Verilen ile alınan arasında

Elif GÜNEŞTEKİN

Bismillah

Hayata, verilen nazarla bakıyorum bu günlerde.

Bu düşünce bana şunu fark ettirdi:

Hususi dünyamda hayat kavramı, alabildiklerimiz üzerinden değerlendirdiğim bir keyfiyet oluşturmuş düşüncelerimde.

Hayat, almaklar doğrultusundan yeşeren bir ağacı besleyen içsel bir akış gibi... Daima daha büyümeye elveriş hissettiren akıcı bir mana da olabilir. Cesedin büyümesi gibi.

Lakin bu büyümenin ve akışın tersi olan küçülmeler çıktıkça hayatın vericilik tarafının olduğunu farkediyorum.

Almaya bu kadar arzulu iken, vermeyi nasıl kabulleneceğimi öğrenmek istiyorum.

Bu sebeble evvela kabul etmek hangi aşamalarda alıcı ve verici olur bunu gözlemlemek lazım.

Gözlem için araçlarımız nelerdir diye hususi dünyamızın tetkik etmeye başlıyorum.

Hazır mısın...?

O halde başlıyoruz.

Hayatımın bir görünen ve bir de görünmeyen yönlerini isimlendirmem gerekli ta ki ikisi arasında geçişler rahat olsun. Birine suret diğerinede sima dersem; suret olarak bir hareket, simasında da hararet gözlemleyebilirim.

Hareket ve hararet birbirine alıcı ve verici hükmünde farz edelim.

Fen dürbünü ile akıl aletini kullanarak görmeye başlayalım. Evet fen der; maddede bulunan atom ve moleküller titreşim, dönme veya yer değiştirme hareketleri yapması ile parçacıkların sıcaklıkları hissedilir.

Risale-i Nurdan bir mehaz ile destekleyelim.

“Çünki hareket harareti, hararet kuvveti, kuvvet cazibeyi zahiren tevlid eder gibi bir âdet-i İlahiye, bir kanun-u Rabbanîdir.” Sözler-Risale-i Nur

Bu mehaz ile madde, hayatın alış verişinde bir vasıta olarak fark edilmeli. Hayatı var eden kudretin yerine, maddeye isnad edilen sahte bir kabiliyet vehmedilmemelidir.

Şöyle bir misalle pekiştirelim; Hayatıma ait vücudumun en belirgin kodları DNA ve RNA’dan bahsedelim.

Vücuttaki her yapı kas, enzim, hormon, saç, tırnak, deri, hatta bağışıklık hücreleri proteinden oluşur.

Hücreler sürekli yaşlanır, bozulur, ölür. Her gün milyonlarca hücre yenilenir. Bu yenilenme yeni proteinlerin üretilmesiyle mümkündür. Enzimler, yani hücredeki her kimyasal reaksiyonu yöneten moleküller, proteindir. Hayata ait işlemler, proteinlerin aracılığıyla yürür.

Hormonlar, protein yapılıdır. Protein sentezi, maddi hayat icin ehemmiyetlidir. Çünkü hücrelerin onarımı, enerji üretimi iletişim icin lazımdır. Hücrenin yaşamını sürdürebilmesi için temel faaliyet olmakla, hayatın kudretle sürekli yenilendiğinin açık bir delilidir.

Bu da isbat eder ki, Hayat tek seferlik verilen bir enerji değildir; her an yeniden yaratılan bir faaliyettir.

Protein sentezi, hücrenin var olan düzeni içinde işler. Düzeni başlatan, sürdüren, DNA onarımı, enerji üretimi, hücre içi haberleşme gibi mekanizmalar olmadan protein sentezi tek başına anlam kazanmaz.

Yani protein sentezi, hayatın maddî bir sahnesidir, ama hayatın kendisi değil.

Gelin cesedimize dışarıdan bir izleyici olalım;

Sahnedeki oyuncularımız (proteinler) hareket eder, konuşur; onları yönlendiren bir senaryo bu da DNA ve yönetmen hayat ...

Bu cihetle protein sentezini sadece maddî olarak almak, sahnedeki hareketi hayat sanmak gibidir.

