İnsan türünün yaratılışı konusuna dair Celal Şengör, “Âdem ve Havva Masalı” diyor. Bu konuyu Kur’an âyetleri ışığında birkaç madde ile şöyle sıralayabiliriz:
1) Kur’an teori değil hakikat ve kanun kitabıdır. Bu açıdan masallar, bilimsel verilerde olabilir ama Kur’an’da olamaz. Yüzlerce “İnne, Enne” (Muhakkak ki) ile başlayan Kur’an cümleleri vahyin hakka ve sabit hakikat kanunlarına dayandığını gösterir.[1] Hz. Âdem ve Havva kıssası insan türüyle ilgili ana kanunu bildirir. Evet, canlılarda eşeyli ve eşeysiz üreme şeklinde genel bir ayrım bulunuyor. Eşeysiz üreme bölünme, tomurcuklanma, sporlanma ve vejetatif üreme gibi şekillerde görünüyor. Eşeyli üreme ise konjugasyon, izogami, heterogami, oogami, partenogenez ve hermafroditizm şeklinde farklı suretlerde görünüyor. İnsan türünün üreme tarzı oogami şeklindedir. Vücud hücrelerimizdeki mitoz bölünme, eşeysiz üremeye; mayoz bölünme ise, eşeyli üremeye delildir. Bu manada insan türünün “Erkek ve kadınların cinsel teması sonucu çoğalması” kanununu ifade eden Hz. Âdem ve Havva izahı bilimin tâ kendisidir. Bilime zıt değil…
2) Eşeyli üremede canlılar arasında en sağlıklı gen alışverişi yapılabilecek olanlar aynı türün bireyleridir. Tür içi gen takasında dahi kısırlık zaman zaman görülen ve tedavisi bulunamadığı için neslin devamını engelleyen bir husustur. Gen takası yapabilecek şekilde aynı familyadan olan farklı türlerin ferdleri arasında meydana gelen üremede ortaya çıkan ürün, yani ara türler, ekseriyetle kısır doğmaktadır. Dişi at ve erkek eşeğin çiftleşmesi sonucunda ortaya çıkan, “katır” da; erkek at ve dişi eşeğin çiftleşmesiyle ortaya çıkan “ester” de olduğu gibi… At ve eşek aynı familyadan iki sınıftır. Kur’an genetik bilimine ait bu hususu bir ayette at ve eşeğin ortasına katırı koyarak şöyle ifade eder: “Onlara binmeniz için ve de ziynet olarak (süs hayvanı olarak) atlar, katırlar ve eşekler ve daha bilmediğiniz şeyler yaratır.”[2] Bu âyet insanların at ve eşeği çiftleştirmesiyle ortaya çıkan katırların insanın yaratması değil, Allah’ın bir yaratış tarzı olduğunu vurgular. İnsan fiili, İlahî hilkat için bir sıradan bir şarttır. Evet rahimlerde olan ceninleri, dilediği şekilde suretlendirip yaratan Allah’tır.[3] At ve eşeğin rahminde de… Katır manasında olan بغل kelimesinin İlyas peygamberin kavminin putu olan بَعْلً ile morfolojik olarak akrabalığı gösterir ki, insanlar genetik yapı ile oynamayı tapılacak bir mevzu haline getirecekler. Daha güzel ve üstün bir yaratılış arayış için bunu yapacaklar. Bu manada Hz. İlyas’ın Cenab-ı Hayy-ı Kayyum’u Ahsenü’l-Halikîn[4] olarak tavsif etmesi, insanların Allah’ın hilkat ve yaratmasını beğenmeyeceklerini bildiren mucizâne bir tespittir.
