dan süzülen i’cazlı bir îcaz-ı hârikada ve müdakkik âlimleri hayret ve tahsin ile dikkate sevk eden matbu’ “Kızıl îcaz” namındaki Risale-i mantıkiye, Risale-i Nûrlarla bağlanmasına” tarzındaki beyânına nazaran; 1906 yılı mukaddemât-ı Nûriyenin te’lif tarihi olması hasebiyle; yukarıda bahsi geçen dört tane te’lifatının sonuncusu bu “Kızıl Îcaz” kitabı olsa gerektir.

Geri kalan üç kitab ise, birisi, yine Arapça “Ta’likat” kitabı, kalan ikisi de, Van Valisi Tahir Paşa’nın konağının yangınında telef olduğunu, bunlardan birisinin: “İnsanın elinin, avucunun, yüzünün çizgi, renk ve şekillerinin her birisi, hikmet-i İlahiyenin kader cilvesinin nişanları, alâmetleri ve o insanın ruhunun kabiliyet ve isti’datlarını gösteren yazıları, remizleri olduğu” hakkında imiş.

İkincisi ise; “Riyazî hesap ve matematik” mevzûunda olduğu ve bu her iki eserin -o zaman müellif Türkçeyi bilmediğinden- Kürtçe olarak kaleme alınmış olduğunu ve bu ikisi de Tahir Paşa konağı yangınında telef olduğunu, hem merhûm Abdurrahman hem de Bediüzzaman’ın hizmetkârlarından Mustafa Sungur ve Hüsnü Bayramoğlu, Üstâdlarından bu şekilde duyduklarını birkaç kere işitmişimdir.” der.

Abdülkadir Badıllı, kitabın dipnotunda “4 te’lif konusundan kesin olmadığı” notunu düşmüştür. Abdülkadir Badıllı’nın aktardığı metinlerin orijinaline baktığımızda bu te’lif tespitinin kendisinin şahsî kanaati olduğu görünmektedir.

Çünkü Üstad Bediüzzaman 1. Şua eserinde şöyle der: “Eğer şeddeli ز , iki ز sayılsa, o vakit bin üç yüz yirmi iki (1322) eder ki, yine Risalei'n-Nur Müellifi, mukaddemat-ı Nuriyeye başladığı aynı tarihe tam tamına tevafuk eder.”[7] Akabinde şöyle der:

شَجَرَةٍ deki tenvin ن sayılmak cihetiyle bin üç yüz on bir (1311) eder ki, o tarihte Resâili'n-Nur Müellifi Risaletü'n-Nur'un mübarek şecere-i kudsiyesi olan Kur'ân'ın basamakları olan ulûm-u Arabiyeyi tedrise başladığı aynı tarihe tam tamına tevafuk ederek remzen bakar.”

“Yirmi birinci âyet veya âyetler” kısmında şöyle der: “makam-ı cifrîsi bin üç yüz on altı (1316) ederek, Risaletü'n-Nur Müellifinin ihtiyarsız olarak istihzarat-ı Nuriyede bulunduğu ve umum malûmatını Kur'ân'ın fehmine basamaklar yaptığı en hararetli tarihi olan bin üç yüz on altı (1316) adedine tam tamına tevafuku elbette evvelki işârâtı teyid ve onunla teeyyüd ederek Risaletü'n-Nur'u daire-i harîmine remzen, belki işareten dahil ediyor.”

Bu hadisenin sebebini Üstad aynı yerin devamında şöyle ifade eder: “Câ-yı dikkat ve ehemmiyetli bir tevafuktur ki, Risaletü'n-Nur Müellifi bin üç on altı (1316) sıralarında mühim bir inkılâb-ı fikrî geçirdi. Şöyle ki:

O tarihe kadar ulûm-u mütenevviayı, yalnız ilimle tenevvür için merak ederdi, okurdu, okuturdu. Fakat birden o tarihte merhum vali Tahir Paşa vasıtasıyla Avrupa'nın Kur'ân'a karşı müthiş bir suikastları var olduğunu bildi. Hattâ bir gazetede İngiliz'in bir Müstemlekât Nâzırı demiş:

"Bu Kur'ân, İslâm elinde varken biz onlara hakikî hâkim olamayız. Bunun sukutuna çalışmalıyız" dediğini işitti, gayrete geldi. Birden, makam-ı cifrîsi bin üç yüz on altı (1316) olan

‘Fe a’rıd anhum” (Onlardan yüz çevir)[8] fermanını mânen dinleyerek bir inkılâb-ı fikrî ile merakını değiştirdi. Bütün bildiği ulûm-u mütenevviayı Kur'ân'ın fehmine ve hakikatlerinin ispatına basamaklar yaparak hedefini ve gaye-i ilmiyesini ve netice-i hayatını yalnız Kur'ân bildi. Ve Kur'ân'ın i'câz-ı mânevîsi ona rehber ve mürşid ve üstad oldu.”