Hayat, yalnız madde ile izah edilemez.

Protein sentezi “hayatın bir işlemi”dir ama “hayatın ruhu” değildir.

Protein sentezi o tecellinin maddeye dokunduğu noktadır.

Hayat latif dir, onu sadece “maddî suret”le anlamaya kalkmak, ruhunu gölgede bırakır.

Hücrelerde görünen bu faaliyetler, kudret, ilim ve iradenin maddî bir tezahürüdür.

Madde, hayatın bizzat kendisi değil; hayatın görünmesine zemin hazırlayan bir suret...

Hayatın sureti ise hücrede protein sentezi, enerji akışı (ATP), DNA-RNA etkileşimi, madde alışverişi gibi faaliyetlerde görünür.

Hayatın simâsı da o düzenli hareketlerin oluşturduğu nizam ve mana yüzüdür.

Tıpkı bir insanın yüzündeki çizgiler gibi: kaslar, kemikler maddeyi verir; ama o yüzden yansıyan ifade, simadır.

Fen nazarıyla bakıldığında, hayatın siması, canlı sistemlerdeki düzen, süreklilik ve bilgi akışıdır.

Hücrenin içindeki o mükemmel uyum ve koordinasyon, hayatın simasını gösteren bir aynadır.

Bu uyumun manasını, Risale-i Nur’un On Dördüncü Lem’anın ikinci makamında, Besmelenin sırları içinde işaret edilen hakikatlerle idrak etmeye çalışalım;

Orada beyan edilen üç sima, bize şu hakikati hatırlatır:

Sima varsa, elbette suret de vardır.

Ve o suretler, kâinatın geniş yüzünde, küre-i arzın orta sahasında ve insanın mahiyetinde tecellî eder.

Böylece hayatın siması, kudret, ilim ve iradenin birlikte işlediği İlâhî bir nizamın tezahürü olarak görünür.

Sırlarda Güneşten bahis açar Üstadım. Keşif için muazzam bir misal.

“Nasılki Güneş, ziyasıyla hadsiz eşyayı ihata ediyor. Mecmu-i ziyasındaki Güneşin zâtını mülahaza etmek için gayet geniş bir tasavvur ve ihatalı bir nazar lâzım olduğundan; Güneşin zâtını unutturmamak için, herbir parlak şeyde Güneşin zâtını aksi vasıtasıyla gösteriyor ve her parlak şey, kendi kabiliyetince Güneşin cilve-i zâtîsiyle beraber ziyası, harareti gibi hâssalarını gösteriyor ve her parlak şey Güneşi bütün sıfâtıyla kabiliyetine göre gösterdiği gibi; Güneşin ziya ve hararet ve ziyadaki elvan-ı seb'a gibi keyfiyatlarının her birisi dahi, umum mukabilindeki şeyleri ihata ediyor.” Sözler - Risale-i Nur

Bu, hayatın siması ile madde üzerindeki suretlerin ilişkisini anlamamıza yardımcı olur.

Fen açısından, hücredeki protein sentezi ve diğer hayat faaliyetleri de aynı şekilde görünür: Hayatın kendisi değil, ama hayatın hakikati ve düzeninin maddî sureti olarak tezahür eder. Her protein, her enzim ve her düzen, hayatın simasının farklı bir yönünü gösterir; tıpkı parlak bir nesnenin Güneşi kendi kabiliyetince yansıtması gibi.

Bu cihetle madde ve enerji, hayatın özü değil; hayatın görünmesine zemin hazırlayan aynalardır. Kudretin dokunuşu, ilmin ölçüsü ve iradenin yönlendirmesi ile, madde vücuda gelir ve hayatın siması görünür.

Ehadiyetin cilvesi, hayat ile Vahidiyet içinde çeşitli suretler, simalar hâlinde görünür. Tıpkı Güneşin ziya ve sıcaklığının çeşitli nesnelerde farklı şekillerde yansıması gibi.

Bu cihetle, her canlıda görünen hayat; Zât-ı Hayy ’ın ehadiyet cilvesinin bir akis olarak tezahürüdür.