3) Kur’an, insanlık dünyasında 4 tarz bir yaratmadan bahseder:
a) Annesiz ve babasız yaratılış… Hz. Âdem’in, türlerin ilk ferdlerinin ve nihayetinde bilimin iddia ettiği ilk canlı hücrenin yaratılışında olduğu gibi…
b) Annesiz yaratılış… Hz. Havva’nın yaratılışı… Buna eşeysiz bir üreme gözüyle bakılması gayet makul ve bilime de uygundur.
c) Babasız yaratılış… Hz. İsa’nın yaratılışı… Bu da diğer bir eşeysiz üreme tarzı olarak ele alınabilir. Bilim açısından makul ve makbul bir olaydır.
d) Anne-babalı yaratılış… İnsanlık dünyasında bir kanun şeklinde süre gelen üreme tarzıdır.
Erkek canlıların XY şeklinde çift cinsiyete ait kromozom sahibi olması buna mukabil, dişilerin XX şeklinde kromatik yapısı olması, cinsel temasta gen takası sonucu XX, XY, XY, XX şeklinde bir dağılımla doğumların %50-%50 şeklinde eşit veya eşite yakın şekilde olmasının sağlanması bize üreme faaliyetinin canlılar dünyasında tesadüf rüzgârlarına göre değil belirli bir canlı sistematiğine ve değişmez düzene göre gerçekleştiğini gösterir. Eğer kadında XX şeklinde tek bir cinsiyete ait gen olduğu gibi erkeklerde de YY şeklinde bir genetik yapı olsaydı çiftleşmeler XY, XY, XY, XY şeklinde %100 bir kesinlikte tek bir sonucu verirdi. Yani şu anki durum açısından bakılırsa bütün doğanlar erkek olurdu veya çift cinsiyetli dünyaya gelirdi. Bu ise neslin devamını engellerdi.
Erkeklerin XY şeklinde genetik yapı içermesi, ilk canlının erkek olduğunun en bariz delilidir. Dişi canlılar, o erkekten yaratılmıştır. İnsan türü için de aynı hakikat geçerlidir. Bu manada Muhyiddin-i Arabi, “Erkek kadının vatanıdır. Bundan dolayı kadın vatanını özler” der.[5] Bu genetik ayrımın gösterdiği aklî zorunluluk ve mantıkî tutarlılık, insan türünden olan ilk kadının, ondan önce var olan bir erkekten yaratıldığını gösterir. Ki vahyin ve Kur’anın ifadesi de tam bu minvaldedir. Bu manada Âdem ve Havva kıssası antropolojinin ve biyolojinin temelini bildiren muazzam bir tespittir. Değil bilime aykırılık ve zıtlık… Bilim dünyası rahatlıkla Hz. Havva’nın yaratılışını bir bölünerek çoğalma olarak ele alabilir. Hiçbir bilimsel engel bulunmuyor. En azından İslam tasavvufunun “bedel”[6] diye isimlendirdiği bünye çapınca bir “duplikasyon” olarak algılayabilir.
Yahudi dünyasının hakka’l-yakîn, Hıristiyan dünyasının ayne’l-yakin ve İslam âleminin ilme’l-yakîn kabul ettiği üzere Hz. İsa, babasız dünyaya gelmiştir. Genetik bilimi noktasında bir kadının, bir erkek tarafından döllenme olmadan bir erkek çocuk doğurması mümkün değildir. Oysaki Hz. Meryem (AS) bir erkek çocuk dünyaya getirmiştir. Hz. İsa’nın varlığı Roma’da insanları tevhide çağırdığı için çarmıha gerilen havarisi Petrus kadar kesindir. Çünkü Petrus uğrunda hayatını feda ettiği dinini, tamamıyla Hz. İsa’dan ders aldı. Onu da Allah’ın bâkire Meryem’e ilka ettiği bir kelime olarak tanıdı.