Dikkat edilirse Üstad’ın 1. Şua’daki ifadelerinde 1899-1906 yılları arasında herhangi bir te’lif yaptığına dair net bir ifadesi bulunmamaktadır. “İstihzarat-ı Nuriye” ifadesini ve “mukaddemât-ı nûriye” ifadelerini Abdülkadir Badıllı kendisi “te’lif” diye yorumlamaktadır. Oysaki Üstad’ın, “Risaletü'n-Nur Müellifinin ihtiyarsız olarak istihzarat-ı Nuriyede bulunduğu” ifadesi böyle bir anlamaya izin vermez. Çünkü ihtiyarsız bir te’lif mümkün değildir. Te’lif kelimesi, bir yazarın daha önce kaleme alınmamış fikirlerle, tespitlerle bir konuda yepyeni bir kitap kaleme alması anlamında kullanılan edebî bir ıstılahtır. Bu çerçevede hem Ta’likat hem Kızıl Îcaz birer ihtiyarî te’lif olduklarından Badıllı Ağabey’in bu yorumu Üstad’ın ifadeleriyle uyuşmamaktadır. “Mukaddemat-ı Nuriye” terkibini de yine te’lifler olarak yorumlamıştır. Fakat Üstad’ın kendi ifadeleriyle Üstad Bediüzzaman ilgili yıllarda doğrudan Kur’ana odaklanarak âyetlere derinliğiyle muhatap olup i’caz nükteleri tespit etmeye çalışmaktadır. Eski müktesebatını da Kur’anın hakaik ve dekaikının idrakine vesile kılmaktadır. Doğrudan Kur’andan talebelerine ders vermektedir. Bu mesai ileride yazılacak Risale-i Nur Külliyatının hem gayr-ı ihtiyarî bir istihzaratı hem mukaddematı hükmüne geçmektedir. Birinci Dünya Savaşı esnasında harp meydanında kaleme almaya başladığı İşârâtü’l-İ’caz kitabı ise bu dönemde tespit ettiği i’caz nüktelerinin sistematik haliyle te’lif bir kitaba dönüştürülme teşebbüsüdür.

Bediüzzaman’ın hayatındaki İstanbul faslı, Meşrutiyetin ilanı, Divan-ı Harb’de yargılanması gibi hususlar i’caz-ı Kur’an konusundaki mesaisine sekte vurmuştur. Kendisi bunu şöyle ifade eder: “Fakat maatteessüf o gençlik zamanında çok aldatıcı ârızalar yüzünden bilfiil o vazifenin başına geçmedi. Bir zaman sonra Harb-i Umumînin tarraka ve gürültüsüyle uyandı. O sabit fikir canlandı, bilkuvveden bilfiile çıkmaya başladı.” Bediüzzaman İstanbul’dan Van’daki medresesine dönüşünden sonraki süreçte aslî te’lifat manasında Ta’likat’ı te’life başladığı bizzat dersi alan talebesi ve öz kardeşi Abdülmecid Nursi’nin ifadesiyle sabittir. Ta’likatın özü, özeti ve çocuğu hükmünde olan Kızıl Îcaz ise daha sonra kaleme alınmış ve 1339 (1920) tarihinde Evkaf Matbaası’nda tab’ edilmiştir. Baskıya ait nüshaları mevcut olup ulaşılabilmektedir.

Özetlersek Kızıl Îcaz kitabının te’lif tarihinin 1316 (1899) olduğu tarihî verilerle uyuşmamaktadır. Net tarihin 1920 yıllarına tekabül ettiği görülmektedir.

[1] Üstad’ın talebesi Müküslü Hamza Efendi yazdığı “Bediüzzaman Said-i Nursî'nin Tercüme-i Halinden Bir Hülasâdır” isimli eserde Rumuzat hakkında şöyle der: “ Mantıkta i'mâl-i zihin için güzel bir eserdir.” Hamza Efendi aynı kısımda Ta’likat hakkında şöyle der: “ Mantıkta bînazir bir eserdir, nazariyat-i mantıkıyeyi tatbikata takrib eder.” Kendisinin de Ta’likat’ı ders alan talebelerden olduğunu ifade eder.

[2] Bunlar Ta’likat ve Rumuzât’tır.

[3] https://sorularlarisale.com/taniyanlarin-dilinden/habib-molla-habib.

[4] Kastamonu Nur hizmetlerinin temel rükünlerinden ve Üstad’ın sır katibi olan Mehmet Feyzi Pamukçu’yu kastediyor. Fakat maatteessüf Mehmet Feyzi Ağabey “Kızıl Îcaz’daki mantık düsturları külliyatta zaten kullanılmış” kanaatine vardığı için Kızıl Îcaz hakkında her hangi bir yazı veya kitap çalışması kaleme almamıştır.

[5] Kızıl Îcaz’ın en son bölümü ilmin bir gıda olduğu ve sindirilmesinin elzem olduğunu vurgular. “İnsan için en şiddetli acı zihnin sathiyyeti ve ilmi sindirememektir” der. Kızıl İcaz’ın akabinde veya beraberinde kaleme aldığı Lemeattaki “Hakiki mürşid-i âlim koyun olur kuş olmaz” faslında sindirilen ilmin, “halis bir süt” ile gaybî âlemlerde sembolleşmesini okur. Ki bu okuma Hz. Peygamber’in (SAV) “Bir kase süt içtim ve dibinde kalanı Ömer bin Hattab’a verdim o içti” dediği ve sahabelerin sorusu üzerine “Sütün manasının ilim olduğunu” ifade ettiği sâdık rüyayla da örtüşen bir teşbihtir.

[6] “Ashabî ke’n-nücûm” hadisinin şerhi mahiyetinde…

[7] Şualar, 1. Şua, 2. Sual, Birincisi, Beşinci Cümlesi.

[8] En’am suresi, 68.

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (9)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.