Ve hayat, her canlıda tek tek görünür.

Her hücre, hayatın bir akis ve tecellî sahnesidir.

Güneş tekligi ile Vahidiyyete misal olduğu gibi; her bir su damlasına cam parçasına, hatta göz bebeğinde “güneşin kendine mahsus bir sureti” belirmesi ise Ehadiyete işarettir.

Yani aynı güneş, her bir zerrede özel ve doğrudan bir “temessül” eder.

İşte insanın siması da bu hakikatin en parlak delilidir.

Sima, ilahi bir “akis aynasıdır.”

Vahidiyetle gelen hayat nuru, Ehadiyetle suretlenir, şekil bulur.

Bu yüzden her yüz, Allah’ın isimlerinden bir terkibin şahsî akisidir.

Suret ve sima icin Şuâlar’da El–Hüccetüzzehra’ya gidelim.

“Evet insanın şuuruna, ilmine delalet eden düzgün, ölçülü san'atı ile; insanın Hâlıkının ilmine, hikmetine delalet eden hüsn-ü hilkat-i insan müvazenesi; aynen yıldız böceğinin gecedeki ışığının lem'acığının, gündüzde güneşin ihatalı ziyasına nisbeti gibidir.” Şualar 641.sh

İşte bu fark bize şunu gösterir:

İnsandaki düzgün sima ve hikmetli suret; Ehad ve Âlim bir Zât’ın ilminden doğar.

İnsanın siması, bütün kâinatın içinde Ehadiyet’in en müşahhas temessülüdür.

Çünkü her insanın yüzü, O’nun ilminin ayrı bir “aksi”dir.

Nasıl ki bir ayna güneşin her zerresini kendi rengine göre yansıtırsa, her sima da Allah’ın isimlerinden kendine mahsus bir terkibi aksettirir.

Suret, sadece bir beden kalıbı değil; hayatın İlahi hikmetle şekillenmiş suretidir.

Sima, bu hikmetin en parlak yüzüdür; çünkü orada hem Vahidiyet’in nizamı hem de Ehadiyet’in şahsî parıltısı birlikte görünür.

Bir insanın yüzüne baktığında, hem Vahidiyet tecellisi olan “ortak insanî sureti” hem de ehadiyet cilvesi “tek ve biricik simayı” görürsün.

Bu da gösterir ki: hayat, suret ve sima; İlahi ilmin, kudretin ve hikmetin birbirine dokunduğu noktadır.

“ve muhtelif cihazlarıyla bir basit yumurtadan inşa edip mu'cizatlı suret giydirmek ve ağacı dal, budak ve mütenevvi a'zâ ve eczasıyla basit, camid "karbon, azot, müvellidülma, müvellidülhumuza"dan terekküb eden bir küçük çekirdekten çıkarmak, muntazam, meyveli bir şekil giydirmek, elbette ve elbette bedahetle, şübhesiz kat'iyyetle vücub ve zaruret ve lüzum derecesinde isbat eder ki; o herbir masnua bütün zerrat ve eczasıyla ve suret ve mahiyetiyle bir Kadîr-i Mutlak'ın irade ve meşietiyle ve ihtiyar ve kasdıyla o mahsus, mükemmel vaziyet veriliyor. Şualar 653.sh

Bu mehaz açık bir şekilde gösterir ki hayatın her bir merhalesinde Kudret, İlim ve İrade birlikte çalışmaktadır.

Madde, bu İlahi kudretin yalnızca zeminidir; hayatın kendisi değildir.

Hayat, emr-i İlahi’nin bir cilvesi olarak maddeye nüfuz eder; kudret, ilim ve iradenin bir araya gelmesiyle, o maddeye bir şekil, bir suret ve neticede bir sima hasıl olur.

Suret, İlahi kudretin madde üzerindeki ölçülü nakışıdır.

Sima ise o nakışta iradenin kastını, ilmin hikmetini yansıtan manalı bir yüzdür.

Bir canlının, bir ağacın, hatta bir hücrenin biçimindeki düzen, İlahi sanatın “tesadüf değil, tercih” ile işlendiğini gösterir.