4) Türler arası gen takası oluşabilmesi, ekolojik olarak mümkün değildir. Katır, ester v.s. orta türler bilim dünyasının da kabul ettiği üzere insanların tabiata müdahalesi sonucu ortaya çıkan ara türlerdir. Fakat her tür tabiata serbest bırakıldığında sürüler halinde kendi tür üyeleri ile beraber yaşaması, başka türlerden uzak durmaları, eğer canlı türleri yırtıcı fıtratta ise karşılaştıkları ve onlara yaklaşan farklı türün bireylerini saldırarak öldürmesi, insanların müdahalesi ile oluşan sun’î ara türlerin çoğunluğunun kısır olması gösterir ki, ekolojik dünyada cinsel temas sonucu bir ara tür ortaya çıkmamıştır ve çıkamıyor. Bir erkek aslanla dişi kaplan aynı kafese konulursa onlardan bir çiftleşme ve sonrasında liger doğmasını beklemek, biyolojik ve zoolojik olarak bir hayalden başka bir şey değildir. Cenab-ı Hakk her türün dişi ve erkek bireyleri arasına bir cazibe, karşılıklı bir sevgi, ihtiyaç ve yöneliş hissi vererek onların neslinin devamını programlamış ve sağlamıştır. Bazı canlılarda eşler arası sadakat hayata küsme derecesine varacak seviyeye yükselir. Mesela angut kuşlarında olduğu gibi…
5) Ara türlerin tabii olarak mümkün olmaması, her canlının sonsuz bir bilginin eseri olan genetik kodlar, sanatlı dış yapı, teknik olarak mükemmel bir iç fiziksel görüntü sahibi olması, genetik yapıdaki deformasyonun canlının şeklini bozması, şekli bozulan canlının o türün ferdleri tarafından dahi üreme noktasında istenilmez bir hale gelmesi, eşeyli olarak üreyen canlılarda ilk ferdin erkek olması zorunluluğu bizlere gösterir ki, canlı türleri kendilerine özel bir plan ve program dahilinde Mutlak Kudret tarafından, Sonsuz bir İlim ve Hikmet ile yaratılmışlardır. Tabiat dünyasında gözle görülen, bütün zamanlarda geçerli bu kanunlar türler arası geçişin tabiatta yeri olmayan, ispatı mümkün bulunmayan bir iddia olduğunu gösterir. Böyle bir iddiayı ısrarla savunmak ve bilimsel düşünceyi onun üzerine temellendirmek, tamamen ideolojik bir yaklaşımdır. Bilimsel değildir. Tam aksine, dinin beyan ettiği canlılığa dair ifadeler biyolojik kanunlarla tam manasıyla örtüşüyor. Demek hakikatte bilim ve din arasında bir çelişki yok. Çelişki, bilim adamlarının bir kısmının kafasındadır; dengesiz akılları ile sağlıklı fıtratları ve kalpleri arasındadır.
Hakiki bilim, kanunlara dayanır. Teoriler, kişisel görüşler ve iddialardır. Türler arası geçiş ve tesadüfler üzerine teorisini kuran Charles Darwin’in canlılardaki göz hakikatinin yapısını incelediğinde söylediği “Farklı mesafelerdeki cisimleri benzersiz bir mükemmellikte odaklayan, farklı oranlardaki ışığa göre kendisini uyarlayan göz gibi bir organın doğal seleksiyona dayalı rastlantılarla ortaya çıktığını öne sürmek, itiraf ediyorum ki, olabilecek en yüksek düzeyde saçmalamaktır”[7] sözü Darwin’in teorilerinin kendi dilinde yıkılmasıdır. Bilimsel iddialar bütün zaman ve mekânlarda geçerli, devamlı görünen doğal bir fiil ile ispat edilemediği sürece kanun haline gelemezler. Kanun haline gelemeyen bir bilimsel iddia ise, dine muhatap olamaz. Dine muhatap olamadığı için, vahiyde kendine yer bulamaz. Bu açıdan hakikat ve hak kitabı olan Kur’an teorilerden değil, biyolojik manada değişmez hakikatlerden bahseder.