Nasıl ki Güneş’in ziyası bütün eşyayı ihata eder, ama her bir parlak şey kendi kabiliyetince o Güneş’ten bir akis gösterirse; Kudret-i İlahi de bütün mevcudatı kaplar, her bir vücud ise kendi istidadınca o kudretin simasını taşır.

Bu yüzden hayatın sureti, kudretin eseri; hayatın siması, iradenin mührü olarak fikredebiliriz.

Ve her bir canlı, o mühür farklı bir şahıs, şekil ve şuur hâlinde temessülüdür.

Fen diliyle baktığımızda, her canlının suretini belirleyen şey DNA denilen mikroskobik bir bilgi kitabıdır.

Bu kitapta, milyarlarca harften oluşan bir emir dizisi bulunur.

Bu dizilim, hangi proteinin nerede, ne zaman ve ne kadar üretileceğini belirler.

Yani hücredeki tüm düzen, bilgiye dayalı bir iradî tercih üzerine kuruludur.

DNA’daki bu düzen, Risale-i Nur’da, “Evet şu çok kesretli ve çok azametli kanunlar, herbiri ilim ve iradenin cilvesi olmakla beraber; hem vâhid, hem muhit olduğu için; Sâni'in vahdaniyetini ve ilim ve iradesini gayet kat'î bir surette isbat ederler.” (Mektubat) dediği hakikatle fenlerdeki kanunlar ile isbat edilir. Bu düzen bir düzen koyucunun varlığını isbat eder.

Basit bir hücre, kendi başına bu bilgiyi ne üretebilir, ne yorumlayabilir, ne de işletebilir.

Bilgi, kudretle emre dönüşmedikçe, hayat başlamaz.

Bu da gösterir ki hayat, maddeye yazılmış bir bilgi değildir; bilginin maddeye giydirilmiş hâlidir.

İşte bu yüzden:

Protein sentezi, hayatın maddî suretidir ama hayatın hakikati değildir.

Hayat, İlahi ilmin kudretle birleşip irade vasıtasıyla görünür hâle gelmesidir.

Ve her bir hücre, o İlahi ilmin mürekkebiyle yazılmış bir harf, her bir sima, o ilmin manasıyla işlenmiş.

Gelelim neticeye…

Alıcı ve verici bu işin neresinde?

Madde, daima vericidir; çünkü şuuru yok ki istesin, talep etsin.

Fakat biz, zahiren maddeden çok şey alıyor gibi görünürüz.

Oysa aslında madde, İlahi kudretin elinde bir aktarandır veren O’dur, madde yalnızca vasıtadır.

Yazının ana teması, “almak” fiilini “vermek” hareketiyle birlikte düşünmekti.

Çünkü her hakiki alış, önce bir verişle başlar.

Tohum toprağa kendini verir; sonra topraktan alır.

Kalp sevgisini verir; sonra karşılık bulur.

Işık yüzeye vurur; sonra akis döner.

Verilen, daima alınacak şeylerdir.

Çünkü almak, verişin devamıdır; verişin semeresidir.

Bu hakikatlerle kavrıyoruz ki, arzularımızın, dualarımızın, hatta ilmimizin dahi hakikî alıcısı biz değiliz; biz sadece verilenin yönünü çeviren aynalarız.

Hayat, bu alıp-vermenin İlahi bir dili; suret onun şekli, sima ise manasıdır.

Fen dürbünü ile; Bitki, ışığı alır; ama aslında önce kendini verir kökleriyle toprağa bağlanır, yapraklarını göğe açar.

Bu teslimiyet, almanın şartıdır.

İnsan kalbi de, önce sevgisini verir; sonra sevginin manasını alır.

Ruh, önce teslim olur; sonra tecellîyi hisseder.

Yani “almak” bir fiil değil, verişin yankısıdır.

Tıpkı aynanın ışığı kendi üretmemesi gibi; biz de hayatın manasını kendi üretemeyiz, yalnızca yansıtırız.

Ve hayat vermekle alınan bir sır olarak tezahür etti tahayyülme…

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (6)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.