Bilim dünyasının tespit ettiği her kanun, din açısından boyun eğilmeye layık İlahî bir sünnetullahtır. Mesela iktisad bilimindeki King Kanunu, derinliğinde arz ve talep kanunlarına dayandığı için dinde, dini metinler olan Kur’anda ve hadislerde yeri vardır. Osmanlı devrinde King Kanunu “kaht u galâ” tabiriyle ifade edilirdi. Kaht, kıtlık; galâ ise, fiyat yükselikliği demekti. Bu manada enflasyon, arz ve talep kanununa dayanan fıtrî bir olgu olduğu ve bir kanunu ifade ettiği için Hz. Peygamber (ASM) kendi devrindeki kıtlık sebebiyle doğan enflasyona, halk da talep etmesine rağmen, bir devlet başkanı olarak müdahale etmemiştir. “Üreticinin hakkına girip zulmederek Allah’ın huzuruna varmak istemem”[8] diyerek gerekçesini zihne açmıştır. Din, sünnetullah denilen fıtrat kanunlarıyla barışık bir hayat ve tevhidî bir fikrî alt yapı getirdiğinden kâinattaki her bir kanun, din için de kutsal bir kanundur.
Bu 5 maddedeki kesin hükümler açısından bakıldığında insanlığın başının şu anki her bir insan gibi, akıl sahibi, geçmiş ve gelecek algısı olan, geleceğin endişelerini ve geçmişin üzüntülerini taşıyan, iki ayağı üzerinde yürüyen, kendinin ve dış dünyanın farkında olan bir erkek ile başladığı akıl ve bilim noktasında kesindir. XY kromozomlarının kesinkes delaletiyle… Onun neslini devam ettireceği eşinin Ondan yaratıldığı da XX kromozomlarının delilliğiyle akıl, bilim ve din noktasında kesindir.
Tevrat, hakikate de uygun bir mecaz ile Hz. Havva’nın, Hz. Âdem’e ait eğe kemiğinden yaratıldığını ve genetik mirasını eğe kemiği bölgesinden aldığını ifade eder. Hz. Peygamber (ASM) Tevrat’ın o âyetinin bir mecaz olduğunu, o sözün kadın fıtratının kibarlığı ve nahifliğini bildirdiğini, onun fıtratının olduğu gibi kabul edilip tavsiyelerle yönlendirilebileceğini fakat onu değiştirmeye çalışmanın onu kırmak olacağını ifade eden bir manada olduğunu açıklar.[9] Kur’an ise, Hz. Havva annemizin, Hz. Âdem babamızdan yaratıldığını belirtir fakat detaya girmez.[10] Evet, keyfiyeti bizce meçhul olmakla beraber, buradaki yaratmanın bir eşeysiz üreme tarzı olduğu aklen nettir ve bilim dünyasınca da makul ve makbul bir izahtır. Demek Âdem ve Havva şeklinde insan türünü başlatmak bir masal değil, bilim dünyasınca her canlı türünde görülebilen ve gözlemlenen bir hakikattir ve bilimsel manada yasaldır.
[1] Mesela “İnnema yahşallâhe min ibâdihi’l-ulemâ…” ( Hakikat bu ki, Allah’a karşı en saygılı ve sevgi dolu kişiler âlim kullarıdır” ( Fâtır suresi, 28 ) âyeti gibi…
[2] Nahl suresi, 8.
[3] Âl-i İmran suresi, 6.
[4] Saffat suresi, 124-126.
[5] Füsusu’l-Hikem, Muhammed (AS) fassı.
[6] Ruhanliğin verdiği nuranilikle yansıma özelliğiyle bir andan bir çok yerde görünebilen ve yaşayan evliyalara “abdal” veya “bedeller” denilir.
[7] Türlerin Kökeni.
[8] Ebu Yusuf, el-Harac, s. 53; İbn-i Hanbel, el-Musned, III, 85; Abdurrezzak, VIII, 205; İbn-i Mace, Ticârât, 27; Ebu Davud, Buyu’, 49; Tirmizi, Buyu’, 73.
[9] Buhari, Enbiya,1; Müslim, Reda’, 61,62; Nesai, Nikah,15.
[10] Mesela Nisa suresi, 1; A’raf suresi, 189-190 ve diğerleri…